Sabah işe yetişmeye çalışırken ve ne hikmetse hep aceleniz varken, genelde kulağına telefon dayamış -sabah sabah artık kiminle konuşuyorsa- ve bir eli direksiyonda, diğer eli telefonda 30km ile giden bir salatalık önünüze kesin çıkar. İşte öyle durumlarda arabamda kırmızı bir düğme olsun, o düğmeye bastım mıydı kaportanın üzerinden bir kapak açılsın, seksi bir robotik kadın sesi bana sorsun “Atışı gerçekleştirmek istiyor musunuz?” diye, ben de yüzümde gevrek gevrek bir gülümsemeyle “Eveeet, hem de çok istiyorum!” desem ve bir roket benim araçtan çıkıp öndeki aracı havada takla attırarak yolun dışına fırlatsa, ben de çılgın ama kesinlikle şen kahkahalarımla ofise doğru sürmeye devam etsem... (Sağa çek Nurettin! - Şefik)
Önce Split / Second, sonra Blur oynarsam zaten fırsatını bulup aşırı çalışmaya müsait hayal gücüm hemen şımarıyor gördüğünüz gibi. Neyse, sağa sola zarar verme güdümü Blur ile bir hayli tatmin ettim, yarın herkes işine korkmadan gidebilir. Split / Second ve Blur gibi oyunlar piyasada görünmezken sanki birbirleriyle anlaşmış gibi üst üste çıkmaları gerçekten ilginç oldu. Şimdi çoğunuzun kafasında “Acaba hangisi daha iyi?” gibi doğal bir karşılaştırma yapmaya çalıştığınızı tahmin ediyorum. O yüzden aradaki farkları şöyle bir sıralayarak kararı size bırakmaya karar verdim.
Blur, temponun ve süratin çok fazla olduğu, ortalığı kırıp döktüğünüz bir yarış oyunu. Amaç yarış puanını ve hayran sayınızı arttırarak sonraki bölümleri açmak. Yarış puanını ilk üçe girerek, hayran sayınızıysa diğer araçları parçalayarak ve yoldaki bir tuzaktan ustaca kaçmak gibi artistik hareketlerle arttırabiliyorsunuz. Hayran sayınız arttıkça kilitli olan araçlar açılıyor. Araçlardan bahsetmişken oyunun en büyük artısını bu kısma atmak istiyorum. Çünkü toplamda A, B, C ve D sınıfı olarak dörde ayrılan arabalar kendi içlerinde oldukça çeşitli ve araç sayısı bakımından tatminkar. Dahası, tanıdığımız büyük firmaların bildiğimiz araçlarını kullanıyoruz; Nissan, Mustang, Ford, Renault gibi... Elbette ki oyunun başında Renault Megane kullanırken son yarışlara doğru canavar motorlu yarış araçlarına terfi ediyoruz. Split / Second’da böyle bir özellik yoktu, araçların çoğu uzay çağından çıkmış gibiydi ve kullandığınız arabanın gerçek bir ismi cismi olmadığından onunla aranızda bir bağ oluşmuyordu.
Blur’da araçlar kendi içinde üçe ayrılmışlar: Grippy, Drifty ve Balance. Grippy denen arabalar yola çok iyi tutunan ve virajlarda kolay kolay savrulmayan araçlar; fakat dönme kabiliyetleri de pek olmadığından çok keskin virajlarda hız keserek yavaşlamaları ve yolu yumuşakça dönmeleri gerekiyor. Drifty araçlarsa -adı üstünde- rahatlıkla kaydırabileceğiniz araç sınıfına giriyor ve kullanmak için belli bir ustalık gerektiriyor; çünkü doğru “drift” virajlarda zaman kazandırdığı gibi kötü yapılmış bir “drift” bayağı zaman kaybettiriyor. Balance araçlar da tahmin edebileceğiniz gibi ikisinin ortası, yani ne çok kayar, ne de çok kalastır.
Tabii ki arabayı ustaca kullanmak yetmiyor, yoldan aldığınız güçleri de iyi kullanmak bir o kadar önemli. Her aracın tamponunda gördüğünüz üç kutu, alabileceğiniz en fazla güç sayısını gösteriyor. Güçler yola dizilmiş halde duruyor ve almak için üstünden geçmeniz yetiyor. Bunlar çok çeşitli şeyler değil; bazısı ileri doğru lazer gibi bir şey atıp rakibi yavaşlatırken diğeri hızınızı arttırmaya yarıyor. Fakat işin güzel yanı, bu silahları sadece önünüze değil, arkanıza doğru da atabiliyorsunuz. Böylece Split / Second’daki gibi “en önden giden en talihsiz olur” kuralı Blur’da geçerliliğini yitiriyor. Hatırlarsanız Split / Second’da en önden gidenin arkasından gelen araçlar birinciyi oyundan düşürmek için yoldaki bütün tuzakları ona karşı kurabilirken en öndeki adamın tek yapabileceği şey tuzaklardan kaçmaya çalışmaktı. Fakat Blur’da durum böyle değil; birinci bile kuyruğuna takılan araçlardan arkaya doğru lazer atarak kurtulabiliyor. Dolayısıyla ekranın tepesindeki dikiz aynanız, sürekli kontrol etmeniz gereken bir etken halini alıyor.
Özel güçler, başka özel güçlerle durdurabiliyor. Örneğin; yoldan aldığınız kalkanı açarsanız bütün zarar vermeye yönelik hareketlerden bir süre korunabiliyorsunuz. Bunun dışında diyelim ki dikiz aynasında üstünüze doğru gelen koca bir lazer topu gördünüz, bunu geriye doğru atacağınız bir başka lazer topuyla etkisiz hale getirebiliyorsunuz. Split / Second ile karşılaştırmam gerekirse ikisinin de savaş mekaniğini birbirinden güzel. Fakat şu da var: Renault Megane’ın önünden lazer atmayı biraz itici buldum. Yani bildiğiniz Megane’ın lazerle ne işi var? O yüzden Split / Second’da üzerime gelen koca bir uçaktan kaçmanın daha estetik olduğunu söylemem lazım. Blur ve Split / Second’ın savaş mekaniklerinin karışımı kesinlikle harika olurdu.
Oynanabilen oyun türleri açısından Split / Second’da biraz daha fazla çeşit var. Blur’da genellikle birinci olmak için düz yarış yapıyoruz. İkisinin de yarış pistleri ilginç ve renkli ama Blur’un grafik özelliklerini sona getirseniz bile makineniz çok fazla kasılmıyor. Blur’un tek kötü yanı tek kişilik oyun modunda zorluk seviyesini sona çekseniz bile fazla kolay olması. Genelde ilk turda rakiplere tozumu yutturup sona kalan iki turu sanki tek başıma oynar gibi zaman geçirmek canımı sıktı. Bunun sebebi belki bilgisayarın yoldan aldığı güçleri insan gibi sinsice ve yerinde kullanamaması. O yüzden kendinizi hemen multiplayer moduna atmanızı öneririm.
Arabaların da kullanımı Split / Second’da daha zor ve drift yapmak daha gerçekçiydi. Son söz olarak ikisi arasında bir kıyaslama yapmam gerekirse birine daha iyi ya da daha kötü diyemem. İkisinin de eksileri ve artıları birbirini kapatan cinsten. En iyisi Blur oynayın, sıkılırsanız sonra Split / Second oynayın. Ama “Multiplayer modunda oynayacağım ve ikisinden sadece birini almam lazım.” diyorsanız o zaman oyumu Blur’dan kullanırım.
LEVEL
