ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Garb (Garp) Ocakları Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Garb (Garp) Ocakları Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Garb (Garp) Ocakları

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258077
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Garb (Garp) Ocakları I231076_gsli

Garb (Garp) Ocakları Empty
MesajKonu: Garb (Garp) Ocakları   Garb (Garp) Ocakları EmptyPtsi Haz. 07, 2010 3:42 am

Osmanlı Devletinin Kuzey Afrika’daki üç eyâleti; Tunus, Cezâyir ve
Trablusgarb’a verilen ortak ad. Bunların muhtar bir idâreleri vardı.
On altıncı yüzyılda Kuzey Afrika kıyılarında, batıdan Portekizlilerle
İspanyolların, doğuda da Osmanlıların katıldıkları büyük bir nüfuz
mücâdelesi vardı. Türkler ilk defâ olarak 1516’da Oruç Reis komutasında,
İspanyollara karşı üstünlük kurarak Cezâyir’e ayak bastılar. Cezâyir
bir aralık Tunus beyinin eline geçmiş ise de, 1525’te Hızır (Barbaros)
tarafından geri alınmıştı. Akdeniz’i İspanyol gemilerine dar eden Hızır
Reis, 1533’te Kânûnî Sultan Süleymân Hanın dâveti üzerine İstanbul’a
gelerek Osmanlı Devletinin hizmetine girdi. Büyük Türk denizcisi,
Cezâyir beylerbeyi hil’atini giyerek kaptan-ı deryâ unvânını aldı. Aynı
yıl İstanbul tersânelerinde Barbaros Hayreddin Paşaya verilmek üzere 61
parça gemi inşâ edildi. Böylece daha da güçlenen Barbaros, 1551’de
Trablusgarb’ı, 1574’te de Tunus’u ele geçirerek Osmanlı hâkimiyeti
altına aldı.

Osmanlı Devletine katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika
ülkesinde de başlangıçta klâsik eyâlet teşkilâtı kurularak, sâlyâneli
birer beylerbeylik hâlinde doğrudan doğruya merkeze bağlanmışlardı.
Sâlyâne yâni yıllıkla idâre olunan eyâlet ve sancakların bütün vâridâtı
kendi hazîne yetkilileri tarafından tahsîl olunup, beylerbeyi ile
sancakbeylerine ve kul (maaşlı asker) sınıfına hâsıl olan vâridâttan
maaş verilir ve fazlası hazîneye gönderilirdi.

Cezayir Ocağı

Barbaros Hayreddîn Paşanın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle
idâresinde bulunan Cezayir, beylerbeylik olarak kendisine verilmişti.
Şehrin muhâfazası için de İstanbul’dan 2000 kadar yeniçeri gönderilerek
Cezayir Ocağının temeli atıldı (1533). Bu miktar daha sonra 20.000’e
kadar yükseltildi.

Bu kuvvetler Cezayir’de Kasriyye denilen yedi kışlada bulunurlardı.
Teşkilâtları yeniçerilerin bölük teşkilâtının aynı olup, bütün
zâbitlerinin üstünde en büyük zâbit olarak yeniçeri ağası vardı. Cezayir
Ocağında yeniçerilerden başka Türklerden müteşekkil süvâri bölükleri
ile yerlilerden kurulu Mahazin adında başka bir atlı kuvveti de
bulunuyordu. Cezâyir’de biri beylerbeyine ve diğeri yeniçeri ağasına âit
olmak üzere Paşa ve Ağa dîvânları vardı. Kerrase denilen Paşa Dîvânı;
hazînedâr (defterdâr), vekilharc (gümrük emîni), emîr-i âhûr,
beytülmâlci, azab ağası, kâdı ve yeniçeri ağasından müteşekkildi. Paşa
Dîvânı eyâlet işlerine ve Ağa Dîvânı da yeniçeri ocağı işlerine
bakarlardı. Ancak Ağa Dîvânı 1618’den îtibâren hükûmet yâni beylerbeyine
âit işlere karışmaya başlayınca, vâlilerin nüfûzu kırıldı. Çok kısa
süren bu durumdan sonra reislerin 1671’deki tekrar iktidârı almaları ile
“dayılık devri” başladı.

İlk dayılar denizciler tarafından seçildiği hâlde, bir süre sonra
yeniden kuvvet kazanan ocaklılar, seçimi kendileri yapmaya başladılar.
Cezayir’de 18. yüzyılda vâlilerin hiçbir hüküm ve nüfûzları kalmadı.
Dayının bir meclis tarafından seçilmesi usûlden ise de çok defâ buna
uyulmazdı. Dayının, vâli ve kendisini seçen meclisle iş görmesi îcâb
ederken, dayılar mevkilerini sağlamlaştırdıktan sonra kâideye riâyet
etmez oldular. Bu bölünme ve merkeze riâyetsizlik 17. yüzyılda Cezayir
Ocağının donanmasının güçten düşmesine sebebiyet verdi.

Nitekim 18. asrın ilk yarısında Cezâyir donanması yirmi kadar gemiye
sâhipti ve bu devirde evvelce yirmi bin olan Cezayir yeniçerileri de beş
bin hattâ iki bine kadar düştü. Bu durum, Cezayir’in 1830 yılında
Fransızlar tarafından işgâl edilmesine kadar sürdü. Son dönemde artık
beylerbeylik makâmı tamâmen kalkmış, ülke üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti
yeni seçilen dayıya hil’at ve fermân göndererek onun memuriyetini tasdik
etmekten ibâret kalmıştı. Böylece hukûken Osmanlı topraklarından
sayılan ve Osmanlı Devletinin Akdeniz’de giriştiği deniz savaşlarına
katılan Cezayir’in dayıları, zaman zaman bağımsız bir devlet başkanı
gibi hareket etmek, hattâ dış devletlerle ayrı ayrı antlaşmalar
imzâlamak imkânı bulmuşlardı.

Tunus Ocağı

Tunus 1534’te Barbaros Hayreddîn Paşa tarafından Benî Hafs Hânedânının
elinden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı. Başlangıçta Cezâyir
beylerbeyliğine bağlı olarak idâre edilen Tunus, 1573 yılında doğrudan
doğruya beylerbeylik yapıldı ve idâresi Haydar Paşaya verildi.

İnebahtı bozgununu müteâkib Tunus, Haçlı donanması komutanı Prens
Donjuvan tarafından 1573’te işgâl edildi. Ancak Yemen fâtihi meşhur
Sinân Paşa ertesi sene donanma ile gelerek Tunus’u geri aldı ve şehrin
muhâfazası için de dört bin yeniçeri bıraktı. Tunus’un tekrar zaptından
sonra daha güneyde ve sâhile yakın olan Kayrevan Hâkimi Şeyh Abdüssamed,
1586’da Osmanlı Devletine itâat ederek, kaleyi ve elindeki bütün
toprakları Tunus beylerbeyine teslim etti.

Tunus’ta beylerbeylik dönemi 1594’te yeniçerilerin ayaklanarak kendi
bölükbaşılarından birini üç yıl için dayı seçmeleri sonucu son buldu.
Başlangıçta seçimle işbaşına gelen dayılar, bir müddet sonra Osmanlı
hükûmetinin denizcilerden birini verâset yoluyla dayı atamaya
başlamasıyla babadan oğula geçer bir duruma geldi.

On yedinci asırda Tunus’un idâresi görünüşte beylerbeyi emrinde ise de,
Emîr-ül-Evtan denilen Vatan Sancakbeyinin, yâni üç kişinin elindeydi. Bu
üçlü kuvvetin nüfûz mücâdelesi Tunus’un idârî ve iktisâdî gücüne önemli
ölçüde darbe vurdu. Osmanlı pâdişâhları bunlara devamlı nasîhat yollu
fermanlar göndermiş ise de bunlara uyan çıkmamıştı. 1705 yılında Hüseyin
bin Ali dayılık yönetimine son vererek idâreyi tek elde topladı. Bu
yeni durum Hüseynî Sülâlesinin idâre dönemi olarak Tunus’un 1881 yılında
Fransız istilâsına kadar sürdü.

Trablusgarb Ocağı

Rodos 1522’de Osmanlılar tarafından fethedilince, kalede bulunan Sen Jan
şövalyeleri buradan çıkarak Trablusgarb’a yerleşmişler ve burasını
kendilerine üs yapmışlardı. 1551 yılında kaptan-ı deryâ Sinan Paşa ile
Turgut Reis’in Trablusgarb’ı fethetmesine kadar sürdü.

Trablusgarb fethedildikten sonra, eyâlet olarak, Turgut Reis (Paşa)
idâresine verildi. Turgut Paşa Malta muhâsarasında şehid düşünce, bir
aralık Cezayir’e bağlanan Trablusgarb, sonra tekrar ayrıldı. Ancak
1609’da dayılık usûlünün, diğer ocaklarda olduğu gibi, Trablusgarb’da da
kabûlü, beylerbeylik sisteminin eski otoritesinin kaybına sebeb oldu.
1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, hem dayı hem de paşa olarak,
Trablusgarb’ın idâresini eline geçirince, bölgede Karamanlı Sülâlesinin
hâkimiyet devri başladı ve 1835’e kadar devâm etti. Bu esnâda bir beyin
ölümünden sonra yenisi, ulemânın ve halkının tasvibi de alınmak
sûretiyle, askerler tarafından seçiliyor ve seçimin Osmanlı pâdişâhı
tarafından tasdik edilmesi gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyıl başlarında
âile arasında beylik çatışmaları kanlı bir safhaya girdiğinden, Osmanlı
hükûmeti 1835 yılında müdâhalede bulunarak, Trablusgarb’ı tekrar, bir
eyâlet olarak merkeze bağladı. Böylece kuvvetli bir idâreye kavuşan
Trablusgarb’ın elden çıkması, Cezayir ve Tunus kadar kolay olmadı. Ancak
Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın 1908’de tahttan indirilmesinden sonra,
Osmanlı Devletinin içine düştüğü bunalımlı devreden istifâde ile
İtalyanlar kaleyi işgâl ettiler (1912).

Garb Ocaklarının, 1580 yılına kadar bir mal defterdârı bulunuyordu.
Cezayir’in uzaklığı sebebiyle bu târihten sonra oraya ayrı bir defterdâr
tâyin olunmuştu. Garb Ocakları yıllıklı (sâlyâneli) eyâletlerden
oldukları için her beylerbeylik masrafları çıktıktan sonra devlet
hazînesine yirmi beş bin altın gönderiyordu.

Garb Ocaklarının her birinin donanma kuvveti mevcuttu. Bu üç eyâletten,
en kuvvetli donanmaya sâhib olan Cezayir eyâletiydi. Bunların geçimleri
korsanlık ve muhârebeye dayandığından mükemmel donanmaları vardı.
Cezayir donanmasının faâliyeti yalnız Akdeniz’e münhasır değildi.
Bunlar, Cebelitârık (Sebte Boğazını) aşarak Kanarya Adaları, İngiltere,
İrlanda, Flemenk, Danimarka ve hattâ İzlanda Adasına kadar donanma
akınlarını uzatmışlardı. Büyük Britanya Adası civârındaki Lundy Adasını
zaptederek bir müddet oturan Cezâyirliler, daha sonra adayı İngiliz
korsanlarına yüklü bir para mukâbilinde satmışlardı.

Garb Ocakları donanmaları Osmanlıların bütün Akdeniz muhârebelerinde
Osmanlı donanmasıyla birlikte bulunmuşlardır. Lüzûmu hâlinde bu üç ocağa
ilkbaharda donanmaya katılmaları için pâdişâh tarafından ferman
gönderilir, onlar da gemi reisi olan ve dayı denilen başbuğları ve
çeşitli kadırga ve kalyonlarıyla sefere katılırlardı.

Garb Ocakları iki-üç senede bir pâdişâha hediyeler takdim ederler, buna
mukâbil tersâneden gemi levâzımı, top, barut ve hattâ gemi tedârik
ederlerdi. Bunların İstanbul’daki bütün işleri kaptanpaşa vâsıtasıyla
görülürdü.

On yedinci yüzyıldan îtibâren yöneticilerinin çoğu ecnebî devletlerle
antlaşmalar yapar ve mektuplaşırlardı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Garb (Garp) Ocakları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Türk Ocakları
» Edremit Ülkü Ocakları Başkanı'ndan Başbakan Erdoğan'a Tepki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: