ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ? Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ? Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ? I231076_gsli

İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ? Empty
MesajKonu: İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ?   İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ? EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 12:09 am

Felsefe, her hangi bir bahs ve mevzû�üzerinde insanların akl ve mantık
yolu ile incelemeler ve araşdırmalarla elde etdikleri netîcelere verilen
ismdir. Kısaca, (Her şeyin aslını arama ve ne için var olduğunun
sebebini bulma) ma�âsına gelir. Felsefe, yunanca (Filozofiya = Hikmet
sevgisi) demekdir ve derin düşünme, arama, kıyaslama ve tedkîk
esâslarına dayanır. Felsefe ile meşgûl olanların, hem rûh, hem de fen
bilgilerinde çok derin bilgi sâhibi olması gerekir. Fekat, bir insan ne
kadar ilmi olursa olsun, yanlış düşünebilir veyâ yapdığı araşdırmalardan
yanlış netîceler çıkarabilir. İşte bunun içindir ki, felsefe, hiçbir
zemân kesin netîceler vermez. Bir kerre de, bunu işiten insanın kendi
akl ve mantık süzgecinden geçirmesi îcâb eder.Her felsefenin bir de
zıddı vardır. Onun için, bu karşılığı da incelemek, her iki düşünceyi
karşılaşdırmak lâzım olur. Birçok felsefî düşüncelerin zemânla
değişebileceği unutulmamalıdır. O hâlde, felsefî düşünceler, hiçbir
zemân kesinlik taşımaz.

Kur�n-ı kerîmde âyetler iki nev�ir. Bunların bir kısmının ma�âsı
açıkdır.Bunlara (Muhkem âyetler) ismi verilir. Bir kısmının ma�âsı ise,
açıkça anlaşılmaz. Bunlar, ayrıca tefsîre, îzâha muhtaçdır. Bu âyetlere
(Müteşâbih âyetler) adı verilir.Hadîs-i şerîfler [Peygamberimizin
�allallahü teâlâ aleyhi ve sellem�sözleri] de, muhkem ve müteşâbih olmak
üzere iki kısmdır. Bunları tefsîr etmek mecbûriyyeti, islâm dîninde
(İctihâd) müessesesinin kurulmasına sebeb olmuşdur.Peygamberimiz
�allallahü teâlâ aleyhi ve sellem�de, bizzat ictihâd yapmışdır. Onun ve
Eshâb-ı kirâmın �adıyallahü teâlâ anhüm ecma�n�yapdıkları ictihâdlar,
İslâm bilgilerinin temelidir. İslâm dînini yeni kabûl eden kavmlerin,
kendi dinlerine göre mukaddes saydıkları şeylerin islâm dînindeki
hükmünün ne olduğunu, islâm dîninin bunlar hakkında nasıl hükm etdiğini
sordukları zemân, islâm âlimleri bunlara cevâblar vermişlerdir.
Bunlardan i�ikâd, îmân ile ilgili mes�lelerin hâl edilmesi, cevâb
verilmesinden (Kelâm) ilmi meydâna gelmişdir. Kelâm âlimlerinin islâmı
yeni kabûl edenlere, eski dinlerinin niçin yanlış olduğunu mantıkî bir
tarzda isbât etmeleri îcâb ediyordu.Kelâm âlimleri �ahime-hümullahü
teâlâ�bu mes�leleri çözmek için çok uğraşdılar. Birçok hakîkatler ve çok
kıymetli mantık ilmi ortaya çıkdı. Bir yandan da, yeni müslimân
olanlara Allahü teâlânın var ve bir olduğunu, ebedî olduğunu, doğmamış
ve doğurmamış olduğunu, onların anlıyacağı tarzda anlatmak ve
şübhelerini ortadan kaldırmak îcâb ediyordu. Kelâm âlimleri
�ahime-hümullahü teâlâ�bu işde çok muvaffak oldular. Bu mukaddes
vazîfeyi yapmakda, müslimân fen adamları da, kelâm âlimlerine yardımcı
oldular.Meselâ, yıldızlara kudsiyyet veren Sâbiî ve Veseniye ismindeki
putperestleri, bu yanlış i�ikâddan uzaklaşdırmak için, mantık ve hey�t
[astronomi] âlimi Ya�ûb bin İshak El-Kindî senelerce uğraşdı ve sonunda
onlara, düşüncelerinin yanlış olduğunu vesîkalarla isbât etdi. Ne yazık
ki, kendisi, eski Yunan felesoflarının sapık fikrlerinin te�îrleri
altında kalarak Mu�ezilî oldu. 260 [m. 873] de, Bağdâdda vefât etdi.

Beşinci Abbâsî halîfesi Hârûnürreşîd[1] zemânında, Bağdâdda
(Dâr-ül-hikmet) isminde bir müessese kurulmuşdu. Bu müessese büyük bir
terceme bürosu idi. Yalnız Bağdâdda değil, Şâmda,Harrânda, Antakyada da,
böyle ilm merkezleri kurulmuşdu. Buralarda yunancadan ve latinceden
eserler terceme edildi.Hind, Fars kitâbları da bunlara eklendi.Ya�î
hakîkî (Rönesans) [Eski kıymetli eserlere dönüş] ilk def� Bağdâdda
başladı. İlk olarak Eflâtûnun, Porphyriosun, Aristotelesin [Aristonun]
eserleri arabîye terceme edildi. İslâm âlimleri �ahime-hümullahü
teâlâ�bunları dikkat ile tedkîk etdiler.Yunan ve Latin filozoflarının
ba�ı fikrlerinin doğru, ekserîsinin de hatâlı, bozuk olduğunu isbât
etdiler.Bunların, (Muhkem) olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler,
akllarına ve mantıklarına ters düşüyordu. Onların, fen ve din
bilgilerinin çoğunda câhil oldukları, aklın, fikrin anlıyamadığı
bilgilerde, dahâ çok yanıldıkları görüldü.Hakîkî âlimler, meselâ imâm-ı
Gazâlî, imâm-ı Rabbânî �ahime-hümallahü teâlâ� bu felsefecilerin en
mühim îmân bilgilerine inanmadıklarını görmüşler, küfrlerine sebeb olan
yanlış inanışlarını uzun uzun bildirmişlerdir. İmâm-ı Gazâlînin
(El-münkizü aniddalâl) kitâbında bu husûsda geniş bilgi vardır.

Hakîkî islâm âlimleri, kelâm bilgilerinde, (Müteşâbih) âyet-i kerîme ve
hadîslerin açıklamalarında, yalnız Resûlullahın �allallahü teâlâ aleyhi
ve sellem�ve Eshâb-ı kirâmın �adıyallahü teâlâ anhüm
ecma�n�ictihâdlarına uymuşlar, eski felsefecilerin bunlara uymıyan
fikrlerini red etmişler, böylece islâm dînini, hıristiyanlık gibi
bozulmakdan korumuşlardır. Câhil kimseler ise, felesofların her
sözlerinin doğru olacağını zannederek, bunlara teslîm olmuşlardır. İşte
böylece (Mu�ezile) denilen bozuk bir islâm fırkası meydâna geldi.
Peygamberimiz �allallahü teâlâ aleyhi ve sellem�islâmiyyetde yetmişiki
bozuk fırkanın hâsıl olacağını haber vermişdir. Yunan, Hind, Fars, Latin
felsefelerinden ilhâm alan, İbni Sînâ, Fârâbî, İbni Tufeyl, İbni Rüşd,
İbni Bâce gibi filozoflar zuhûr ederek, ba�ı bilgilerde Kur�n-ı kerîmin
hak yolundan ayrılmışlardır. İbni Haldûn[1], islâm ilmlerini (Ulûm-i
Nakliyye) [Tefsîr, Kirâet,Hadîs, Fıkh, Ferâiz, Kelâm, Tesavvuf] ve
(Ulûm-i akliyye) [Mantık, Fizik,Tabi�t,Kimyâ, Matematik, Geometri,
Mesâha,Münâzara ve Astronomi] adıyla ikiye ayırmışdır. Bunlardan
birincilere (din bilgileri), ikincilerden tecribe ile anlaşılabilenlere
ise (fen bilgileri) denir.

İmâm-ı Gazâlî �ahime-hullahü teâlâ�rumca öğrenerek eski yunan
felsefesini incelemiş, doğru bulmadığı yerlerini red
etmişdir.Hârûnürreşîd �ahime-hullahü teâlâ�zemânında islâm ilmlerine
karışdırılan felsefe, Montesquieu, Spinoza gibi filozoflara rehberlik
etmiş, bunlar �arabius�adını verdikleri Fârâbînin te�îri altında
kaldıklarını açıkça i�irâf etmişlerdir.

İmâm-ı Muhammed Gazâlî �ahime-hullahü teâlâ�yetmişiki fırkadan ilk zuhûr
eden şî� fırkasının Dâî�eri ile savaşdı. Dâî�er, Kur�n-ı kerîmin bir iç
yüzü (bâtını), bir de dış yüzü (zâhiri) olduğunu iddi� etdiler.Bunlara
(Bâtınî fırkası) ismi verilmişdir. İmâm-ı Gazâlî �ahime-hullahü
teâlâ�bunların felsefelerini kolayca yıkdı. Bâtınîler bu mağlûbiyyetden
sonra, islâmiyyetden dahâ ziyâde ayrıldılar. Ma�âları açık olmıyan
âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma�âlar vererek (Mülhid)
oldular. Siyâsî maksadları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki (Ehl-i
sünnet) müslimânlarının başına belâ oldular.

Şî�ler, Alî �adıyallahü teâlâ anh�tarafdârıyız diyerek, İslâm dînine
yeni bir felsefe karışdırdılar. Muhtelif fırkaları zuhûr etdi.Hâricîler
önceden Alî �adıyallahü anh�tarafdârı görünüp, sonra Ona düşman
oldular.Bunların i�ikâdına göre, (Büyük günâh işleyen mü�in, kâfir
olur). Bunun için, Alî ve Mu�viyenin �adıyallahü teâlâ anhümâ�kâfir
olduklarını iddi� etmişlerdir.Bu akîdeye [inanca] karşı, ortaya yeni bir
akîde dahâ çıkdı.Bunlar her şeyde akla tâbi�olarak, (Mü�inin mü�ini
öldürmesi gibi, çok büyük bir günâh işleyen kimse hakkında insanlar,
yeryüzünde, karâr veremez. Onlar hakkında, ancak Allahü teâlâ, âhıretde
hükm edecekdir. Onun için, bunlar ne mü�in, ne de kâfirdir) dediler.Bu
yeni akîdeye tâbi olanlara (Mu�ezile) adı verildi. Şî� fırkasından bir
de (Gâliye) [ya�î taşkınlar] fırkası zuhûr etdi ki, bunların akîdesine
göre, Cennet ve Cehennem dünyâda bulunmakdadır. Bunlar temâmen
kâfirdirler. İslâmiyyet ile hiçbir alâkaları yokdur.

İslâmiyyeti içerden yıkmak istiyen ingilizler, islâm ismi altında, yeni
bozuk fırkalar meydâna getirdiler.Bunlar arasında, Behâiyye, Kâdıyâniyye
ve Teblîg-ı cemâat fırkaları şöhret buldu. 35.ci sahîfeye ve (Se�det-i
Ebediyye) kitâbının 499.cu sahîfesine bakınız!

1 �BEHÂÎLER: Bunların reîsi Elbâb Alî isminde bir Îrânlıdır. Kendisine
ayna derdi. Bu aynada Allah görünüyor derdi. Ölünce, Behâüllah, sonra
bunun oğlu Abbâs reîs oldu. Abbâs 1339 [m. 1921] de ölünce, yerine oğlu
Şevkı geçdi.Behâullah, peygamber olduğunu söylerdi. Bunlara göre,
ondokuz adedi mukaddes imiş. Her ahlâksızlık şeref imiş. Her dilde
kitâbları vardır. Adam aldatmasını ingilizlerden öğrendiler.

2 �KÂDİYÂNÎLER: Bunlara Ahmedî de denir. Câmi�l-ezher üstâdlarından,
M.Ebû Zühre diyor ki, (Kâdiyânîliğin kurucusu mirzâ Ahmed, 1326 [m.
1908] de öldü. Lahor civârında Kadyan kasabasına defn edildi. Îsâ
aleyhisselâm yehûdîlerden kaçıp Kişmîre geldi. Kişmîrde öldü derler.
AhmedKâdıyânîye peygamber diyorlar. Kur�n-ı kerîm, yehûdîlerin ve
hıristiyanların hayrlı olduğunu bildiriyor. Bunun için, ingilizleri
sevmek ibâdetdir diyorlar. Cihâd emri bitdi. Bize kâfir demiyene biz de
kâfir demeyiz. Kâdiyânî olmıyana kız verilmez. Onlardan kız alınır
diyorlar). Kendilerine inanmıyan müslimânlara kitâbsız kâfir diyorlar.

Dîr-i zûr medresesi müderrislerinden allâme Hüseyn Muhammed �ahmetullahi
aleyh� Kâdıyânîlerin küfre sebeb olan sözlerini (Erreddü
alel-Kâdiyânîyye) kitâbında uzun yazmakdadır. Böyle ismler altında
gizlenen kâfirler, kendilerini müslimân tanıtıyorlar. Hıristiyanlarla,
yehûdîlerle münâkaşa ederek, islâmiyyetin hak din, biricik se�det yolu
olduğunu isbât ediyorlar.Buna aldananlar, hemen müslimân oluyorlar.
Fekat Behâîler,Kâdiyânîler, Şî�ler ve Vehhâbîler, bu zevallıları
aldatarak, kendi bozuk fırkalarına çekiyorlar.Nobel mükâfâtı almış olan
fizikci Abdüsselâm Kâdiyânîdir. Cenûb Afrikada, 1980 senesinde
hıristiyanlara karşı mücâdele ederek, onları islâmiyyete cezb eden,
Ahmed Didad de, Ehl-i sünnet değildir. Yeni müslimân olanların, Ehl-i
sünnetin hak yoluna, ebedî se�dete kavuşmalarına mâni�olmakdadırlar.

(Tesavvuf ehli): Hak yolda olan (Ehl-i sünnet fırkasından), Sôfîler
meydâna çıkdı. Bunlar felsefeye bulaşmadı.Kur�n-ı kerîmi tâm
anlıyabilmek ve hakîkî müslimân olmak için Peygamberimizin �allallahü
teâlâ aleyhi ve sellem�yalnız emr ve yasaklarına değil, her hâline ve
ahlâkına uymalıdır dediler.

Sôfîlerin yollarının esâsı şunlardır:

1) Fakîrlik, ya�î her işde, her şeyde Allahü teâlâya muhtâc olduğunu
bilmekdir. Hiç kimse ve hiçbir şey, hiçbir şeyi yaratamaz. Fekat, Allahü
teâlânın yaratmasına sebeb olurlar. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır
dediler.

2) Zühd ve takvâ, her işde islâmiyyete uymakdır. Dînin bütün ahkâmına
temâmen uyarak çalışmak, iyilik yapmak ve boş zemânlarını ibâdet ile
geçirmekdir. Bugün de sûfî kelimesi, (sofu) şeklinde, dîne çok bağlı
olan kimseler için kullanılmakdadır.

3) Tefekkür, sükût ve zikr, ya�î hep Allahü teâlânın varlığını,
ni�etlerini düşünmek, lüzûmsuz konuşmamak, hiç kimse ile münâkaşa
etmemek, mümkin olduğu kadar az konuşmak ve dâimâ Allahü teâlânın ismini
zikr etmekdir.

4) Hâl ve makâm, ya�î kalbe gelen nûrlarda, kalbin, rûhun temizlenme
derecesini anlamak ve kendinin haddini bilmekdir.

En meşhûr ve ilk sûfî Hasen-i Basrîdir �adıyallahü teâlâ anh� 21 [m.
624] de tevellüd ve 100 [m. 727] târîhinde vefât etdi. Hasen-i Basrî,
öyle büyük bir din âlimidir ki, bütün müslimânlar büyük bir imâm
[müctehid] olarak tanırlar. Kuvvetli seciyesi, derin ilmi ile meşhûrdur.
Va�larında herkesin gönlüne Allah korkusu telkîn etmeğe çalışmışdır.
Kendisinden birçok hadîs-i şerîf rivâyet edilen büyük bir hadîs
âlimidir. Mu�ezile felsefesinin kurucusu (Vâsıl bin Atâ), önce Hasen-i
Basrînin talebesi idi. Sonra, onun dersinden ayrıldı. (Mu�ezil), ayrılan
demekdir. (Mu�ezile)nin ikinci bir ismi, (Kaderiyye)dir. Çünki bunlar,
kaderi inkâr ederler. (Kul kendi yapdıklarının yaratıcısıdır. Allah
hiçbir zemân fenâlık yaratmaz. İnsanın irâde ve yaratmak kudreti vardır.
O hâlde bir fenâlık yapmışsa, bütün mes�liyyet ondadır.Bunu kader veyâ
mukadderât ile te�îl etmek imkânı yokdur) demekdedirler.Hasen-i Basrînin
talebesi olan ve dâimâ onun meclisinde bulunan, Vâsıl bin Atâ,
kaderiyye düşüncesini ortaya çıkardı. Onun için, kadere inanan, Hasen-i
Basrî, onu yanından uzaklaşdırdı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
İslam Dininde Felsefe Var Mıdır ?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İslam Dininde Temizlik - Slayt Belgesi
» Avrupa'nın İslam düşmanlığı bitmiyor

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: