ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
UltrAslan Tarihi Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
UltrAslan Tarihi Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 UltrAslan Tarihi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258092
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
UltrAslan Tarihi I231076_gsli

UltrAslan Tarihi Empty
MesajKonu: UltrAslan Tarihi   UltrAslan Tarihi EmptyC.tesi Eyl. 26, 2009 7:17 am

UltrAslan Tarihi B177814ultraslan




BU YAZI
TRIBUN DERGISINDEN ALINMADIR.

Aralık
2000 ayının sonlarında, telefonla gelen bir davete katılmak için
Taksim'e, Ceylan Intercontinantel Oteli'nin toplantı salonuna doğru
yola çıkarken böyle bir oluşumun ilk nüvesinin atılacağı bir sürecin
başlayacağını elbette bilmiyorduk... Toplantı salonunda, ismen davet
edilmiş 63 kişi vardı. İyi giyimli, orta yaş kuşağı Galatasaraylılar
bir yandan açık büfe kahvaltıda bir şeyler atıştırarak sohbet ediyor,
bir yandan da standda kurulmuş bazı grafik çalışmaları gözden
geçiriyordu...

Bu toplantı nereden çıkmıştı? Kimler
Galatasaray tribünlerinin önde gelen isimlerini buraya toplamayı akıl
etmişti? Ve en önemlisi, bu toplantı neden yapılıyordu?

Salonun
ucuna kurulmuş kürsüde 9 kişi vardı. Bunlardan ikisiyle toplantıdan
önceki günlerde tanışmış ve bir yemek yemiştik. Bana bu oluşumun
nedenlerini anlatmışlar ve birbirimizi yakından tanımıştık. Açıkçası,
Galatasaray tribünlerinin "eskilerinden" sayılmazdım. İstanbul'a
Ankara'dan geleli daha 15 yıl olmuştu! Yıllarca, kapalı bir arkadaş
çevremle sessiz sedasız Kapalı'ya, maçlarıma gider gelirdim. Kendimize
biz de bir grup kurmuş, adını da GSDP (Galatasaray'lılar Düşünce
Platformu) koymuştuk. Epey kalabalık bir e-mail listemiz vardı (hâlâ
var). Daha çok dergi-kitap-çeviri-yazı-çizi faaliyetleriyle
uğraşıyorduk ama tribünlere de, özellikle kendi ellerimizle
hazırladığımız "sopalı pankart"larla (Fenerbahçe maçında) bir renk
getirdiğimize inanıyorduk (dergi de bu grubun öncülüğünün eseridir
zaten)...

Kapalı tribün, bu stada ilk adımımı attığım 1986
yılından bu yana, benim için bir mitti. Bizim grup gibi, birçok farklı
arkadaş grubu tribünlerde yer alır, herkes kendine göre takımını
desteklerdi. Kimisi bağırır, kimisi pankart yaptırır, kimisi maçtan
önce toplanarak geyik yapmaktan, sohbet etmekten hoşlanır...
Birbirimizi sima olarak elbette tanırdık ama genellikle konuşmazdık;
belki simadan tanımanın getirdiği selamlaşmalar, ama hepsi o kadar...
Herkesin yeri bellidir, arkadaşları da bellidir. Orada herkes
Galatasaray için vardır. Birbirimizi tanımasak da olur düşüncesi...
Bizim grup gibi diğer gruplar da Kapalı'nın ortası denilen, sürekli
bağıran grubun yer aldığı bölgeye uzaktı. Orada Galatasaray'ın
amigoları bulunurdu. Tanımadığımız, bir efsane gibi, tedirgin ve
çekingenlikle ismi telaffuz edilen isimlerin hakimiyetindeki Göbek...
Birtakım isimleri duymuştum elbette... Örneğin Sebahattin'i... Ama
onlardan hiçbirisiyle tanışmamıştım. Arkadaş grubumuz için Galatasaray
maçlarına gelmek, her şeyden önce bir görev değil, bir keyifti. Evet,
Galatasaray'ı gündelik hayatımızın içinde biz de dolu dolu yaşıyorduk
elbette... Ama "oradakilerin", yani Kapalı'nın göbeğindekilerin
Galatasaray'ı bizim gibi yaşadıklarini pek düşünmüyordum.

Ayrıca
sürekli bağırıyorlardı. Böyle bir "nefes gücü"ne sahip olmadığımız için
ve daha da önemlisi bağırmanın dışında maçı da seyretmek istediğimiz
için o grupla uyuşamazdık. İkincisi, bilmesek de, sezgi yoluyla bu
"kemik grup"un, deplasmanlara da giden insanlar olarak, kulüp
yönetimiyle yakın ilişkide olduklarını düşünüyorduk... Bu bize "ters"
geliyordu... Bazen ortada hiçbir şey yokken, en kritik maçlarda
birdenbire yönetim aleyhine bağırdıklarını duyardık (Juventus maçı).
Takımın hayatî bir maçında böyle bir tavır, "dava"larını da
bilmediğimiz için bizi iyice rahatsız ederdi. Ve diğer bir dolu
etken... Farklı giyinişleri (sarı kırmızı hiçbir işaretleri yoktu!),
bağırmayanlara karşı takındıkları sert tavırlar, futbol dışında
hayatlarında hiçbir şey olmadığını düşündüren davranışlar vs...

Ama
işte o gün, karşımızdaki kürsüde yan yana dizilmiş olarak Kapalı'nın
Gobeği'nin emektar elemanları oturuyordu. Ve son yılarda bizim de
hissederek aramızda tartışmaya başladığımız "başarı yorgunluğu"nun
olumsuz etkilerini bir sorun olarak bizimle paylaşmak istediklerini
anlatıyorlardı.

Açıkçası, Kapalı'nın ortası hakkında o zamana
kadar bizim algıladıklarımızın sorgulanması için bu toplantının
yapılmış olması bile yeterliydi!

İlk önce bir video gösterisi
yapıldı. Işıklar söndü ve salonda 63 kişi Galatasaray'ımızın 15 yıllık
tarihini izlemeye başladık... Tribünleri seyrettik. Salkım saçak
Kapalı'yı, kulakları titreten tezahüratları ve bütün gösteri boyunca
salona yansıyan "heyecanı"...

Evet, bu "heyecanı" biz
yaşamıştık. Videoda gösterilen tribünlerde yer alan insanlar bizlerdik!
O tezahüratı biz yapmıştık! O pankartları biz asmıştık! O delice
heyecanı ve coşkuyu biz duymuştuk! Ama yıllar geçmiş, biz yaşlanmıştık.
Peki, ama o coşkuya ne olmuştu? Oysa ki 10 yıl once, Galatasaray,
bugünleri hayal bile edemeyeceğimiz kadar sportif olarak gerideydi. Biz
başarıyla daha da coşkulanacağımıza, kendimizi adeta salmıştık. Maç
seçmeye başlamış, bağırmasak da galibiyetten emin olmuş, artık birer
"seyirci" gibi maçları seyretmeye başlamıştık.

Elbette,
varolan bir şey bu kadar çabuk yok olup gitmez. Bazen Kapalı, çok
kritik maçlarda birdenbire eski ruhuna bürünür... Baygın baygın maç
seyrederken, bir düdük ya da bir sertlik karşısında tribünler, sanki
yüz yıllık uykusundan aniden uyanmışçasına aniden patlar,
Avrupa'lıların "cehennem" dediği atmosferi yeniden bize yaşatır... Ama
artık o "hell" belli anlara sıkışmıştır. 3-2'lik Milan maçının son 20
dakikası gibi... (Bazen "Galatasaray, UEFA Kupası'na giden süreçte
hiçbir zorluk yaşamadan Ali Sami Yen'de maçlarını oynadığı için mi
böyle olduk?" diye düşünüyorum. Deplasman maçları genellikle turun ilk
ayağı oluyordu ve daha orada turu garantiye alarak İstanbul'a
dönüyorduk! O rahatlık duygusu futbolcularla birlikte bize de geçmişti
sanki. Dortmund, Bologna, Mallorca maçları örneğin...)

Toplantıda
video, bomboş tribünlerde oynanan bir lig maçımızla sona erdi. Dramatik
etkiyi artırmak için seyircisiz oynanan Gaziantep maçını da
eklemişlerdi videoya... Manchester United'ı eleyerek şampiyonlar
Ligi'ne ilk kez kaldığımız yıldaki tribünlerin görüntüsü ile son
görüntüler, yaşanan tezatı çok açık seçik ortaya koyuyordu gerçekten...


Işıklar yandı ve kürsüde 9 kişi sırayla konuşmaya başladı.
Takımın başarısına ters oranlı giden tribünlerden bahsettiler...
Tribünlere gelen insanların artık birbirlerini tanımadıklarını, kopuk
olduklarını anlattılar. Bu bir sorundu ve bu toplantı bu sorunu
tartışmak ve eğer varsa çözüm yolları geliştirmek için düzenlenmişti.
Toplantıya katılanların her biri Kapalı'da yer alan değişik grupların
temsilcilerindan seçilmişti... 63 kişinin her biri elbette ki bir grubu
temsil etmiyordu. Aynı gruptan 2-3 kişi de gelmişti... Ama sonunda
Kapalı'ya düzenli gelenlerin tümü oradaydı...

Benim gözlerim
ise, Kapalı'nın Göbeği'nin gerçek temsilcilerini/liderlerini arıyordu.
Çünkü böyle bir toplantıya bir grup olarak onların da davet edilmesi
gerektiğini düşünüyordum. Arka sıralarda oturanları görünce içim
rahatladı. Onlar da oradaydı. Belki gözlemci olarak, belki isteyerek,
belki "nedir, bi bakalım hele" diyerek... Ama gelmişlerdi...

Neden
"rahatladım" diye ifade ettiğimi, Galatasaray Kapalısı'nın tarihini
bilenler çok iyi anlayacaktır. Bundan üç yıl önce de Galatasaray
Kapalısı'nda bir grup kurulmuştu. Adı Aslanlar'dı. Tek tip forma
yaptırmışlar, bando, davullar ve rengârenk bayraklarla Galatasaray
tribünlerinin havasını birdenbire değiştirmişlerdi. O zaman oluşan
olumlu havayla, herkes birer "Aslanlar" grubu üyesi olmuştu... Ama
sonra kimse ne olduğunu anlayamadan, bir gün aniden grup ortadan
kalktı. Önde görünen isimleri maçlara gelmez oldu... Kulaktan kulağa
yayılan dedikodulardan anlaşılıyordu ki, Aslanlar Grubu, Kapalı'nın
ortasıyla gereksiz bir rekabete girmişti... Ve bu gereksiz rekabet,
elbette güçlünün galibiyetiyle bitmişti.

Kişisel olarak
fikrim, yeni bir grubun ortaya çıkabilmesi için Kapalı'nın ortasının da
içinde olduğu bir oluşumun olmazsa olmaz başlangıç noktası
olabileceğiydi. Bu yüzden "rahatlamıştım". Kendilerini tanımamama
rağmen ve yukarda da anlattığım gibi birçok bana "ters" gelen olay,
davranış ve tavırlarına şahit olmama rağmen...

Çünkü bir
trübün müdavimi olarak haklarını teslim etmem hiç de zor değildi. Onlar
olmasaydı, Kapalı'da organize bir tezahürat olması mümkün değildi (her
ne kadar tezahüratın içeriğini tartışmaya açıksam da...). Yine onlar
olmasaydı, Galatasaray'ın özellikle İstanbul deplasmanlarında seyirci
bulması zordu... Bizim gibiler için, örneğin bir Kadıköy deplasmanına
gitmek için, onların organize güçlerini bilmek ve hissetmek cesaret
vericiydi.. Kavga etmekten hoşlanmayanlar için önümüzde "caydırıcı" bir
güç olduğunu bilmek sonuçta rahatlatıcı bir şeydir. Yine onlar
olmasaydı, özellikle son dönemlerde Galatasaray'a gönül vermiş
gençlerin maçlara girebilmesi mümkün değildi. Evet, belki bizim gibi
para verip bilet almıyorlardı ama aldıkları biletleri, çevrelerine
toplanmış, bizim "apachi" dediğimiz genç ve enerjik Galatasaray'lılara
veriyorlardı ve maçlara girmelerini sağlıyorlardı... Bugünkü kombine
düzeninde ve varolan bilet fiyatlarıyla özellikle genç ve yoksul
Galatasaray'lıların maçlara girmesi imkânsızdır. Kapalı'nın ortası, en
azından bu konuda geçici de olsa bir çözüm getiriyordu... Eğer gençler
de olmasa, Galatasaray Kapalısı, bizim gibi hali-vakti yerinde, orta
yaş civarında, "fazlasıyla" deneyimli bir orta yaş kuşağından
oluşacaktı ki, böyle bir durumda tribünün enerjisinin çook aşağılara
çekileceği de açıktı.

Toplantıda Kapalı'nın ortasının
temsilcilerini gördüğümde rahatlamamın elbette bir başka nedeni daha
vardı. Çünkü kişisel olarak, Galatasaray tribünlerine bu kadar olumlu
katkı yapan bir grubun, eğer aynı tarzda devam ederlerse kaçınılmaz
olarak doğal ömürlerini tamamlayacağını düşünüyordum. Gelişmeye açık
olmadan, tamamen kendi içerisinde kapalı devre yürüyen grupların sonu
gibi... (Hatta, bu toplantıdan epey önce, şimdi ultrAslan Genel
Koordinatörü olan Alpaslan Dikmen, arkadaşlarıyla birlikte Reis ve
arkadaşlarına sunulmak üzere Avrupa tribünlerindeki gelişmeleri
gösteren bir "slide-show" hazırlamaya bile girişmişlerdi.)

Kapalı'nın
ortasının, artık gelişen tribün kültürüne bir şekilde ayak uydurması
gerekiyordu. Günümüzde tribün yükünü çeken kalabalık taraftar
gruplarının organizasyonu neredeyse yaşayabilmek için bir
zorunluluktur. Bu taraftar grupları, artık kendilerini bir isimle
anıyorlar her şeyden önce. "Fossa del Leone" gibi, "Brigade" gibi... Bu
sayımızda yer alan İlker Taşlıyurt'un İtalyan taraftar gruplarının
analizinden de daha ayrıntılı okuyacağınız gibi, kendi finansmanını
kendi sağlayan, gelişmeye ve yaratıcılığa açık, organize hareket
halindeler... Sadece Galatasaray tribünleri için değil, bütün Türkiye
tribünleri için de aslında böyle bir kopuşa gereksinim var (ve ilk
emareleri de görünmeye başladı).

Basında sık sık belirtilen
"paralı amigolar"ın yerini artık yeri yurdu belli, organizasyonuyla
açık gruplar almalı. Bu "teorik" düşüncelerim doğruysa eğer, eski,
geleneksel yöntemlerle devam ederse Kapalı'nın ortasının da doğal sonu
yakındı ve bu da Galatasaray tribün gücü açısından gerçekten yıllarca
onarılamayacak bir yıkım etkisi yaratırdı. (Çünkü bir liderlik
hiyerarşisi içinde kurulmuş bir taraftar grubunun, bu konuda kendisini
takip edenlere, başlangıçta sunduğu "şeyler" neyse, bunu devam
ettirmesi gerekir. Bu vaatler, artık grup üyesi için adeta grup üyesi
olmanın ön koşulu haline gelir bir süre sonra... Bu kadar "zayıf" bir
aidiyet hissinin günümüzde devam ettirilmesi bana imkânsız geliyor...
Bir gün gelir, örneğin bilet bulamadığınız için, grubunuzun has üyeleri
sandığınız insanlar birdenbire yok olur. Bu belki bugün değil, ama
gelecekte muhakkak olacaktır. O zaman yapılması gereken şey: Grubun
üyesi olma "nedenlerini" yeniden tanımlamak ve bunu organize etmektir.)


Aralık sonunda düzenlenen toplantının bu yolda atılmış önemli
bir adım olduğu daha sonraki gelişmelerle ortaya çıktı. O gün akşamın
geç saatlerine kadar konuşulan konular arasında bunlar da vardı.
Özellikle, toplantıyı düzenleyenlerin Galatasaray Kapalısı'nın en
eskilerinden olması, neredeyse tümünün bir dönem (ve hâlâ) Kapalı'nın
ortasından çıkmış olmaları, bu yumuşak geçişi sağlayabilirdi. (Zaten
toplantı düzenlenmeden önce yapılan görüşmelerde bu konuda ortak bir
noktaya gelinmişti.) Toplantıda talihsiz Aslanlar Grubu oluşumu dahil
her şey açık açık tartışıldı. Hatalar ortaya kondu çekinmeden. Bu kadar
verimli ve hatta "acımasız" bir özeleştirinin yapılabildiği ve daha da
önemlisi, sonunda "ortak" bir "devam" kararının çıkabildiği bir
toplantı zannediyorum herkese kısmet olmaz... Toplantının düzenleyicisi
olan arkadaşlarımız, daha sonraları " biraz tedirgindik; bir fiyaskoyla
sonuçlanmasından, herkesin kendi yolunda gitme kararı vermesinden
endişe ediyorduk" diyerek o günlerdeki ruh hallerini çok güzel ifade
diyorlardı...

İsim nasil kondu? Ne ifade ediyordu?
Birinci
toplantıdan yenilenmiş bir heyecanla çıkan insanlar, aradan geçen bir
ay zarfında Yeni Oluşum adını çevrelerine duyurmuşlardı bile... Hemen
kapalı bir "mailing-list" kurularak toplantıda oluşan heyecanın
sürekliliği sağlandı ve etkili bir iletişim kanalı yaratıldı. (İlk bir
haftada listeye gelen mail sayısı 1.000'e yaklaşmıştı!)

Kulaktan
kulağa dolaşan "yeni grup kuruluyor" sözleri, tribün müdavimlerinde
ölçülü bir olumlu hava yaratmıştı. Ölçülüydü, çünkü geçmiş deneyimler,
eski çekişmeler insanların hafızalarından henüz silinmemişti.
Olumluydu, çünkü herkes böyle bir oluşumun artık gerekliliği konusunda
hem fikirdi. İlk toplantının resmî gündeminin dışında alınan ve
oybirliğiyle kabul edilen en önemli kararı belki de şuydu: "Galatasaray
tribünlerinde yeni ve beyaz bir sayfa açıyoruz. Kimse bu oluşumu,
geçmişle kıyaslamasın ve karıştırmasın..."

Ama en önemli karar
ise şuydu: "Bu oluşumun başlıca hedefi, tribün gruplarının birbirlerini
yakından tanımasını, tanışmasını, birlikte hareket etmesini
sağlamaktır."

Evet, bu hedef bence her şeyin ötesinde, en
önemli hedefti... Kişisel açıdan ele alırsam, yıllarca uzak durduğum
gruplarla bu platform aracılığıyla tanışabilecektim. Onlarla
tartışabilecek, onları dinleyebilecektim. Bugüne kadar eleştirdiğimiz
birçok konuyu artık doğrudan aktarabilecektık. Aynı şekilde bize uzak
olanlar da fikirlerini, projelerini, eleştirilerini arkarabilecek,
bizler hakkında ne düşündüklerini ifade edebileceklerdi. Ortak payda
tekti: "Galatasaray sevgisiyle Galatasaray tribünlerini dünyanın 1
numaralı tribünü yapabilmek..."

Yeni Oluşum, bu vizyonun
gerçekleşmesi için gerekli kafa gücünü, yaratıcı gücü, maddî gücü ve
kas gücünü biraraya getirecekti. Bu coşkuyla, isim önerileri arasında
en radikal olanı yani ultrAslan kabul edildi. (Bu mükemmel ismi öneren,
Kapalı'nın yıllanmış "şarabî eşkiyası" Alp Özgör'ü burada anmadan
geçemeyeceğim.) Gala's ismi de çok oy alan 2. isim oldu. (Gala,
bildiğiniz gibi, yurtdışında Galatasaray adının kısaltılmışı olarak
biliniyor ve epey yaygın bir ad. Öneriyi yapanlar, sadece "yerel"
değil, evrensel düşünmüştü.)

Ultra adını bir şekilde gruba
vermenin nedeni neydi? Bilindiği gibi "ultra", aslında Avrupa'da
başlamış ve giderek yayılmış uluslararası bir taraftar hareketi. Bu
sayımızda, "ultra" hareketinin manifestosunun tam çevirisini
yayınladık. Oradan da anlaşılabileceği gibi, "ultras" hareketi,
takımına duyduğu bağlılığı oldukça radikal bir temelde kavrayan bir
akım. Yeni Oluşum'un elbette, başlangıçta kendisine koyduğu hedefler
arasında bu düzeyde bir radikallik söz konusu değildi. Dahası,
hedefleri arasında "fair-play" olan bir taraftar hareketinin
"holiganizmi" desteklemesi elbette söz konusu olamaz. Ancak, Yeni
Oluşum'un kurucularından Mehmet Aktop'un da bu sayımızdaki söyleşimizde
bahsettiği gibi, "onurlu ve gururlu bir taraftar grubu" olabilmenin
yolu bir grup olarak davranmaktan geçiyor. İşte ultrAslan, bu vurguyu
güçlendirmek açısından seçilmişti. Ayrıca Türkiye'de ilk kez "ultras"
hareketinin bağımsız bir devamı olarak ismiyle boy gösterecekti.
Dahası, hareketin "yeni"liğini göstermesi açısından da doğru bir isim
bulunmuştu. Ayrıca isimdeki "aslan" vurgusu da Galatasaray
tribünlerinin "alamet-i farikası" olan bu soylu "kral"ın adını
kullanmaktan, sırf eskiden yaşanmış başarısız bir deneyimi
hatırlatmasın boş-endişesiyle vazgeçilmediğini de göstererek olumlu bir
adımı işaret ediyordu. İkinci toplantıda ayrıca kuruluş sürecinin
yükünü taşımak üzere toplantıyı düzenleyen ekibin tümünün katıldığı
geçici bir yönetim kurulu oluşturuldu. Ayrıca 29 Mart'ta, genişletilmiş
bir toplantı kararı alındı.

Hızlı Başlangıç
ultrAslan,
ismini aldıktan sonra "tribün"e çok hızlı bir giriş yaptı. 14 Şubat
Sevgililer Günü'nün Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde kendi evinde
oynayacağı Deportivo maçına denk gelmesi, ultrAslan'ın ilk tribün
organizasyonunu gerçekleştirmesine ilham kaynağı oldu. Kapalı'da açılan
dev kalp tasarımlı bayrak, hem Sevgililer Günü'nde taraftarın takımına
mesajını veriyor hem de tribünlerde ortaklaşa dayanışmayla, öncesi ve
sonrasıyla muhteşem bir organizasyon gerçekleştiriliyordu. Aynı akşam,
organizasyon ve ultrAslan hakkında hazırlanan broşürler tribünlere
dağıtıldı. Kapalı taraftarı ultrAslan ismiyle ilk kez orada tanıştı.

ultrAslan'ın
ikinci büyük "tribün show" etkinliği Galatasaray'ın şampiyonlar
Ligi'ndeki kritik Milan maçı için düşünülen dev bayrak oldu. Bu bayrak,
ülkemizin bu ölçekteki ilk bayrağı olarak tarihe geçti. Açık tribünün
tümünü kapsayan bu bayrak, 4.500 metrekare boyutlarında, 1,5 ton
ağırlığındaydı. Gerek stada taşınması, gerekse sık sık yapıldığı gibi
"kurdela" olmadan açılması, önceden iyi planlanmış bir organizasyon ve
geniş katılımlı işbirliği gerektiriyordu. Tüm ultrAslan'lar, 13
yaşından 60 yaşına kadar herkes, bu organizasyonda elbirliğiyle, yağmur
altında yılmadan çalıştı ve sonuç tüm dünya basının ertesi gün övgüyle
bahsettiği büyük "tribün show" oldu...

Bu organizasyon,
taraftarın kendi gücüyle, masraflı bir organizasyona "sponsor"
bulmasının da ilk örneği olarak tarihe geçiyordu. Bayrakta Telsim
logosunun bulunması, özellikle rakip taraftar arasında "bunlar yönetim
destekli" düşüncesinin doğmasına yol açmıştı. Oysa ki böyle bir şey söz
konusu değildi. ultrAslan'ın yöneticileri kendi çabalarıyla bu ilişkiyi
kurmuşlar, hatta Arjantin takımı Racing Bandera'nın benzer bir tribün
show'unun resmini Galatasaray'a uyarlayarak yapılan maket çalışmasıyla
Telsim'e gidilmiş ve olumlu kararın çıkması sağlanmıştı. (Daha komiği,
Telsim söz verdiği maddî desteğe de uymamış ve bakiyenin yarısını
vermemişti!)

Milan maçı için yapılan hazırlıklar sadece büyük
bayrakla sınırlı değildi. Daha ultrAslan doğmadan önce bir Fenerbahçe
maçında Kapalı'dan bir grubun hazırladığı, İtalyan tribünlerini
anımsatan sopalı pankart çalışması, bu sefer ultrAslan adıyla bir kez
daha -üstelik daha da genişletilerek- ortaya çıktı. Ülkemizde ilk kez
bu ölçekte (yaklaşık 720 adet) sopalı pankart hazırlanmıştı. Her biri
özgun birer "art-graffiti" olan pankartlar, taraftarın takımına olan
sevgisini ve günceli yansıtıyordu. Pankartçıya sipariş etmeden,
"formal" standartlara teslim olmadan gerçek yaratıcılığı yansıtan
sopalı pankartlar, her zaman olduğu gibi Türkiye basınının ilgisini
çekmedi. Ama şampiyonlar Ligi maçlarına gelen yabancı gazeteciler,
ertesi günkü ve sonraki baskılarında Ali Sami Yen Cehennemi'ni yansıtan
fotoğraflarında ultrAslan'ın sopalı pankart resimlerini kullanıyordu.
ultrAslan'ın bu organizasyonu, bu etkinliğin en yaygın uygulandığı yer
olan İtalya'da bile yankı buldu ve İtalyan taraftar siteleri,
Galatasaray tribünlerindeki etkinlikleri kendi aralarında uygulama
konusunu tartışmaya başladılar. (Bir not: Hazırlanan yüzlerce sopalı
pankart, Galatasaray'ın stattan sorumlu yetkilisinin "işgüzarlığı"
yüzünden, stada sokulamadı. ultrAslan'nın yönetimle girdiği bu diyalog
maçın başlamasına çok az kala olumlu sonuçlandı, ancak sopalar çoktan
Mecidiyeköy Karakolu'nun yolunu tutmuştu bile! Kulüp yönetiminden
gösterilen bu tavır, sonraki günlerde ultrAslan tarafından sert bir
mektupla protesto edildi. Ancak daha sonra iletişimisizliğin
işgüzarlıkla birleştiği anlaşıldı. Nitekim, ondan sonraki maçlara
sopalı pankartlar rahatça girebildi. Kulüp yönetimiyle karşılaşılan bu
ilk ciddî sorunun böyle aşılması, ultrAslan'ın artık ciddî bir muhatap
olarak kabul edildiğinin de bir göstergesiydi.)

Ama ultrAslan,
en anlamlı (futbolu da aşan), gerçek etkinliğini, hiç umulmayan bir
alanda, basketbolda gösterdi. Internet kanalıyla bir zincir oluşturan
ilk ultrAslan kurucuları müthiş bir dayanışma örneği gösterdiler ve
Ahmet Cömert'i yavaş yavaş doldurmaya başaladılar. Basketbol takımı
için bu destek büyük bir itici güç oldu. O zamana kadar küme
düşmesinden bahsedilen basketbol takımı, arkalarındaki binlerce kişilik
ultrAslan desteğiyle inanılmaz bir performans gerçekleştirerek tehlike
sınırından çıktığı gibi, play-off'lara kaldı ve ardından da çeyrek
finale yükseldi. Elendiği takımın Türkiye şampiyonu olması,
takım-taraftar bütünleşmesinin varabileceği noktayı çok güzel
örnekliyordu.

ultrAslan'ın tüm Türkiye kamuoyu tarafından
tanınmasına yol açan en büyük etkinlikler, Nisan ayında Fanatik ve
Fotomaç gazetelerinde yayınlanan basın ilanları ve hemen ardından
önemli ulusal kanallarda yayınlanan televizyon programları oldu.
Özellikle basın ilanları, spor basınının "unutturmaya" çalıştıklarını
yeniden tartışmaya açtı. İlanların arkasından yazılan övgü dolu
yazılar, makeleler, tebrikler ve değişen gündem, ultrAslan'ın adının
yaygınlaşmasını ve kamuoyunun gündemine girmesini sağlıyordu. Fahriye
Yen ziyaretleri, o sıralarda ayağı kırılan minik takımın kaptanı için
hazırlanan internet sitesi, deplasmana otobüs kaldırılması, kimsesiz
çocukların Beşiktaş maçına götürülmesi, 17 Mayıs'ın yıldönümü yürüyüşü
ve Florya ziyareti gibi etkinlikler ultrAslan'ın tribünler nezdinde
prestijinin daha da artmasına yol açtı.

Kurucular Kurulu'na
verilen kontenjan referanslarıyla 27 Mart'ta Park Cafe'de yapılan 320
kişilik Genişletilmiş Toplantı, ultrAslan felsefesinin ayrıntılı bir
biçimde tartışıldığı ve geleceğe yönelik önemli kararların ortaya
çıktığı coşkulu bir başlangıç noktası oldu. Toplantıya Kapalı'da yer
alan tüm gruplar katılmıştı. Salonda esen coşkulu hava, yeni
başlangıcın gerçekten enerjik olacağını gösteriyordu. Toplantıya
katılanlar arasında Fatih Altaylı ve Kenan Doğulu gibi tanınmış isimler
de göze çarpıyordu. ultrAslan, bu tarihten sonra internet'te tüm
kurucuları biraraya getiren bir "mailing list" oluşturdu, daha sonra da
ultrAslan.com sitesini kurdu.

Sorunlar, Sorular
Buraya kadar
Gelelim
esas soruya... Bütün bu kuruluş dönemi boyunca, başlangıçta özlenen ve
beklenen grup olma ruhu oluştu mu? Bu soruya hemen evet yanıtı vermek
veya kestirmeden "hayır" demek bana güç geliyor.
Evet, geçtiğimiz
yılın Aralık ayındaki duruma göre çok büyük adımlar atılmış durumda.
İnsanlar artık birbirlerini toplantılardan, buluşma yerlerinden (grubun
yeni buluşma noktası Match Cafe oldu) birbirlerini tanıyorlar... şahsen
tanışmayanlar ise, internet'ten birbirlerinin isimlerine aşinalar...

Ancak
ultrAslan'ı zorlayan bazı problemler varlığını sürdürüyor. Maddî
problem bunlardan birincisi... Gönüllü yardımlarla ayakta duran bir
taraftar grubu olarak, ultrAslan hâlâ planladığı etkinlikleri gönül
rahatlığıyla yapabilecek güce sahip değil... Büyük bir heyecanla
kurulmaya başlanan dernek merkezi, hem kısa sürede oluşan enerjinin
hemen tümünü almaya başladı hem de oluşmaya başlayan bürokrasi yüzünden
maddî bir süreklilik kaygısının ön plana getirilmesine yol açtı.

Daha
bir ay önce birbirleri arasında faaliyetlerden/projelerden bahseden
ekip, birdenbire buzdolaplarından, ödenecek depozitlerden bahseder
oldu. Üstelik bu sürecin uzun sürmesi, sanki ultrAslan'ı
yönlendirenlerin başka hiçbir şey yapmadıkları gibi bir izlenim
oluşmasına yol açtı. Ayları, hem de çok kıymetli sezon öncesini sadece
bürokratik işlerle geçirmekle harcamak ne kadar doğruydu? Burada bir
işbölümüne gidilemez miydi? Ortada görünen ve yetkili ağızlardan
tartışılan konular sadece büro, aidat vs. konular yerine grup olmanın
gerektirdiği aslî sorunlar olamaz mıydı? Eğer bir gereklilik ise -ki
öyleydi- bürokrasi arkadan ve daha sessizce, bir ekip tarafından
kurulmaya devam ederken, oluşan enerjinin sezon başına örgütlü bir
biçimde yönlendirilmesi ve grup olmayı sağlayacak etkinliklerin ön
plana getirilmesi daha iyi olmaz mıydı?

Bu sorular pek ifade
edilmese de bir rahatsızlık unsuru olarak kalmaya devam ediyor.
Özellikle gençlerin enerjisinin, ultrAslan'ı daha hızlı hareket
edebilir hale getirecek örgütlenmenin, yukarıda saydığım gündelik
dertlerle soğurulması ciddî problemler yaratıyor. Hem maddî olarak hem
de etrafta bu kadar "insan" varken, iş zamanı geldiğinde herkesin
ortadan "kaybolması" anlamında...

Bir basın ilanı için ilk
günlerin heyecanıyla bir anda 2,5 milyar lira parayı onlarca kişiden
bir telefonla toplayabilen bu harekete, aradan bunca ay geçtikten sonra
mutad gelir kanallarının açılmış (en azından zorlanmış) olması
gerekirdi. Sadece aylık cüz'î gönüllü bağışlarla hayal edilenlerin
gerçeklemesi mümkün değil. ultrAslan'ın çok güzel bir adı var ve
"markası" da artık oluştu. Bildiğim kadarıyla isim de tescil edilmiş
durumda. Bunu kullanabilme becerisi, belki de ultrAslan'ın ihtiyacı
olduğu malî bağımsızlığın en önemli kanalı olacak. Bu konuda
çalışmalara hız vermek gerekiyor. Sezon başında yaptırılan bazı tişört
ve forma satışlarından umulanın altında gelir elde edildiğini
duyuyoruz. Belki ekonomik buhranın bunda da etkisi vardır. Bu gelir
düzeyiyle, ultrAslan'in kendine yarattığı bürokrasiyi ancak
yaşatabileceği ortada...

Ama ultrAslan'ın sezon başında
namının, gücünden daha önde gitmesinin getirdiği bir yenilik de oldu.
Tarihî Galatasaray Kapalısı'nın ortasının adı "ultrAslan tribünü"
olarak değiştirildi. Bir taraftar grubu için bir takımın stadına adını
vermek çok önemli bir gelişme olarak gösterilebilir. Hele Galatasaray
gibi taraftarına pek önem vermeyen bir takım için...

Yönetimin
yaptığı böyle bir "jest"in kombine satışlarını artırmaya yönelik bir
hesaba dayandığını görmemek mümkün değil. Üstelik, paradoksal bir
biçimde o tribünlerin adını ultrAslan koyup bir yandan da en pahalı
fiyatı oraya koymak (450 milyon lira), daha da kötüsü, o tribünlere
"numara" koymak, başlangıçta haberi alarak sevinen birçok ultrAslan'ın
hevesini kursağında bıraktı.

Oysa ki, bu sezon için düşünülen,
daha ilk toplantıda konuşulmuş olan en temel şey, grup ruhunu
oluşturacak en önemli adım, Kapalı tribünün tamamının numarasız
yapılması ve ücretinin düşük tutulması, tutulamasa bile en azından
bugünku kriz ortamında taksidinin daha uzun vadeye yayılmasıydı.

Bu
konudaki beklentinin gerçekleştirilememesi, bir kısım ultrAslan
üyesinin Kapalı'yı terk ederek Açık'a gitmesine veya kombine
alamamasına yol açtı. Aralarında üniversite öğrencilerinin çoğunlukta
olduğu bu gruba bir kısım ultrAslan yöneticileri de destek verdi ve
maddî durumları uygun olmasına rağmen Kapalı'ya gitmeyeceklerini
açıkladılar. Ama bunu bir "bölünme" olarak ele almak çok yanlış bir
değerlendirme olur. Tamamen maddî olanaksızlıkların dayattığı bu kısmî
taşınma, belki de Açık'ın da aktifleşmesine ve daha geniş katılımın
sağlanmasına neden olacak. İlk maçlarda bunun işaretlerini görmek
mümkündü. Gerçi ultrAslan yöneticileri, kombine satışlarının sonuna
doğru yöneticileri sıkıştırarak taksit miktarını 6'ya çekmeyi başardı
ama hem oldukça gecikilmişti hem de bu koşullarla yöneticilerin verdiği
yer Kapalı'nın yan taraflarıydı bu sefer...

Ancak yine de bu
süreçten olumlu bir sonuç çıktı. Kapalı'nın ortası diye adlandırdığım
grup ile ultrAslan'ın çatısına giren diğer gruplar ortada yer aldılar.
Geçtiğimiz yıl 6 Mayıs'ta (unutulacak tarih mi!) Kadıköy'de
Galatasaray'lılara ayrılmış bölümde tezahüratı yönlendiren Galatasaray
tribün liderlerinin üzerindeki kırmızı, kolsuz ultrAslan tişörtleri,
birçok tribün eskisine "artık ölsem de gam yemem, Sebahattin'in
üzerinde ultrAslan tişörtünü gordum ya..." dedirtti. Birçok ultrAslan
Yönetim Kurulu toplantısına Galatasaray tribün lideri "Reis"
Sebahattin'in şahsen katılması, fikir belirtmesi, eleştirilerde ve
önerilerde bulunması da bu kritik birlikteliğin yavaş yavaş
sağlanabileceğini gösteriyor. Ancak sanıyorum, onların da kendilerine
sürekli olumlu bahsedilen "ultrAslan üyeleri"ni yanlarında görmek ve
beraber olmak gibi soru işaretli bir probemleri var. "Biz buradayız,
sizinkiler nerede?" türünden soruyu başlangıçta belki daha sık
soruyorlardı ama bu sorunun kafalarından artık tamamen silindiğini
görmek için de henüz erken... Kritik derbi maçlarında, eski "bezginlik"
artık atılmış olmasına, kemik gruba, en az onlar kadar kalabalık bir
ultrAslan grubunun katılmasına (katılacağının artık belli olmasına)
rağmen, en azından deplasmanlarda, yine sadece onlar var.

Kısacası,
Kapalı'nın ortasında artık yalnızca Kapalı Ortası grubu yok...
Büyüdüler, genişlediler. Daha önce çeşitli gruplar halinde dağınık
olarak maç seyreden değişik arkadaş grupları da artık Kapalı'nın
ortasında. Dergiyi yayınladığımız tarihe kadar seyrettiğimiz Ali Sami
Yen maçlarında, bir önceki yıla göre tezahüratın daha gür olduğuna, en
azından Kapalı'nın ortasında "Otursana kardeşim" diyen insanların
azaldığına şahit olduk... Yine de hasbelkader Kapalı'nın ortasına
"düşmüş" azımsanmayacak sayıda "klasik kombine" seyircisi var ve
şimdilik neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar. Çünkü Kapalı (orta
bölümü!) artık tamamen ayakta! Başlangıçta numaralı olduğu için büyük
tepki çeken kombineler, şimdi fiilî olarak "numarasızlaştırılmış"
durumda. Görüldüğü kadarıyla, bundan şikâyetçi olan da -çoğunluk
açısından- pek yok. Şikâyetçi olanların da Kapalı sağ ya da sola
kaymalarıyla birlikte, bunun bile azımsanmayacak bir başarı olduğunu
düşünüyorum.

ultrAslan'ı zorlayan bir önemli sorun, grubu
insanların zihninde kavrayış biçimleri arasındaki farklılıklar. Bu
farklılıklar, katılım sorununu çok önemli bir problem haline getiriyor.
Bir taraftar hareketi içinde olmaya alışmamış birçok insan için sadece
maç seyretmekle yetinmek varken, şimdi maçlar dışında da çalışmak zor
geliyor. Oysa ki, özellikle genç kuşakların varsayılan enerjisini
gündelik çalışmalarda göstermeleri halinde, ultrAslan'nın dev adımlar
atacağı muhakkak (çünkü en temel birlikteliği başarmış durumda;
altyapıyı kuruduktan sonra üstünü çıkmak zor olmasa gerek).

Dolayısıyla
faaliyetlerin çoğu hâlâ orta kuşak, "dinozor" Galatasaylıların sırtına
bindirilmiş durumda. Bu sorunu aşacak, gençleri daha aktif bir çalışma
ortamına çekecek ikna edici bir örgütlenme hâlâ kurulamamış durumda...

Aslında
teorik olarak etkin çalışmayı sağlayacak bir bu çalışma grupları modeli
var. Kâğıt üzerinde etkili bir taraftar örgütlenmesine işaret eden bu
model, henüz etkin biçimde çalışmıyor. Bazı çalışma grupları düzenli
olarak toplanmaya devam ederken, bazılarının henüz düzenli bir çalışma
disiplinine geçmiş olmaması o alanlarda eksiklik yaratıyor. Bunda
elbette, yöneticilerin öne sürdüğü haklı nedenler yok değil. Merkezin
kurulması, yerin kiralanması, döşenmesi vs. gibi ciddî işlerle
uğraşıldı. Ancak çocuk sahibi olanlar bilir, bir çocuğa aç iken yemek
vermek gerekir. Açlığı kronik hale geldikten sonra, yemeği siz ancak
hazırladığınızda çocuğunuz yemiyorsa, kusur çocuğun değildir, yemeği
geç hazır eden sizindir. Aynı şekilde, ultrAslan'ın kuruluşuyla ortaya
çıkan zinde ve enerjik beklentileri, pörsümeden, heyecan geçmeden
verili modelin içine oturtmak ve çalışma gruplarını aktif biçimde
harekete geçirmek gerekir. Bu konuda daha da gecikilmemesi gerektiği
açık.

ultrAslan'ın camiayla ilişkilerini düzenlemesi de
aslında önemli bir problem ve bugün ortaya çıkmasa da ilerde muhakkak
bir şekilde gündeme gelecek. Galatasaray camiasının yapısı konusunda
artık daha fazla konuşmak yersiz. İçine kapalı, muhafazakâr ve
özellikle "tribünün sesine" sağır bir insanlar topluluğuyla karşı
karşıyayız. Yıllardan beri bu böyle, değişmesi de zaman alacak. Ancak
ultrAslan'ı belki de bu konuda gerçekten tarihî bir rol üstlenmesine
neden olacak bir gelecek bekliyor olabilir. Öncelikle, ultrAslan
üyeleri arasında sayısı azımsanmayacak kadar (100'ü geçiyor) kongre
üyesi var. Bunlar arasında liseliler de bulunuyor. Son seçimlerde
yönetime girenler arasında iki ultrAslan üyesi bulunuyor. Bu,
geleneksel yönetim/camia ve taraftar kopukluğunun artık ortadan
kaldırılması konusundaki beklentilerin gerçekleşmesi için iyi bir şans
olabilir. Ama yine de ultrAslan'ın içinde bu konuda farklı düşünceler
var. Henüz yeterince tartışılmadığı için net bir tavır alınamıyor.
Örneğin, ultrAslan manifestosu hazırlanırken, bu yetersiz tartışma
süreci yüzünden, Manifesto'da yer alan, Galatasaray'a ilişkin bölüm
çıkarılmak zorunda kaldı. Bağımsız duruşun haklı nedenlerini camiaya
anlatma yöntemleri yüzünden belki... Kimisi bu konudaki tarihî
kopukluğun üzerine sert bir şekilde gidilmesini isterken, kimisi de
sonuçta bir camianın bir parçası olarak ultrAslan'ın da zaman içinde,
bu sorunun yumuşak bir geçiş sürecinde ele alınmasını istiyor. Sorunda
herkes hemfikir, ama yöntemler konusunda farklı düşünceler var yani...

Peki,
herkesin merak ettiği soru şu: ultrAslan ilerde tıpkı Fenerbahçe'de
olduğu gibi kongrede etkili bir grup/hizip vs. olabilir mi? Daha
doğrusu olacak mı? Niyetleri var mı? Çünkü sonuçta "tribün gücünü
elinde tutan bir yapı, gelecekte o gücü kongrelere de aktarabilir" diye
düşünüyor insan ister istemez... Son seçimlerde, ultrAslan'ın böyle bir
gelecek misyonu taşımadığını herkes görmüştür. Gerek kongrede gerek
kulislerde ultrAslan adına hiç kimse ortada yoktu, görünmedi... Elbette
tek tek bazı isimler vardı, (örneğin başkanlığa adaylığını koyanlardan
Sedat Doğan, ilk toplantıya gelen kurucu ultrAslan üyesiydi) ama kimse
ultrAslan adına bir faaliyet yürütmedi. ultrAslan üyelerinin büyük bir
hassasiyetle korumaya çalıştıkları "bağımsızlık" tutkusu, bunda büyük
rol oynuyor. Son dönemlerdeki en büyük Galatasaray içi kavga olan ve
bir medya savaşına dönüşen Uzan-Doğan kavgasında örneğin, tek tek her
ultrAslan üyesi farklı düşünse de, saatler süren tartışmaların sonunda
tartışmanın iki tarafına da hitap eden "Haddinizi
bilin/Galatasaray'ımızı Medya Savaşlarınıza Alet Etmeyin!" pankartı
asıldı ve bu tür konulara sadece ve sadece "taraftar bakış açısı"ndan
bakılacağı gösterilmiş oldu. Ama bu "orta yol" stratejisi birçok
hassasiyetlerin hesaba katılması zorunluluğunu ortaya getiriyor ki, bu
da gerçekten tavır almayı, hareket etmeyi, çabuk karar verme sürecini
olumsuz anlamda etkiliyor. Örneğin son zamanlarda, Jardel konusunda
oynanan "çadır tiyatrosu" gibi taraftarı doğrudan ilgilendiren birçok
konuya tribünden hiçbir müdahale gelmemesi bilenler için çok ilginç ve
şaşırtıcı değil... Çünkü varolan tepkinin ifade edilmesi bu "orta yol"
stratejisi bulma çabası altında çok güç. Varolan yönetimin ultrAslan'la
ilişkiyi sıcak tutma çabası, (dahası, yönetimde kendini "ultrAslan"
olarak tanımlayan arkadaşlarının olması) ultrAslan yönetimini de güç
durumda bırakıyor ve tepkilerin ifade edilmesinde yüzünün "yumuşak"
olmasına yol açıyor... Bu konuda da bağımsız ve öznellikten sıyrılmış
bir stratejinin saptanması acil güncelliğini koruyor hâlâ...

ultrAslan
daha 8 aylık bir bebek. Genç Galatasaraylılar Derneği ise kurulalı
henüz 2 ay oldu. Ama rakip tribünlerin de kabul etmek zorunda
kaldıkları gibi, çabuk büyüdü ve serpildi. Şimdi bu hızlı büyümenin
yarattığı beklenti fazlalığıyla uğraşmak zorunda. Önünde zorlu bir
sezon var. Bu sezonda rüştünü ispat etcek. Başaracak da... Ama şunu
kabul etmek gerekir ki, bir grup olmak gerçekten çok zor.

Ama
diğer yandan da düşünüyorum, demokratik yapısı ve hakikaten çok sıkı
özeleştiri geleneği sürdüğü müddetçe, ultrAslan bu süreçten de aklıyla
doğru yolu ve yöntemi bularak çıkacak. Bir şeyi bozmak gerçekten çok
kolay. "Katılmıyorum, bana ters" diyerek çekilmek de bir yol... Kimse
de "neden?" diye sormaz. Bu yüzdendir ki, herkes ultrAslan'ın üzerine
ihtimamla titriyor, ona halel gelmesin istiyor... En sert tartışmalar
bile sonunda uzlaşmayla sonuçlanıyor.

ultrAslan'ın esas
çağrısı, maçlara gelmek isteyip gelemeyenlere... Onlarla bütünleştiği
zaman oluşacak olan güç, Galatasaray tarihinde belki UEFA Kupası'nı
kazanmasından da önemli bir sonuç yaratacak... Tüm Galatasaray
taraftarını bekleyen esas tarihî görev, ultrAslan'ın temsil ettiği üst
platforma "katılmak"ta yatıyor. Bunu başarabildiği ve kurulmuş olan
demokratik yapı varlığını sürdürdüğü müddetçe, Galatasaray'ın Türkiye
tribün tarihine açtığı bu "ilk" sayfanın etkisini düşünsenize... İşte
bu "ilk"in heyecanını devamlı kılmak da ultrAslan üyelerinin elinde.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
UltrAslan Tarihi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Ultraslan
» ultrAslan Patch
» ultrAslan atkı şov
» UltrAslan Felsefesi
» ultrAslan Besteleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: Futbol :: Taraftar Arenası-
Buraya geçin: