Şehit futbolcu
Fikret Güvercin 23 yaşında amatör futbolcuydu. Forvet oynuyordu. Müthiş yetenekliydi.
Gelişmiş kas-beyin koordinasyonu hem sahada harikalar yaratmasını sağlıyordu hem de geçinmek için yaptığı işte...
Koca iş makineleri eli ayağı gibiydi. Bir yanı kepçe, bir yanı delici o dev yengeçlerde operatördü.
O gün yine erken kalktı. Anasının hazırladığı azığı yanına aldı. Mis gibi bir ekmek ve bir parça helva vardı naylon poşette.
Yaşadıkları yere ve imkanlara göre iyi bir öğle yemeğiydi. O doğduğunda kurulmuştu beldeleri.
Teröre karşı “devlet-millet el ele” projesine ilk koşan ve savunması kolay olsun diye mezralardan, köylerden toplanıp adeta bir kale oluşturan 7860 kişilik ailenin bir bireyiydi Fikret.
Hep tehlikedelerdi. Ama alışmışlardı.
Futbol sanki bir bayraktı onlar için... “Buradayız, yaşıyoruz, bizi yıldıramazsınız” bayrağı.
Toprak yola çıktı. Şantiyeye giden tankere el etti. Şöför İsmail’in yanına kuruldu.
Hafta sonundaki maçı düşünüyordu belki.
Belki evlenmeyi.
O okuyamamıştı, ama aynı takımda oynayan 17 yaşındaki küçük kardeşi Reşit’in okumasını istiyordu. Hatta futbolu bırakıp okumasını.
Korucu babasının maaşı yetmez diye evlenmemiş ve ailesine katkı yapıyordu Fikret.
Yüzündeki efendilik yüreğinden geliyordu.
Hem sahada hem küçük yaşam alanında bir numaraydı.
Ve ecele gidiyordu tankerin şöför mahallinde. Kucağında ekmek-helva, kafasında hayaller-umutlar. Ekmek kadar kutsal, helva gibi tatlıydı o son dakikalar.
Tam on beş kilometre sonra ruhunu teslim etti. Ön teker hainlerin sinsi mayınına değmişti.
Bir yalım, bir gümbürtü, yırtılan çeliklerin sesi ve ölüm.
Patlamayı duymuş muydu acaba? Bedenini yakmadan önce alevi görmüş müydü? İnsan parçalanırken ne hissederdi?
Kalpleri parçalanan anası, babası ve beş kardeşi tahmin edebilirdi ancak.
Yer Şırnak... Uludere’ye bağlı Şenoba beldesi.
Fikret, Şenobaspor’un forvetiydi.
Şenoba’nın içinden geçip uzanan Hezil Suyu’nun sınıra sıfır mevkiinde Siyah Kaya Barajı’nda görevliydi. Silopi tarafındaki Siyah Kaya Taburu ile Uludere tarafındaki Kayatepe Taburu arasındaki uçurumdan usul usul akan Hezil... Ve ona bir barajla gem vurmaya çalışan Devlet...
İşçilerden biriydi Fikret.
Rezil katillerin kurbanlarından biri.
Ne ölüsü, ne dirisi asla Habur’dan gelen ve otobüsün üzerinden el sallayanlar kadar hürmet görmedi. Asla onlarınki gibi gıcır gıcır spor ayakkabıları olmadı.
Can verdi; Baros’un tarak kemiği kadar önemsenmedi.
Tıpkı Ağustos sıcağında bir minibüs içinde mayına kurban giden dört hemşerisi gibi.
O kimin şehidi şimdi?
Devlet’in mi, işçilerin mi, futbolun mu?
Futbol bu mu? “Su şişesini kim attı, kim kimin ayağına bastı” kadar mı?
Bir futbolcunun vefatı sadece büyük kentlerde mi önemli?
Forveti olmadığı için Mahalli Lig’e katılması zor gözüken Şenobaspor kimin takımı peki?
Niye hiç kimse başsağlığı maili bile yollamadı?
Başkan Hüzeyin Ebuzzeydoğlu kimin başkanı? Nuri Kara kimin hocası? Sayıları 14’ten 13’e düşen futbolcular kimin?..
Fikret hem futbolcuydu hem eşkiyaları durduran bir aileye üyeydi hem de ülkesine hizmet yolunda hayatını kaybetti. Yetmedi mi?.. Dram mı istiyorsunuz; trajedi mi?.. Yardımcı hakemin kafasından akan kanın yüz misliydi Fikret’inki.
Heyhat... Güvercin kadar bilinmedik oldu Fikret’in yaşamı da ölümü de.
Bize gelince...
Neler yapmadık ki bu Cumhuriyet için!
Ölen askerlerin künyeleri ağaç olmuş Kızılcahamam’ın ortasına dikilmiş... Fikret gibiler, o ağacın altındaki çimenler. Sayması mümkün değil.
Bari 29 Ekim’de unutmayalım onları dedim.
Nutuk atanlar, zaten kendilerini unutturmazlar.