ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Müslüman Türklerde Medrese Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Müslüman Türklerde Medrese Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Müslüman Türklerde Medrese

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Müslüman Türklerde Medrese I231076_gsli

Müslüman Türklerde Medrese Empty
MesajKonu: Müslüman Türklerde Medrese   Müslüman Türklerde Medrese EmptyPaz Haz. 06, 2010 6:14 am

Câmilerden ayrı olarak kurulan eğitim müesseselerine; Emevîler devrinde
“Mektep”, Abbâsîler devrinde “Beytülhikme”, “Beytülilim”, “Darülilim”,
Türkler (Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar) döneminde “Medrese”
adı verilmiştir.
İslâm târihçilerinin medresenin ilk kurucusu olarak Nizâmülmülk üzerinde
ittifak ettikleri ileri sürülürse de bundan önce, Nişabur’da Beyhakiye
Medresesinin varlığından bahsedilir. Gerçekte Nizamülmülk’ten önce
Gazneli Mahmûd (M. 999-1030) Gazne’de ve kardeşi Nasır bin Sebüktekin,
M. 1033 yılında Nişabur’da medrese yaptırmışlardır. Ancak bunlardan önce
de bâzı husûsî mâhiyette medreselerin mevcûd olduğu bilinmektedir. Ebû
Hâtimü’l-Bustî (v. 965) kendi kütüphânesini medrese hâline getirmiş,
yanına da yabancı talebelerin barınacakları bir tesis kurmuştu.
Nişabur’da Şâfiî fakîhi En- Nîşâbûrî (v. 960) için medrese yapılmıştı.
Diğer taraftan Ebû Aliyyü’l- Hüseynî (v. 1002) din fıkıh kürsüsü, bunlar
arasında sayılabilir. “El-Medresetü’l-Ehliyye” denilen hususî
medreseleri teşkil eden bu eğitim kurumları, o devirde yaygın olan
Şiîlik cereyânına karşı Sünnîliği müdafaa ve yaymak için kurulmuş
müesseselerdi.

İslâm dünyâsında medrese teşkilâtının kuruluş ve gelişmesinde en büyük
hisse şüphesiz büyük Selçuklu Türklerine âitti. Gerçekten medreselerin
geniş anlamda, devlet eliyle kurulması, tahsilin parasız olması ve
medrese teşkilâtının en küçük ayrıntılara kadar tesbiti, Selçukluların
eseridir. Selçuklular medreseleri, hem ilmin gelişmesini sağlamak, hem
ilmiye mensuplarına maaş bağlayarak onları devletin yanında tutmak
husûsiyle Fâtimîlerin Şiîlik propagandaları ve diğer râfizî telâkkîlere
karşı Sünniliği müdâfaa ve yaymak gâyesiyle kurmuşlardır.

Önce Alparslan’ın, sonra Melikşah’ın veziri olan meşhur Siyâsetnâme adlı
kitabın yazarı Nizâmülmülk, ilk medresesini Nizâmiye Medresesi adı ile
Bağdat şehrinde kurdu. Dicle kenarında 1064 yılında temeli atılan
medrese, iki sene sonra tamamlanarak 1067’de eğitim ve öğretime açıldı.
Medresenin müderrisliğine de ilk olarak zamanın en büyük âlimlerinden
olan Ebû İshak Şirazî tâyin edildi. Bundan sonra İslâm dünyâsında
medrese kurma faaliyetleri hızlanmaya, köylere varıncaya kadar Nizamiye
Medreseleri açılmaya başlandı. Türk milletinin bu örnek müesseseleri,
küçük farklarla, İslâm dünyâsının her tarafına birer feyz kaynağı
biçiminde yayıldı. Daha sonra Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar da, bu
müesseseleri geliştirerek devam ettirdiler. Medreselerde yalnız din
ilimleri tahsil edilmezdi. Yerine göre, zamanın hey’et (astronomi),
hesap (matematik), hendese (geometri), hikmet, tıp gibi ilimlerine de
mühim yer verilirdi.

Selçuklular döneminde Nizâmiye Medreseleri adıyla kurulan umumî
medreselerin yanında ihtisas eğitimi yapan, medreseler kuruldu. Bunlar
hizmet ve gâyeleri bakımından; Dârülhadîs, Dârülkurrâ ve Dârüttıb diye
üçe ayrılırdı:

1. Dârülhadîs medreseleri; hadîs-i şerîflerin tedrîs ve tedkikine tahsis
edilen medreselerdir. Bu medreselerin ilki, Haleb Atabeklerinden
Nûreddîn Mahmûd bin Zengî tarafından Şam’da açılan En-Nûriyye
Medresesidir. İkincisi, Musul’da açıldı. Daha sonra pekçok yerde
Dârülhadîs medreseleri açılmıştır. Türkiye Selçukluları vezîri Sâhib
Atâ’nın Konya’da açtığı İnce Minâre Medresesi ile İlhanlı vezîri
Şemseddîn Cüveynî’nin Sivas’ta açtığı Çifte Minâre Medresesi
bunlardandır.

2. Dârülkurrâ medreseleri, Kur’ân-ı kerîm ile alâkalı ilimlerin
öğretildiği medreselerdir. Çok öncelerde kurulan bu medreseler, Anadolu
Selçukluları ve Karamanoğullarında da devâm etmiş ve bunlara;
Dârulhuffâz denmiştir. Bu medreselerden sâdece Konya’da Sâhib Atâ,
Ferhûniye, Sa’deddîn Ömer, Nâsuh Bey, Hacı Yahyâ Bey, Hoca Selmân ve
Hacı Şemseddîn gibi çeşitli Dârulhuffâz medreseleri açılmış ve diğer
İslâm beldelerinde de yaygınlaştırılmıştır.

3. Dârüttıb medreseleri ise, tıb eğitimi ve hasta tedâvisinin birlikte
yapıldığı medreselerdir. Bunlara; Dârüttıb, Dârüşşifâ, Dârussıhha,
Dârulmerza, Dârulâfiye, Mâristân, Bîmâristân gibi adlar verilmiştir.
Bilhassa Anadolu’da birçok Dârüşşifâ kurulmuştur. Selçuklular döneminde:
Kayseri’de Gevher Nesîbe (1205), Sivas’ta Birinci Keykâvus (1217),
Divriği’de Turan Melike Hanım (1288); İlhanlılar devrinde: Amasya
Dârüşşifâsı (1308) açılmıştır. Silvan’da Bîmâristân-ı Fârûkî ve
Mardin’de Artukoğullarından Necmeddîn İlgâzi’nin (1108 ve 1122) Mâristân
adlı dârüşşifâsı hizmet veriyordu. Osmanlılar döneminde de dârüşşifâ
yapımına devâm edilerek, bilhassa Bursa’da Yıldırım Dârüşşifâsı,
İstanbul’da Fâtih, Haseki Sultan, Atik Vâlide, Edirne’de İkinci Bâyezîd,
Manisa’da Vâlide Sultan dârüşşifâları kuruldu. Hele Süleymâniye Tıp
Medresesi, başlı başına bir merhâle kabûl edilmektedir. Bu dârüşşifâlar
aynı zamanda hastahâne olarak faaliyet göstermiştir.

Osmanlı medreseleri: Bütün İslâm dünyâsında olduğu gibi, Osmanlılarda da
eğitim ve öğretim umûmî ölçüde medreselere dayanmaktadır. Osmanlılarda
medreseye gidecek bir talebe, beş altı yaşında sıan mekteplerine alınır
ve alfabe (elifba), yazı okuma, Kur’ân-ı kerîm ve “âmâl-i erbaa” denilen
dörtişlem problemleri öğretilirdi. Osmanlılarda sıan mektepleri,
köylere varıncaya kadar her yere yayılmıştı. On beş ve on altıncı
asırlarda sâdece İstanbul’da iki bin sıan mektebi vardı. Koskoca Osmanlı
Devletinde, o geniş sınırları içinde düşünecek olursak, ülkedeki sıan
mekteplerinin yüz binleri bulacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. On
altıncı asırda Osmanlı ülkesinin pekçok kısmını gezen bir Fransız
seyyahı, her köyde mektebe rastlamış ve ilk tahsilin Osmanlılarda garp
(batı) memleketleriyle mukâyese edilemeyecek derecede çok ileri olduğunu
hayretle görmüştür. Buralara câmi ve mescidlerde yapılan ilköğretim ve
eğitim faaliyetleri de ilâve edilirse, Osmanlılarda yaygın bir eğitim ve
öğretimin varlığı anlaşılır.

Osmanlı maarif teşkilâtında yüksek seviyede eğitim ve öğretimi
gerçekleştiren müesseseler, şüphesiz medreselerdi. Osmanlı medreseleri
sıan mekteplerine dayalı orta ve yüksek öğretim kurumlarıydı. Tapu ve
evkaf kayıtlarına göre, orta ve yüksek öğretim yapan medrese sayısı
binden fazlaydı. İstanbul’da: Süleymâniye, Fâtih, Ayasofya, Şehzâde,
Haseki, Eyüp, İkinci Bâyezid, Mihrimah Sultan, Yavuz Selim, Atik Ali
Paşa, Cafer Ağa, Yahya Efendi, Zeyrek, Vefa, Vâlide-i Cedîd Üç Baş
Medreseleri; Edirne’de: Selimiye, Üç Şerefeli medreseleri; Bursa’da:
Murâdiye, Yıldırım Bâyezîd, Çelebi Mehmed medreseleri; Şam’da: Süleyman
Han Medresesi; Bosna’da: Hüsrev Bey Medresesi; Amasya’da: Hüsamiye,
İkinci Bâyezîd medreseleri; Manisa’da: Murâdiye ve Hâtuniye medreseleri;
Trabzon’da: Hâtuniye Medresesi; Mekke’de: Sultan Süleyman Han
Medresesi; İznik’te: Orhan Gâzi Medresesi; Diyarbakır’da: Mesudiye
Medresesi; Konya’da: Nalıncı, Karatay ve Sahip Ata Medresesi; Halep’te:
Hüsrev Paşa Medresesi; Üsküp’te: İshak Paşa Medresesi; Ankara’da:
Safiyye ve Ak Medrese ile memleketin daha birçok şehrinde çeşitli
medreseler vardı.

Osmanlı medreselerinde teşkilâtlanma: Osmanlı medreseleri,
teşkilâtlanmada kendinden önceki İslâm medreselerinde olduğu gibi, gâye
ve gördüğü hizmetler bakımından birbirinden farklı özellikler göstermiş
olsalar bile, esasta umûmî ve ihtisâs medreseleri olarak ikiye ayrılır.

Umûmî Medreseler: Umûmî olarak kadı, müderris ve müftü yetiştirmek
maksadıyla kurulmuşlardır. Kendi aralarında; Yirmili, Otuzlu, Kırklı,
Ellili, Altmışlı ve Altmış Üstü medreseleri olarak
isimlendirilmişlerdir.

İhtisas medresesi ise, doğrudan doğruya ayrıca ihtisâsı gerektiren din
ilimlerinden birini, yahut da fen ilimlerinden birini hedef alan ve o
ilmin tahsiline mahsus metodla öğretim faâliyetinde bulunan
medreselerdir. İhtisas medreseleri de kendi aralarında üç gruba
ayrılırdı:

1. Dârülhadîsler: Özellikle Muhammed (aleyhisselâmın) söz, fiil ve
takrirlerinden meydana gelen hadîslerin tahsil edildiği yerdir.
Osmanlılarda Dârülhadîs, ilk defâ Birinci Murâd devrinde Çandarlı
Hayreddin Paşa tarafından İznik’te ve İkinci Murâd tarafından Edirne’de
yaptırılmıştır. Bunları tâkiben sonraki asırlarda çeşitli Dârülhadîsler
tesis edilmiştir. Kurulan Dârülhadîsler içerisinde en önemlisi,
İstanbul’daki Süleymâniye Dârülhadîsiydi. Osmanlı Dârülhadîslerinde ders
kitabı olarak hadis’ten; Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslîm ve Meşârik gibi
eserlerle bunların şerhleri ve Usûl-i Hadise dâir eserler okutulurdu.
Öğretim üyelerine de hadîsle meşgul olduklarından dolayı “muhaddis” veya
“müderris” denirdi. Buralarda talebe olabilmek için umûmî medreseleri
tamamlamak gerekirdi.

2. Tıp medreseleri (Dârüşşifâlar): Bunlardan dâhiliye, göz ve diş
doktoruyla eczâcılar yetişirdi. Tedrisâtta ders kitabı olarak Osmanlı
devri tabiplerince yazılmış eserler okutulurdu. Eğitim ve öğretim
tatbikatlı olarak yapılırdı. Osmanlılarda tıp medreseleri, Bursa,
İstanbul, Edirne ve Manisa’da kurulmuştu. İçlerinde en önemlisi,
İstanbul’da kurulan ve müstakil olup, tıp târihinde önemli bir merhale
kabul edilen Süleymâniye Tıp Medresesidir.

3. Dârülkurrâlar: Bu medreselerden câmi görevlileri yetişirdi. Sıan
mektebini bitiren bir öğrenci önce aşağı seviyede bir dârülkurrâya
alınır, burayı bitirince yüksek seviyedeki darülkurrâlara devâm ederdi.
Buralarda ilm-i kırâat ve ilm-i meharici’l-hurûf (tecvit ilmi ve
hâfızlık) öğretilirdi. Buradan diploma alanlar; hâfız, hatip, imam ve
müezzin olurdu. Bu medreselerde; ilm-i kırâattan Ebû Muhammed Şâtıbî’nin
Şâtıbî diye şöhret bulan Kaside-i Lâmiye’si ve Cezerî’nin ona yazdığı
Fethü’l-Vâhid adlı şerhi okutulurdu. Evliyâ Çelebi’nin beyânına göre,
Osmanlılarda ilk dârülkurrayı Yıldırım Bâyezîd Bursa’da açmıştır.
İstanbul’da ise bütün selâtin câmilerin yanında birer dârülkurrâ
bulunurdu. Bunlardan en önemlisi de Süleymâniye Dârülkurrâsı idi.
Dârülkurrâlarda okunan dersler, tekrar sûretiyle ve câmilerde tatbikatlı
yapılırdı.

Osmanlılarda yüksek ihtisâs yapılan Mütehassisîn medreseleri de vardı.
Bir tânesi İstanbul’da Yavuz Selim Câmii yanındaydı.

Osmanlı medreselerinde okunan dersler ve kitaplar: Bâzı
otobiyografilerden ve Fâtih Kânunnamesi’nden tesbit edilebildiğine göre
on beş ve on altıncı asır Osmanlı medreselerinde şu temel ilimler ve
eserler okutuluyordu:

Yirmili Medreseler (Hâşiye-i Tecrid medreseleri): Bu medreselerde ders
kitabı olarak Kelâm’dan Hâşiye-i Tecrid’in okutulmasından dolayı bu ismi
almıştır. Bunların tahsil müddeti iki yıldır. Okunan ders ve kitaplar:
Belâgat dersinden Mutavvel; Kelâm’dan: Hâşiye-i Tecrid; Fıkıh’tan:
Şerh-i Ferâiz. Bu eserlerden Mutavvel ve Şerh-i Ferâiz’i tamâmıyla;
Hâşiye-i Tecrid’i, başından Umûr-i Amme bölümüne kadar okuturlardı.
Ancak talebelerin bu ilim ve kitapları anlayabilmeleri için Sarftan,
Emsile, Bina, Maksud, İzzi, Merâh; Nahv’den Avamil, İzhar, Kâfiye gibi
gramer kitaplarını; Şerh-i Şemsiyye, Şerh-i Tevâlî, Şerh-i Metâli,
Şerh-i İsâgûci gibi mantık kitaplarını ve usûl-i fıkha âit Telvih gibi
eserlerin tamâmı veya bir kısmı okutuluyordu.

Otuzlu Medreseler (Miftah Medreseleri): Bu medreselerde, Belâgattan
Şerh-i Miftâh’ın okutulmasından dolayı bu ismi almıştır. Bunların tahsil
müddeti, önceleri iki seneyken sonradan bir seneden daha aza
düşürülmüştür. Bu medreselerde okutulan ders kitapları: Fıkıh’tan:
Tenkîh ve Tavzîh; Belâgat’tan: Şerh-i Miftâh; Kelâm’dan: Hâşiye-i
Tecrîd; Hadis’ten: Mesâbih kitaplarıydı. Bu eserlerden Hâşiye-i
Tecrid’i, Umur-i Amme’den Vücud ve İmkân bahsine kadar;
Sadr-us-Şeria’yı, Kitab-ı Bûyu’a kadar; Şerh-i Miftah’ı, Mebâhîs-i İcâb
ve İtnâb’a kadar ve Mesâbih’i iki kere okuturlardı.

Kırklı Medreseler: Bunların tahsil müddeti iki üç yıl arasında
değişirdi. Sonradan bu müddet azaltıldı. Bu medreselerde okutulan ders
ve kitaplar: Belâgat’tan; Miftâhu’l-Ulûm; Usûl-i Fıkıh’tan; Tavzîh
(Teftezânî); Fıkıh’tan; Sadru’ş-Şeria, Meşarik; Hadis’ten; Mesâbih
(Begâvî) okutulurdu. Bunlardan başka başlangıçta; Meâni’den Şerh-i
Miftâh; ortasında Kelâm’dan Şerh-i Mevâkıf ve yüksek derecesinde
Fıkıhtan Hidâye ile İbn-i Hâcib’in Nahve âit El-Kâfiye fi’n-Nahv adlı
eseri okutulurdu. Bu eserlerden Hadis’ten Mesâbih’i başından Kitâb-ı
Büyu’a kadar; Kelâm’dan Şerh-i Mevâkıf’ın, Vücud ve İmkân bahsinden İrâz
bahsine kadar; Fıkıh’tan Sadru’ş-Şeria’nın bir kısmı ve Şerh-i
Miftâh’ın bâzı yerleri okutulurdu.

Ellili Medreseler: Bu medreseler Hâriç ve Dâhil medreseler olarak ikiye
ayrılmaktadırlar. Hâriç Medreseleri: Bunlarda okutulan ders ve kitaplar
Fıkıh’tan, Hidâye; Kelâm’dan, Şerh-i Mevâkıf; Hadis’ten, Mesâbih
(Begâvî) okutuluyordu. Dâhil Medreseleri: Bu medreselerde tahsil müddeti
önceleri bir yılken sonra altı aya indirildi. Tedrisatta okutulan ders
ve kitaplar: Fıkıh’tan, Hidâye; Usul-i Fıkıh’tan, Telvîh; Hadis’ten,
Buhârî; Tefsirden, Keşşâf ve Beydâvî okutuluyordu. Bu eserlerden
Buhârî’nin birinci cildi; Hidâye’nin “Kitab-ı Zekât’tan, Kitab-ı Hacc’a
kadar olan bölümü ve Telvîh baştan Taksim-i Evvel’e kadar okutuluyordu.

Sahn-ı Seman Medreseleri: Önceleri tahsil müddeti bir seneyken sonradan
altı aya indirilen bu medreselerde şu ders kitapları okutuldu. Fıkıhtan,
Hidâye; Usul-i Fıkıh’tan, Telvîh ve Şerh-i Adûd; Hadis’ten; Sahih-i
Buhârî; Tefsir’den, Keşşâf ve Beydâvî okutuluyordu. Bu eserlerden
Sahih-i Buhârî’yi baştan sonuna kadar; Hidâye’nin Kitab-ı Nikâh
bölümünden, Kitâb-ı Büyû’a kadar olan kısmını ve Telvîh’in Taksim-i
Evvel’inden Mebâhis-i Ahkâm’a kadar; Kâdı Beydâvî Tefsiri’nden de başta
Bakara Sûresi olmak üzere belli sûreler okutuluyordu.

Altmışlı Medreseler: Bu medreselerin tahsil müddeti bir senedir.
Fıkıhtan, Hidâye ve Şerh-i Ferâiz; Kelâm’dan; Şerh-i Mevâkıf; Hadisten,
Buhârî; Tefsir’den, Keşşâf; Usul-i Fıkıh’tan, Telvîh okutulan belli
başlı eserlerdir. Bunlardan: Buhârî’nin üçte birini; Hidâye’nin, Kitâb-ı
Büyû’dan Kitab-ı Şufaya kadar olan kısmını; Telvîh’ten Mebâhîs-i Ahkâm
kısmından sonuna kadar olan bölümünü; başından Tashih bahsine kadar
Şerh-i Feraiz’i ve Şerh-i Mevâkıf’ın tamâmı okutulurdu. Altmış üstü
medreselerde durum altmışlı medreseler gibiydi.

Medreselerde fen eğitimi: Osmanlı medreselerinde yüksek din bilgileri
yanında zamanın yüksek fen bilgileri de öğretiliyordu. Fen bilgilerinden
şu kitaplar okutuluyordu: Hendese (Geometri)den: Allame Şemseddin
Semerkandî’nin Eşkâlü’t-Te’sîs isimli geometri prensipleri ve üçgenlerin
hususiyetlerini anlatan eseri; Aritmetik ve Cebir’den, Yine aynı
müellefin Muhtasar fi’l-Hisâb isimli eseri; Hesap’tan, Bağdatlı
İmadüddin bin Abdullah tarafından yazılan Risâle-i Bahâiye
(El-Fevâidü’l-Behâiye) adı ile anılan meşhur hesap kitabı; yine Hesaptan
meşhur âlim Ali Kuşçu’nun Risâle-i Muhammediye adlı eseri; Hey’et
(Astronomi)ten, Cagminî’nin (Çayminî adıyla meşhurdur), El-Mülahhas
isimli eseri ile şerhleri ve Ali Kuşçu’nun Arapça Risâle-i Fethiyesi
okutulurdu. Ayrıca Kadızâde-i Rûmî’nin o devrin meşhur fen kitaplarına
yazdığı şerhler okutulurdu. Kadızâde-i Rûmî, Hocası Gıyâsüddin’in
eserine şerh olarak yazdığı Risâle fi İstihraci’l-Ceyb Derece Vahide
isimli kitabında, bir derecelik yay sinüsünün hesabını yapmıştır.
Osmanlı medreselerinde bu fen derslerinin yanında ayrıca coğrafya, târih
ve İlm-i Hikmet de okutulurdu. Osmanlılarda tıbba dair ilk eser 1390’da
İshak bin Murat tarafından Edviye-i Müfrede adıyla Türkçe yazılmıştır.
Bundan sonra 1397’de Ahmed-i Dâî’nin Kitab-ı Tıb eseri ile aynı
tarihlerde Ahmedî’nin Müntehabât-ı Şifâ isimli eseri, Sinoplu Mü’min bin
Mukbil’in Kitab-ı Tıbb’ı, Dâvûd-i Antakî’nin Tezkire-i Antâkî’si ve
Emir Çelebi’nin Enmûzecet-üt-Tıb isimli eseri yazılmıştır. Bu eserler,
Osmanlı medreselerinde okutulmuş, ayrıca tercüme eserlerden de istifâde
edilmiştir.

Medreselerdeki eğitim tarzı: Medreseler, umumiyetle, bir dershane ve
etrafında yeteri kadar talebe odalarından meydana gelirdi. Yaptıranın
isteği ve mâlî gücüne göre, bunların dışında imâret, kütüphâne, hamam
vs. ilâve edilirdi. Her medresenin bir vakfiyesi bulunurdu ve bu kurum
tarafından yazdırılırdı. Vakfiyede medresenin çalışma şekli ile
vazifelilerin yevmiyeleri ve medresenin masrafını karşılamak için
yapılar vakıflar gösterilirdi.

Medreselerde, bütün talebenin ortak ders yapabileceği umumî ve büyük bir
dersâne onun etrâfında dizili olarak her talebe için ayrı bir oda
vardı. Müderrisler, umûmî mevzuları ortadaki büyük dersânede işler, daha
sonra, her talebe kendi hücresine çekilir ve müderrisi ile başbaşa
kendi sahasında çalışırdı. Medresede ders veren öğretim görevlisine
“müderris” denirdi. Müderrisler, imtihânla seçilirdi. Müderrisin
derslerini tekrarlayıp îzah eden müderris yardımcılarına “müzâkereci”
veya “muid” denirdi. Medresede ders gören talebelere de tahsillerine
göre değişik olarak, “dânişmend”, “fakîh”, “mülâzım”, “suhte” ve
“talebe” denirdi. Medreseden imtihanla mezun olan her talebeye verilen
diplomaya “icâzetnâme” denirdi. İcazetnâmede, medresede okunan derslerin
ve müderrislerin adları yazılırdı. Henüz muîdliğe (müderris
yardımcılığına) kadar çıkamamış talebenin de bir hocanın dersini
bitirdikten sonra, diğer bir hocaya devam edebilmesi için mutlaka elinde
“temessük” yâni o dersi başarı ile bitirdiğine dair bir belgenin
bulunması şarttı.

Medreselerde tatbik edilen eğitim ve öğretim prensipleri: İçinde
bulundukları zaman ve mekân bakımından değerlendirildiğinde medreselerin
Osmanlı Devletinin yükseliş devrinde dünyânın en mükemmel tâlim ve
terbiye müesseseleri olduğu görülür. Yine aynı devirde Osmanlı Devleti
her bakımdan dünyânın en büyük ve en mükemmel devletidir. O devirde
Osmanlı Devletine bu mükemmelliği kazandıran unsur, hiç şüphesiz
medreselerdir. Bunun da sebebi; medreselerin, bir mânâ ve madde
bütünlüğü içinde idrâk ettiği insana, din ve dünyâ ilimlerini, hassas
bir denge içinde kazandırmasıdır.

İnsanı dünyâperest olmadan dünyânın fâtihi ve sâhibi yapmak için,
Osmanlı Devletinin temel taşı olan din ve devlet adamlarını en mükemmel
şekilde yetiştirmeyi sağlayan medreselerdi. Medreseler, bütün dünyâya
örnek teşkil eden din ve devlet adamlarını yetiştirirken, şimdi, modern
pedagojinin kabul ettiği, Dalton Plânı ve Vinetka Sistemi adıyla
uygulamaya koyduğu ferdî kabiliyete göre ferdî öğretim yapmayı hedef
alan plân ve programları benimseyen bir metod geliştirmiş, bütün
medreselerde bu metod tatbik edilmiştir. Bu metoda göre medreseler,
bugün modern pedagojinin de tavsiye ettiği bir tarzda sınıf geçme yerine
dersten geçme yolunu seçmiş, mezuniyeti yıllara değil, kâbiliyet ve
çalışkanlığa bağlamıştı. Bu bakımdan medreselerde okuma süresi hoca ve
talebenin gayretine bağlı olarak uzayıp kısalırdı.

Zeki ve çalışkan bir öğrenci tahsilini çabuk tamamlayıp kısa zamanda
mezun olabilirdi. Ancak devlet memuru olabilmesi için belli bir yaş
aranırdı. Medreselerde umûmî derslerin yapıldığı sınıflarda talebe
sayısı yirmiyi geçmezdi. Bu durum, derslerin sık sık tekrarlarla ve
karşılıklı soru sorulup cevap verilme imkânını sağlar ve en iyi şekilde
öğrenmeye imkân hazırlardı. Bu husus günümüzde de çok önemli kabul
edilir. Bugün Amerikan okullarında talebe sayısı yirmiyi geçmez.
Medreselerde, günde beş saat, haftada dört gün ders yapılırdı. Dersler
sabah namazından sonra başlar, öğleye kadar devam ederdi. Öğleden sonra
talebe serbest bırakılırdı. Haftanın Salı, Perşembe ve Cuma günleri
tatil yapılırdı. Fâtih Kanunnâmesi’ne göre, medreselerin denetimi
mahallî müftülüklere bırakılmıştı. Bu durum, eğitim ve öğretim
faaliyetlerinin mahallî ihtiyaç ve şartlara göre organize edilmesine
faydalı olmakta, halkın eğitim ve öğretim faâliyetlerine ilgi duymasına,
medreselere mâlî katkılarda bulunmalarına yardım etmekteydi.

Medreseler bundan asırlar önce, eğitim ve öğretimi, bir sınıf ve zümre
imtiyâzı olmaktan çıkarmak ve toplumda sosyal adâleti, fertler arasında
fırsat ve imkân eşitliğini sağlamak için, parasız tedrîsât yaparlardı.
Talebenin ve öğretim elemanlarının masraflarını zenginler ve çok defâ bu
maksatla kurulmuş vakıflar karşılardı. Böylece eğitim ve öğretimin
finansmanı işinde devletin yükü, mümkün mertebe hafif tutulurdu.

Medreseler, sâdece din ve dünyâ ilimlerini öğretmekle kalmamış, ruh ve
beden terbiyesini birlikte yürütmüşlerdir. Bu sebeple medreselerde
yüzme, güreş, koşu, ok atma, cirit oyunu, ata binme gibi sporlara da yer
verilmiştir. Bunlardan başka yine; hüsn-i hat, tezyinât, hitâbet ve
kitabet olmak üzere çeşitli bediî (estetik) faaliyetlere medreselerde
mühim yer verilmiştir. Bizim kültür ve medeniyet târihimizde şerefli
birer yer tutan hattatlar, nakkaşlar, mimarlar, hatipler vs. hep
medreselerden yetişmişlerdir.

Medreseler, devlet eliyle kurulduğu gibi, şahıslar tarafından da
kurulabilirdi. Bu bakımdan memleketimizde padişahların, sadrazamların,
vezirlerin ve diğer devlet adamlarının yanında, ilim adamlarının zengin
ve orta halli Müslümanların da kurduğu pekçok medrese vardı. Bu durum,
günümüz devlet okulları ile özel okulların kuruluş şekline model
olmuştur.

Medreselerde yüksek zekâ ve kâbiliyete ehemmiyet verilirdi. Bilhassa,
Osmanlılar zamânında, devlet hizmetleri için kurulan “Enderun-i Hümâyûn”
müessesesi, bu konuda tipik bir örnektir. Enderun-i Hümâyûn’a önceleri
devşirme çocukları alınırken, daha sonra İstanbul ve Anadolu’dan
Müslüman çocukları da alındı. Buraya alınan çocuklar ister devşirme,
ister Müslüman çocukları olsun, hepsi çeşitli tetkik ve müşâhadelerden
geçirilerek seçilirdi. Bu çocuklar, Enderun’a sekiz ilâ on beş
yaşlarında alınır, seçkin hocalar elinde ders görürlerdi. Bunlara önce
sağlam bir İslâm terbiyesi verilir. Sonra başta Türkçe olmak üzere
Arapça ve Farsça ile çeşitli spor, sanat ve askerlik bilgileri
öğretilirdi. Tahsil süreleri yedi-sekiz yıl sürerdi. Osmanlılarda ilk
Enderun Mektebi, Murâd-ı Hüdâvendigâr tarafından Edirne’de açtırılmıştı.
Daha sonra Fâtih zamanında Fâtih Kânunnâmesi ile Enderun Mektepleri tam
bir teşkilâta kavuşturuldu. Bilhassa ilk kuruluş ve Osmanlı Devletinin
yükselme devrinde bu mektepler önemli vazife gördüler ve Osmanlı devlet
idâresine altmış Sadrazam, üç Şeyhülislam, yirmi beş Kaptan Paşa
yetiştirdiler. Bu okullarda ders olarak; tefsir, hadis, fıkıh (Hanefî
fıkhı), ferâiz, şiir ve inşâ, astronomi, geometri, hesap, coğrafya,
ilm-i kelâm, mantık, meânî, bediî ve beyân ile hikmet dersleri
okutulurdu.

Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman test
konusundaki araştırmalarında, Enderun Mektebine alınan talebelerle
ilgili olarak, “Zekâ ölçmek, test usulünü kullanmak, dünyâda ilk defa
Osmanlılarda, Enderuna seçilen talebelerde uygulanmıştır” demektedir.

Osmanlı medreselerinin son zamanları ve kaldırılmaları: İslâm âleminde,
medreselerde okutulan yüksek din ve fen bilgileri sâyesinde Müslümanlar,
ilim ve medeniyette çok ileri gitmişlerdir. Avrupalılar ise aksine,
ilim ve medeniyette geri kalmışlardı. Bilhassa Osmanlılar zamanında
ordularımız, Viyana kapılarına dayanmıştı. Bu durum karşısında Avrupa,
Müslümanlar tarafından fethedilme endişesine kapılmıştı. Avrupa’nın
Müslümanlarca fethedilmesi onlara göre, Hıristiyanlığın yok edilmesi
demekti. Bu endişe sebebiyledir ki, Avrupalılar (Hıristiyan âlemi),
başta papalık olmak üzere hepsi, aralarında gizlice anlaşarak, Osmanlı
Devletini her ne pahasına olursa olsun mutlaka yıkma kararı almışlardı.
Bu karar sonrası Avrupalılar, Osmanlı Devletine karşı yıllar boyu süren
harpler açmışlar, onu yıkmağa uğraşmışlardır. Fakat Osmanlı Devleti,
başlangıçta sağlam temeller üzerine kurulduğu ve medreseler vasıtasıyla
din ve fen âlimleri yetiştirdiği, medreselerin bir kolu olan Enderun
mektepleriyle de, sağlam karakterli devlet adamı, disiplinli kumandan ve
vatansever askerî erkân yetiştirmede Avrupalılardan çok üstün olduğu
için harplerle yıpranmış olsa bile, yıkılmıyordu. Avrupalılar, Osmanlı
Devleti yıkılmadığı müddetçe, kendilerini tehdit altında kalmağa mahkum
hissediyorlardı. Tehlikeyi bertaraf etmek için Avrupalılar, senelerce
uğraştıkları halde harp gücü ile yıkamadıkları Osmanlı Devletini fesat
ve hile ile yıkabileceklerini anladılar.

Birgün İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi, gece yarısı İngiltere’ye
gizli bir şifre çekti. Elçi şifresinde; “Buldum, buldum Osmanlıları
zaferden zafere ulaştıran sebebi vebunları durdurmanın, Osmanlı
Devletini yıkmanın çaresini buldum!” diyor ve bulduğu çareleri şöyle
anlatıyordu: “Osmanlılar harpte aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor,
onlara kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten hangi dinden olursa
olsun küçük çocukların zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar
seçilerek, saraydaki (Enderun) denilen mekteplerde, değerli öğretmenler
tarafından okutuluyor. İslâm bilgileri, İslâm ahlâkı, fen, kültür
dersleri verilerek, kuvvetli, başarılı bir Müslüman olarak
yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli
kumandanlar, Sokullular ve Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare
adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı
akınlarını durdurmak ve böylece Osmanlı Devletini yıkmak için, onların
açtığı bu Enderun mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri
yıkmak, Osmanlıları fende ve diğer ilimlerde geri bırakmak lâzımdır.”

İngiliz elçisinin müjde olarak gizlice bildirdiği bu görüş ve planları,
Tanzimata yakın Osmanlıların Avrupa’ya tahsil maksadıyla göndermiş
oldukları bâzı kimselerin orada okurken kendi şahsiyetlerini ve millî
hislerini unutacak kadar Avrupa kültürü tesiri altında kalmaları ve daha
sonraki yıllarda Avrupa devletlerinin himaye ve baskısı ile Osmanlı
Devletinin kilit noktalarına yerleştirilmeleriyle gerçekleşme imkânı
bulmuştur. Jöntürk adı verilen bu kimseler, bulundukları makamlarından
istifade ederek, Avrupa devletlerinin de kendilerini desteklemesiyle
medreselerden, önce, fen bilgilerini, bunun arkasından da yüksek din
bilgilerini kaldırttılar (Bkz. Jön Türkler). Bu durum, medreselerin
fonksiyonunu kaybetmesine sebep oldu, aynı zamanda Osmanlıların ilim ve
fende Avrupa’dan geri kalmasına ve Osmanlı Devletinin yıkılmasına zemin
hazırladı. Medreseler 3 Mart 1924 târihli Tevhid-i Tedrisat (Eğitimde
eşitlik) kânunuyla tamâmen kaldırıldı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Müslüman Türklerde Medrese
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Eski Türklerde Devlet Teşkilatı, Kültür ve Medeniyet
» Müslüman Türk Devletleri
» EZANDAN ETKİLENİP MÜSLÜMAN OLDU
» Müslüman Türk Devletlerinde Dîvân
» Ortodoks musevi neden müslüman oldu?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: