ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258170
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne I231076_gsli

Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne Empty
MesajKonu: Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne   Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne EmptyPaz Haz. 06, 2010 4:53 am

Edirne, Osmanlı'nın 2. Başkenti...

KENTİN TARİHİ

Odrysler

Ainos (Enez) yakınlarında M.Ö. 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde,
Anadolu özellikleri taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni
niteliğinde olan ve Balkanlar'da bilinen en eski neolitik kültürlerden
de eski bir yerleşim yeri vardı.

Sonraları Trakya'ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri
pek çok ülkeyi korkutan Traklar'ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar
da, Romalılar da ordularında ücretli asker olarak görevlendirdiler.
Traklar'da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden, kazıklar üzerinde
inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok çeşitli
yerleşme biçimlerine rastlanırdı.

Apsintiler; Ainos'un (Enez) doğusunda, Drugeriler; orta Hebros (Meriç)
bölgesinde, Tynler; Salmydessos (Midye) bölgesinde, Kalopothaklar;
Ainos'un (Enez) güneyinden Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'na kadar
olan alanda yerleşmiş Trak kabilelerinden bazılarıydı. Bunların içinde
en ünlüsü Tonzos (Tunca) vadisinden sahile uzayan bölgede oturan ve
güçlerinin zirvesinde olan Odrysler'di.

Trakya'da böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli
kasabalarından biri Odrysai idi. Odrysai, Hebros (Meriç) ile Tonzos'un
(Tunca) birleştiği yerde ve bu nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde
kurulmuş bir yerleşim ve pazar bölgesiydi.

Geçiş yolu Bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu
üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi
konularında etki altındaydı. Özellikle göçler ve geçişler nerede ise hiç
durmadı.

M.Ö. 513'te Pers kralı Darius İskit seferine, önce Bosphorus'daki
(İstanbul Boğazı) Anadolu ve Rumeli'den geçtikten sonra, Trakya'nın
içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan bir yerden devam etti. Ordunun
ilk durak yeri Odrysler'in memleketi oldu. Artık Trakya Pers
egemenliğine giriyordu.

M.Ö. 492'de Mardonius'un seferi Persler'in egemenliğini sağlamlaştırdı.
Daha sonra da M.Ö. 480'de Traklar, Kral Kserkses'in ordusuna asker
vermek zorunda kaldılar. Kserkses, Melas Körfezi'nde (Saros Körfezi)
Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'ndan hareket etti, Ainos (Enez)
şehrinden geçti ve böylece Hebros (Meriç) Nehri'nin bütün ovası Persler
tarafından alındı.

Persler'in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak
kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres'in
idaresi altındaki Odrysler kabilesine veıildi. Böylece Odrysler, Hebros
(Meriç) ve Kypsela'dan (İpsala) Varna'ya kadar olan toprakların sahibi
oldular. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak kurulup,
örgütlendiler.

Roma dönemi M.Ö. 342-341'de Makedonya kralı Philip'le yaptıkları savaşı
kaybeden Odrysler, giderek zayıflamaya başladılar. M.Ö. 336'da Philip'in
öldüıülmesinden sonra, huzursuzluk çıkacağın- dan korkan Büyük
İskender, M.Ö. 335'de Trakya içine uzun bir sefere kalktı. Sahil boyunca
devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (Mesta)
Nehri'nden geçerek on gün içinde Balkanlar'ın eteğine ulaştı. Doğu
Trakya'da sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Hebros'dan
(Meriç) sonra Tonzos (Tunca) boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden
geçti. İskender'in ölümünden sonra Trakya başlıbaşına satraplık oldu.

M.Ö. 280-279'da Trakya, Galatlar'ın istilasına uğradıysa da tekrar
güçlenen Odrysler, kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını
sağlamlaştırdılar. M.Ö. 171-168 yıllarında Roma'ya karşı yapılan savaşta
Perseus'un tek yandaşı Kotys'di. Makedonya Krallığı'nı ortadan kaldıran
Romalılar Trakya'yı etkileri altına aldılar.

Caligula, Rhaimetalkes'i Trakya'ya M.S. 37-38'de kral yaptı.
Rhaimetalkes'in öldürülmesinden sonra İmparator Claudius zamanında 45'te
Trakya'nın bağımsızlığına son verildi. Artık Trakya bir eyalet olarak
tam anlamıyla Roma İmparatorluğu'na dahil edilmişti.

Hadrianopolis

123-124 yıllarında Doğu'ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138),
Uscudama veya Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni
yapılar inşa edilmesini buyurdu. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye
başlamıştı. Roma İmparatorluğu'nun en önemli yerleşim yerlerinden biri
haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını
yaşatmak üzere "Hadrianus'un Kenti" anlamına gelen
Hadrianopolis/Adrianopolis diye adlandırıldı.

Hadrianus'un kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi. Tümüyle bir Roma
Castrum'u planına sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç
vardı. Burçların arasında dört köşeli onikişer küçük kule ve dokuz kapı
dizilmişti. Surların önüne de bir hendek inşa edilmişti. Roma
İmparatorluğu'nun altın devrini yaşadığı 2. yy. ve 3. yy'ın ilk
yarısında Trakya şehirleri çok gelişti. Hadrianopolis de, askeri alanda,
ticaret ve ziraat konularında bu altın dönemden nasibini aldı ve
sürekli olarak gelişme gösterdi.

Önemli bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus'un
(284-305) 297'de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya
eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus'un başkenti
oldu. Diocletianus'un çekilmesinden sonra iç kavgalar başladı.

324'de Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan Licinius yenilgi alarak
çıktı. Savaşın galibi ise, Constantinus oldu. Constantinus Bizantion'a
kadar çekilen Licinus'u önce yenilgiye uğratıp sonra da katlettikten
sonra imparatorluğa egemen oldu. İmparatorluğun başkentini de Roma'dan
Bizantion'a taşıdı. O artık bu yeni kentteki İmparator I.
Constantinus'du (324-337). Önceleri Nea Roma adı ile anılan kent, I.
Constantinus'un adıyla özdeşleştirilerek, Constantinopolis oldu (11
Mayıs 330).

378'de İmparator Valens (364-378) döneminde Hadrianopolis'in kuzeyinde
Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisi ile bitti.

İmparator I. Theodosius (379-395) Trakya'daki karışıklıkları önlemek
için Gotlar'a karşı daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç
tehlikesini de uzaklaştırmayı amaçladı. I. Theodosius, 381 yılının Eylül
ayını Hadrianopolis'te geçirdi.

441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya'ya akınlar
düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar.

550'de Avarlar'la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde
ağır bir bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, Büyük
Constantine'in kutsal sancağı da Avarlar'ın eline geçti. Savaş
sonrasında Anastasios suruna kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar'a
bir baskın yapıldı ve kutsal sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı.


Heraklius (610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis'in ruhani
idaresinde beş metropolitlik vardı.

807'de İmparator I. Nicephorus (802-811), Bulgarlar'a karşı bir
sefer düzenleyip Hadrianopolis'i geri aldı ancak kendisine karşı bir
ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis'e döndü.

1018'den sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler'den gelmeye
başladı. Constantine IX. Monomachus (1042-1055) zamanında birleşip büyük
bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis önüne gelerek burada
ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar. Hadrianopolis, Bizans
devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik'in
hissesine düştü.

1336'da Hadrianopolis'te III. Andronicus'un (1328-1341) kızlarından biri
Bulgar Prensi Mikhael ile evlendi. III. Andronicus, 1341'de öldüğünde
devleti, dokuz yaşındaki oğlu Ioannes'e (1341-1391) bıraktı. Naib olarak
da güvenilir bir yönetici olan Cantacuzenos'u gösterdi. Bu güvenilir
yönetici, 26 Ekim 1341'de kendini Didymoteikhos'da (Dimetoka) imparator
ilan ediverdi (1341-1354). İki imparatorlu ülkede başlayan çekişmeler
bir taht kavgasının ötesine geçerek, büyük toprak sahipleri, asiller ve
kentin ileri gelenleri ile halk arasında bir sınıf çatışmasına dönüştü.
Hadrianopolis'te başlayan bu ayaklanma hızla Trakya'ya yayıldı.
Hadrianopolis'i Cantacuzenos aldı ve 1347'de Constantinopolis'e girerek
bu kentte hüküm sürmekte olan V. Ioannes Palaiologos'a (1341-1391)
karşın kendini VI. Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan etti.
Cantacuzenos'un Hadrianopolis kenti için 1352'de yeniden ve bu defa V.
Ioannes Palaiologos'la savaşması gerekiyordu. Palaiologos Sırp ve
Bulgarlar'dan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı.
Cantacuzenos ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için, dostu
ve damadı Orhan Gazi'nin (1326-1360) yardımına başvurdu. Süleyman Bey
idaresinde 10.000 kadar Türk savaşçısı savaşı Cantacuzenos adına zaferle
bitirdiler.

OSMANLI DÖNEMÎ

Adı Edirne

1354'de bir gece Süleyman Bey Kallipolis (Gelibolu) kalesini aldı ve
Osmanlı kuvvetleri Trakya'ya akınlara başladı. Artık Trakya'da
Türkler'in ayak sesleri duyuluyordu. 1360'da Didymotheikos (Dimetoka)
fethedildi. I. Murad (1359-1389), tahta çıkışından başlayarak Rumeli'nin
ele geçirilmesi için yapılan girişimlere büyük önem ve hız verdi.
Sultan, Çorlu ile Keşan'ın da Osmanlı yönetimine geçmesinin ardından,
Lala Şahin Paşa'yı Hadrianopolis'in fethi ile görevlendirdi. Lala Şahin
Paşa, Hacı İlbeyi ile birlikte bu görevi yerine getirerek ken- ti
Bizanslılar'dan aldı. 1362'nin Temmuz ayında I. Murad döneminde
Hadrianopolis artık Türkler'indi. I. Murad'ın Celayirli hükümdarı Üveys
Han'a gönderdiği fetihnamede kentin adı Edirne olarak yer aldı.
Fethedilen bu yeni kenti büyük bir onurla ziyarete gelen I. Murad,
kalenin yönetimini Lala Şahin Paşa'ya bıraktı. Bundan sonra Edirne
Türkler'in Rumeli'yi fethetme hareketlerinde çok önemli bir askeri üs
oldu. 1363'de Lala Şahin Paşa Filibe'yi ele geçirmek amacıyla buradan
harekete geçti. Ertesi yıl, Sırp, Eflak ve Macar birliklerinden oluşan
haçlı ordusuna karşı Sırpsındığı Savaşı, Edirne'nin 25 km. batısında
gerçekleşti. Sultan Murad bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir
kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne'de bir saray yaptırmasını
söylediğinden, Edirne'de büyük bir saray inşa ettirildi.

Osmanlı'nın "Dar--ül Mülk'ü

Edirne fetholunduktan sonra büyük bir hızla Türkleşmeye başladı.
Osmanlılar'ın kenti 1365'de başkent yapmaları Edirne için yepyeni
bir devrin başladığını gösteriyordu. I. Bayezid (1389-1403)
İstanbul'u kuşatma hareketlerini buradan yönetti.

Yıldırım Bayezid'in ölümünden sonra taht kavgası nedeniyle şehzadeleri
birbirlerine düştüler. Bu Fetret Devri'nde (1403-1413) kent daha büyük
bir önem kazandı. Bayezid'in büyük şehzadesi Emir Süleyman Çelebi,
devlet hazinesini Bursa'dan Edirne'ye taşıyarak burada tahta çıktı. Daha
sonra şehzadelerden Musa Çelebi, Eflak Voyvodası'nın da yardımı ile
ağabeyi ile mücadeleye girerek 1411'de kenti ele geçirdi ve burada kendi
adına para bastırdı. 1413'de I. Mehmed Çelebi (1413-1421) Osmanlı
Devleti'ni yeniden toparlayarak Edirne'yi kardeşinin elinden aldı.

1419'da bu defa da I. Bayezid'in Ankara Savaşı'nda kaybolan oğlu
olduğunu ileri süren Mustafa Çelebi (ya da Düzmece Mustafa) sahneye
çıktı. Taht üzerinde hak iddia ederek Edirne'yi ele geçirdi. Bir sultan
olduğu inancı ile de burada kendi adına para bastırdı. Ardından güçlü
bir orduyla Edirne'den Anadolu'ya geçtiyse de, Bursa yakınlarında II.
Murad'a (1421-1451) yenildi. Edirne'de bıraktığı hazinesini aldıktan
sonra Eflak'a giderken yakalanan Mustafa Çelebi, 1442'de yeniden
Edirne'ye getirilerek öldürüldü. Edirne'de ilk şenlik, işte bu olayın
ardından yapıldı. Halk da büyük bir coşku ile bu şenliklere katıldı.

II. Murad, Edirne'de şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed'e çok görkemli
sünnet düğünleri de düzenletti. Sultan, 1444'de tahtı oğlu II. Mehmed'e
bırakarak Manisa'ya çekildi. Edirne başkent olduktan sonra tahta çıkan
ilk sultan olduğu için, Edirne Sarayı'nda yapılan ilk culüs töreni de
II. Mehmed için gerçekleştirildi. Bu ilk tahta çıkışında 12 yaşında olan
çocuk sul- tanın adı, İstanbul'u fethettikten sonra şanına yakışır
biçimde Fatih Sultan Mehmet olarak anılacaktı. Manisa'ya çekilen II.
Murad, bir haçlı ordusunun harekete geçmesi üzerine yeniden Edirne'ye
gelmek zorunda kaldı. Bu haçlı ordusu Varna'da kesin bir yenilgiye
uğrayacaktı.

II. Murad zaferin ardından yönetimi yine oğluna bırakmasına karşın,
yeniçerilerin ayaklanması üzerine Edirne'ye gelerek üçüncü kez tahta
çıkmak zorunda kaldı. II. Mehmed (1451-1481), II. Murad'ın 5 Şubat
1451'de ölümüyle kesin olarak tahta çıktı. Artık onun önünde çok önemli
bir hedef vardı. Constantinopolis'i almak... Bu amacına yönelik harekatı
Edirne'den başlattı.

Yeni başkent Constantinopolis

II. Mehmed'in bu kutsal amacı 1453'de gerçekleşti. 29 Mayıs sabaha karşı
yapılan taarruzla Constantinopolis'in kara tarafındaki surlan yıkıldı.
Aynı gün, II. Mehmed at üzerinde kente girerek, Ayasofya'da namaz kıldı.
Constantinopolis'in fatihi II. Mehmed artık "Fatih Sultan Mehmed"
olarak tarihe geçecek, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni başkenti de Cons-
tantinopolis olacaktı. Başkentliği devrettikten sonra da Edirne,
imparatorluğun önemli olaylarına sahne olmaktan geri kalmadı. Kent,
Gedik Ahmet Paşa'yı Edirne Sarayı'nda idam ettiren II. Bayezid
(1481-1512) ile oğlu Selim arasındaki taht kavgasına sahne oldu.

Edirne, 16. yy'da Batı'ya düzenlenen seferlerin merkez üssü oldu.
Sultanların çoğu zamanlarını geçirdikleri bir yer durumunda olduğundan
sürekli olarak ilgi gördü. Yavuz Sultan I. Selim (1512-1520), Kanuni
Sultan I. Süleyman (1520-1566), ve II. Selim (1566-1574) kentin
bayındırlığına büyük önem verdiler.

Edirne'nin parlak dönemleri

17. yy'da ise I. Ahmed'den (1603-1617) başlayarak bu ilgi daha da arttı.
II. Osman (1617-1622) ve daha sonra IV. Murad (1623-1640) Edirne
koruluk ve ormanlarında büyük av eğlenceleri düzenlediler. "Avcı" adıyla
anılan N. Mehmed (1649-1687) ise çoğu zamanını burada sürek avına
çıkarak geçirdi. 1670'lerde Edirne'yi neredeyse ikinci bir yönetim
merkezi yapan N. Mehmed, Rus ve Leh Seferleri'ne de Edirne'den başladı.

Yaşamını Edirne'de sürdürmeyi seven bir başka sultan, II. Mustafa
(1695-1703) Edirne Vakası diye bilinen ayaklanma sonunda 1703'de
tahtından uzaklaştırıldı.

Türkler'le Ruslar arasındaki Prut Savaşı'ndan sonra 16 Nisan 1712'de
Prut Antlaşması yapılmasına karşın, üzerinden yedi ay geçtiği halde
Ruslar Lehistan'ı (Polonya) terketmediler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti
sefer kararı aldı. III. Ahmed (1703-1730) İstanbul'dan Edirne'ye
hareket etti. Bu durum karşısında kaygıya kapılan Rus Çarı I. Petro,
görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Edirne'de yapılan görüşmeler sonunda
24 Haziran 1713'te Edirne Antlaşması imzalandı. İmzalanan antlaşmaya
göre, Ruslar Lehistan'ı iki ay içinde boşaltacaklar, IV. Mehmed
dönemindeki sınır çizgisi esas olarak alınacaktı. Ruslar aynca Osmanlı
İmparatorluğu'nda misafir olarak kalan İsveç Kralı XII. Karl'ın da Rus
topraklarından bir Türk koruma birliğinin eşliğinde geçirilerek ülkesine
dönmesini kabul ettiler.

Yıkımlar

1745'deki büyük yangından sonra, 1751 yılındaki deprem Edirne'nin bir
anlamda gözden düşmesine neden oldu. Bu dönemden başlayarak Edirne eski
debdebesinden uzaklaşıp ge- rilemeye başladı.

III. Selim'in (1789-1807) Nizam-ı Cedit Islahatı'na karşı çıkan
Rumeli'nin ileri gelenleri ve derebeyler, Edirne'de 1801'de ve 1806'da
devlete karşı iki kez ayaklandılar (Edirne kıyamı).

1828-1829 Türk-Rus Savaşı'nda kent düşman eline geçti. 22 Ağustos
1829'da Ruslar'ın kente girmesi Edirne'nin yaşadığı zor günler oldu. 14
Eylül 1829'da Edirne'de imzalanan barış antlaşması sonucunda yeniden
Osmanlı yönetimine geçmekle birlikte, savaş Edirne'yi olumsuz yönde
etkiledi. Müslüman halk başka yerlere göçmeye başladı. Sultan II. Mahmud
(1808-1839), halka moral vermek üzere 1831'de kente geldiğinde on gün
kalıp yıkımların giderilmesi için emirler verdi. Bu gezinin anısına
Hayriye, Nısfiye ve Rubiye adlarında Edirne damgalı paralar bastırıldı.

1877-1878 Türk-Rus savaşında, 20 Ocak 1878'de Edirne tekrar on üç aydan
fazla sürecek olan Rus işgali altına girdi. Birçok bölgesi yakılıp
yıkıldıktan sonra 13 Mart 1879'da yine Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.

20. yy'ın başlangıç yılları da Edirne'ye zor günleri getirdi. 1912'de
Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı giriştiği Balkan
Savaşı'nda Edirne yüzaltmış gün Şükrü Paşa'nın kahramanca savunmasına
karşın, açlıktan Bulgar ve Sırp kuvvetlerine 26 Mart 1913'de teslim
oldu.

22 Temmuz 1913'de Enver Bey komutasındaki kuvvetler hiçbir direnişle
karşılaşmadan Edirne'ye girdiler. Kent yıkık ve harap durumdaydı. Diğer
Avrupa devletlerinin Türkler'i Edirne'den çıkarmak için verdikleri tüm
çabalar sonuçsuz kaldı ve Edirne 10 Ağustos 1913'te imzalanan Bükreş
Antlaşması gereğince Osmanlı toprağı sayıldı.

Sınır kenti

Edirne bu defa da, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1920'den 1922'ye
kadar iki yıldan fazla Yunan işgalinde kaldı. Ancak 25 Kasım 1922'de
Mudanya Mütarekesi'nden sonra Türk ordusu Edirne'ye girdi. 24 Temmuz
1923'deki Lozan Antlaşması'yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti'nin Trakya
bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında
pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi.

YAPILAR

İlk Osmanlı başkenti Bursa, erken dönem Osmanlı mimarisi örnekleriyle
bezenmişti. İkinci başkent Edirne ise, mimarideki gelişmeleri ve
değişmeleri yaşayarak, Osmanlı sanatının en yükseldiği dönemin
eserlerini sahiplendi.

Yıldırım Bayezid Camisi

Edirne'deki Türk döneminin en eski yapısıdır (1397-1400). Haç planlı
eski bir Bizans kilisesinin yalnızca temeli bırakılarak, üzerine yeni
cami binası inşa edildi. Ortasında küçük bir orta kubbe ve etrafında
dört tonoz bulunmaktadır.

Eski Cami İnşaatına 1403'de Emir Süleyman Çelebi tarafından başlandı,
1414'de Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlandı. Mimarı Konyalı Hacı
Alaeddin'di. Kare şeklindeki yapı, dokuz kubbesiyle çok kubbeli ulu
camiler planındaydı. Bina kesme taştan yapıldı. İç mekân dört paye ile
bölündü. Son cemaat yeri, kesme taş ve tuğla sıralamasıyla bitirildi.
Büyük yazılarıyla dikkati çekmektedir.

Muradiye Camisi

1436'da Sultan II. Murad'ın yaptırdığı bu cami, yan mekânlı camiler
planının uygulandığı en güzel örneklerdendi. Yalın bir dış görünüşü
olup, doğu ve batı duvarı ile mihrap duvarını kaplayan çinileri, iki
orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzündeki ince kalem
işleri yalın görüntülerine karşın 15. yy. başındaki Osmanlı dekor
sanatının en başarılı eserleri arasında yer aldı. Yapı, görkemli mihrabı
ve minberiyle dikkati çekmektedir.

Üç Şerefeli Cami

1438-1447 yılları arasında Sultan II. Murad tarafından yaptırılan cami,
Osmanlı mimarlığında erken dönemle klasik dönem arasında yer almaktaydı.
Türk sanatında ilk kez ortaya çı- kan plan şeması ile enine gelişen bir
mekân anlayışında inşa edildi. Dört minaresinin biri üç, biri iki,
ikisi ise birer şerefeli olup, baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı
motif üslupları ile bezendi. Üç şerefeli minaresindeki her üç şerefeye
ayrı merdivenlerden çıkılan ilk minare tarzıdır ve bu tarz camiye adını
vermiştir. Hafif sivri kemerli revakları ile şadırvanlı avlusu vardır.

Sultan Bayezid Külliyesi

Sultan II. Bayezid, Kili ve Akkerman fethine giderken, ordunun
gereksinimlerini karşılamak üzere Edirne'de kaldı. Bu konaklama
sırasında da Tunca'nın kenarında 23 Mayıs 1484 günü cami, şifahane,
medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden oluşan bü- yük bir
külliyenin temellerini attı.

Avrupa'da akıl hastaları hasta sayılmazlar, şeytanla işbirliği yapan
insanlar diye düşünülerek çoğu kez diri diri yakılırlardı. Külliyenin
şifahanesindeyse akıl ve ruh hastaları, Türk müziğinin çeşitli makamları
ile tedavi edilirlerdi. Şifahaneye devamlı bağlı on hanende ve sazende
çalışırdı. Ney, keman, santur ve ud kullanılan sazlar arasındaydı.
Özellikle neva, rast, dügah, segah, çargah ve buselik gibi makamların
dinletilmesinden olumlu sonuçlar alınmıştı. Musikiden başka hastalar
çiçek kokuları ile de tedavi edilirdi.

Türk-Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan külliyenin
mimarı Hayreddin'di. 21 m. çapındaki kubbesi ile cami tek kubbeli
camilerden olup, külliye yüz kadar kubbe ile örtülmüştür.

Selimiye Camisi

Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" diye nitelendirdiği Selimiye Camisi bu
kentin tacıdır. Mimar Sinan'a Sultan II. Selim tarafından 1569-1575
yılları arasında yaptınlan cami önce, birbirine eşit üçer şerefeli dört
minaresi ile göze çarpar. Çok uzaklardan görünen bu zarif minareler
kubbenin etrafına cami tabanının oturduğu karenin köşelerine
dizilmiştir.

31,5 m çapındaki kubbe, 8 filayağı ile bağlanmış, örttüğü iç mekâna
verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca
algılanmasına neden olmaktadır. Kubbe aynı zamanda caminin dış
görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de
kusursuzluğa varılmıştır. Minberin mermer işçiliği diğer camilerden
üstündür. Mihrap tarafındaki duvarlarla birlikte, Hünkar mahfili ve
bütün alt kat pencerelerinin alınlıkları zarif bir çini dekoru ile
kaplanmıştır. Mihrap duvarında bulunan büyük çini panoların renk ve
komposizyonları ve Hünkar mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem
işçiliği çok güzeldir.

Caminin revaklarla çevrilmiş avlusunun ortasında mermerden özenle
işlenmiş bir şadırvanı vardır.

Edirne Sarayı

Sultan I. Murad tarafından yaptırılan ilk saraydan sonra, Sultan II.
Murad döneminde Tunca'nın batısında, çok büyük bir alan üzerine 1450'de
Edirne Sarayı'nın inşaatına baş- landı. Sultan'ın 1451'de ölümünden
sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından yapı tamamlatıldı.

Edirne Sarayı'nın önemli bölümlerinden olan Cihannüma Kasrı'nın yedi
katlı olduğu ve en üst katında sekiz köşeli bir odanın ve ortasında bir
havuzun bulunduğu yazılmaktadır. Cihannüma Kasrı'nın sağ tarafında Kum
kasrı bulunurdu. Kum Kasrı hamamının, helezoni kubbesi vardı.

Cihannüma Kasrı'nın arka tarafındaki yerde, tonozlu bir bodrum üzerinde
dikdörtgen bir planda su maksemi vardı. Terazilerden gelen sular binanın
yukarısındaki depolarda toplanır oradan altı bölümle dağıtılırdı. 16.
yy'ın ikinci yarısında saraya namazgâh eklendi.

Saray, 22 Ağustos 1829'da Ruslar'ın kente girip birkaç ay kalmaları
sırasında yıkıma uğradı. 1867'de Sultaniye yatı ile Avrupa gezisine
başlayan Sultan Abdülaziz'in gidiş yolu Tolulon'dan sonra Paris ve
Londra olmuştu. Dönüş yolunda Sultan'ın Edirne'den geçme olasılığı
üzerine özellikle Cihannüma Kasrı'nda bazı onarım ve eklemeler
yaptırıldı. Oysa dönüş, Belçika-Koblenz-Prusya-Viyana-Budapeşte'den
geçilerek, Tuna Nehri'nden vapurla yapıldı.

1875'de Ruslar'ın Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın
yakınında bulunan cephanelik Ruslar’ın eline geçmesin diye Vali Cemil
Paşa’nın emriyle ateşlendi. Böylece 3-4 gün süren patlama sesleri ile
büyük tehlike içinde kalan Edirne kentinin 425 yıllık sarayı ortadan
kalktı.

123-124 yıliarında Doğu'ya yaptığı gezi sırasında İmparator Hadrianus
kendi adıyla Hadrianopolis diye çağrılan Edirne kentine görkemli bir
kale armağan etmişti. 19. yy'ın ilk yarısına kadar sağlam duran bu kale
de 1866-1870'den itibaren hastane, okul, hükümet binaları, kışla yapımı
için Vali Hurşid Mehmed Paşa zamanında yıkılmaya başlandı. Dört ta- ne
olan köşe kulesinden yalnızca biri saat kulesi haline dönüştürüldü.

Köprüler

Edirne'deki önemli yapı türlerinden biri de köprülerdir. Üzerine
türküler yakılan bu taş köprülerin çoğu Tunca Nehri üzerinde bulunur.
Taş köprüler, Osmanlı'nın mekânsal ve anıtsal anlayışıyla her zaman uyum
içinde olurlar, düzenlilik ve geometri kurallarına uygunluk
gösterirlerdi. Kent içi köprüler, iki başından kent dokusuna
dayanırlardı. Edirne'nin içinde bulunan ve Sinan devrinin Edirne dışında
inşa ettiği köprülerin güzelliğine başka kentlerde erişilememiştir.

Bu kentteki köprülerin en eskisi Bizans İmparatoru Michael Palaiologos
(1261-1282) dönemindendir. Köprü sonradan Gazi Mihal Bey tarafından
yeniletildiğinden onun adı ile anılır (1420). 1640'da Kemankeş Kara
Mustafa Paşa bu yirmiyedi gözlü köprüye sivri kemerli Tarih Köşkü'nü
ekletmiştir. 1451'de yapılan Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü on iki
ke- merli ve on bir ayaklıdır.

1452'de Fatih döneminde yaptırılan Fatih Köprüsü, 1488'de Mimar
Hayrettin'in yapıtı olan Bayezid köprüsü, 1560'da Mimar Sinan'ın
eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) Köprüsü, 1608-1615 yılları
arasında Sedefkar Mehmed Ağa'nın yaptığı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü,
1842-1847 yılları arasında Meriç'le Arda'nın birleştiği yerde
tamamlanan Meriç Köprüsü (Yeni Köpıü) Edirne'nin en önemli köprüleridir.


Kervansaraylar

Sokak üzerinde bir sıra dükkânı bulunan ve klasik Osmanlı mimarlığının
ilginç örneklerinden olan Rüstem Paşa kervansarayı, Kanuni Sultan
Süleyman'ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan'a
yaptırıldı. Dikdörtgen avlu çevresinde önleri revaklı odalar
sıralanmaktadır.

Ekmekçioğlu Ahmed Paşa kervansarayı, I. Sultan Ahmed'in emri ile
Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 1609 senesinde yaptırıldı.
Mimarları Sedefkar Mehmed Ağa ve Edirneli Hacı Şaban'dı.

Evler

Taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemleri ile yapılırdı. Bu
evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile
bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine
yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahipti.

Odalardan kıbleye dönük olanı namaz odası olarak ayrılırdı. Dolaplarda,
tatlı, şeker, şerbet ve şurup dağıtılmasına yarayan şık kaplar,
bardaklar, tabaklar, şık havlular, örtüler, le- ğen ve ibriklerin en
kıymetlileri saklanırdı. Misafir odalarının duvarları boyunca yapılmış
"sıra" denen raflar üzerine odayı süslemek amacıyla kıymetli çini ve
porselen tabaklar, kaseler ve sürahiler konurdu. Katlı raf denilen
hücrelere de değerli kaseler, gülapdanlıklar ve çiçeklikler
yerleştirilirdi.

Kalınca yapılmış duvarların içine yerleştirilen veya odanın arkasında
bir kümbet şeklinde dışarı çıkarılan ocaklar en sağlıklı ısınma
aracıydı.

Balkan Yarımadası'nın hemen her tarafında en küçüğünden en
gösterişlisine kadar bütün evlerde "hayat" denilen bölümler vardır. Oda
kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan
yönde 1,5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır. Hayatların
sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta
sedirlerle çevrilirdi.

Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları
olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı
evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış
çardaklar vardı. Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek
küçük kapı bulunurdu.

TİCARET

Edirne, çok parlak günler yaşamış büyük bir ticaret merkeziydi.
Bedestenlerindeki elmas ve mücevherler altmış gece bekçisi tarafından
korunurdu. 15. yy'da Doğu Akdeniz'de canlanan ticaret, bu kentin
gelişmesine de büyük yardımda bulundu.

Mısır'dan, Ege adalarından ve İzmir gibi diğer Batı Anadolu kentlerinden
gelen buğday, arpa, mısır gibi ana gıda maddeleri ve tarımsal
zenginlikleri Enez'e gelir, buradan nehir yoluyla küçük gemilere
yüklenerek Edirne'ye ulaştırılarak burada pazarlanırdı. Meriç yoluyla
Filibe'den gelen pirinç de buradan İstanbul'a ulaştırılırdı.

17. yy'da İran'dan kervanlarla gelen bazı tüccarlar da Edirne'de
alım-satım yaptıktan sonra buradan Balkanlar'a doğru açılırlardı. Avrupa
malları Edirne pazarlarında bulunurdu. Değişik cinslerde malı bu pazara
getiren Avrupalı tüccar, buradan balmumu, deri eşyalar alırlardı.
Venedikli ve Fransız tacirlerin aldıkları ise, Bursa ipeği ve Ereğli'den
gelen yündü.

Çarşılar

Geçiş yolları üzerinde bulunan kentin gelişme döneminde hem artan
ekonomi ve ticaret yoğunluğunu karşılamak hem de cami ve imaretlere
gelir sağlamak amacıyla birçok han, bedesten ve çarşı inşa edildi.

1417-1418 yılları arasında Çelebi Sultan I. Mehmed tarafından Mimar
Alaeddin'e Eski Cami'ye vakıf olarak bir bedesten yaptırıldı. On döıt
kubbeli yapının etrafında bir sıra dükkân, içte tonoz örtülü otuz altı
oda bulunmaktaydı. Duvarları kırmızı ve beyaz kesme taştandı.

1569'da Hersekli Semiz Ali Paşa'nın Mimar Sinan'a yaptırdığı Ali Paşa
Çarşısı yüz otuz dükkândan oluşmaktaydı. Çarşısı üç yüz metre
uzunluğunda olup, altı kapılıydı. 73 kemerli, 255 metre uzunluğunda, 124
dükkândan oluşan arasta, III. Murad (1574-1595) tarafından Selimiye
Camisi'ne vakıf olmak üzere Davut Ağa'ya yaptırıldı.

Esnaf

Edirne büyük ve değişik esnaf gurubunun toplandığı bir merkezdi. Deri ve
dericilikle ilgili işlerle uğraşan saraçlar, yularcılar, keçeciler,
ayakkabı ya da çizme üretenlerle birlikte, dokuma işlerinde çalışan
bezciler, iplikçiler, ibrişimciler, külahçılar ve terziler vardı.
Yiyecek ve içecek gruplarında ise pek çok aşçı, bakkal, fırıncı, kasap,
kebapçı çalışırdı. Kentteki es- naf grupları arasında sarraf ve
kuyumcular da güçlü bir yer tutardı. Maden işleri ile uğraşan demirci ve
bakırcılar da vardı.

Kentte ayrıca dokuma boyacılığı, araba üretimi, basmacılık, gülyağcılık
ve sabunculuk gibi çok gelişmiş küçük işyerleri bulunmaktaydı. Bu
işyerlerinin bir çoğunun çalışmalarını sürdürdüğü dükkânlar cadde veya
sokakların üzerinde iki üç katlı binaların zeminlerindeydi. Bazıları da
birer üst katları bulunan sıra dükkânlar biçimindeydi. Edirne'de vergi
gelirlerinin bir kısmı vakıflara ayrılırdı.

YAŞAMIN RENKLERÎ

Batı'ya açılan kapı Edirne parlak dönemlerinde geçiş yolu üzerindeki
konumuyla ve ticaretinin canlılığıyla Osmanlı'nın çok önemli
merkezlerinden biriydi. Kentin önemi yalnızca onun ticari gücünden
gelmiyordu. Bu kent, İstanbul'da etkisini göstermeye başlayan Batı
çıkışlı sanat modalarını hemen benimseyip, Balkanlar'a yayılmasını
sağlamak gibi bir görevi de üstlenmişti.

17. yy'da Edirne 350 bin nüfusu ile İstanbul, Paris ve Londra'dan sonra
Avrupa'nın dördüncü büyük kentiydi. İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği
büyük yangınlar (1745, 1751) ve özellikle 19. yy'da uğradığı işgaller
(1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve
ekonomik dengelerini etkiledi. 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşları
sırasında Müslüman halkın çoğu göç etti. Onlardan boşalan yerlere
köylerden Hıristiyanlar yerleştirildi.

Edirne'nin en neşeli insanları kuşkusuz her zaman Çingeneler oldu.
Erkekleri kalay ve at arabacılığı işleri ile, kadınları ise genellikle
bohçacılıkla uğraşırlardı. Müslüman nüfusun içinde sayılan Çingeneler,
davul, zurna, klarnet, kanun, darbuka, def, ud ve cümbüş gibi
enstrümanları kendilerine özgü bir tavırla ve yorumla çalarlardı.

19. yy sonlarında, Müslümanlar'ın nüfusu 79 bin, Rumlar'ın 77 bin,
Ermeniler'in 5 bin, Bulgarlar'ın 32 bin, Yahudiler'in 9 bin
civarındaydı.

Edirne Paşa Sancağı adı ile Rumeli Beylerbeyliği'ne bağlıydı.
Tanzimattan sonra kurulan eyaletin merkezi oldu.

Er meydanı Kırkpınar

İnanılır ki, Kırkpınar adı kırk yiğidin adından gelir.

Bizans İmparatorları, kendi iç çekişmelerinde uzun seneler Aydın ve
Saruhan Beyleri'ni kullanmış, ayaklanmalarını, taht kavgalarının
başlangıçlarını hep onlarla bastırmıştı.

Aydın ve Saruhan Beyleri, bu iç çekişmelerde güçlerini Bizans'ın
gereksinimi doğrultusunda kullanırken, Rumeli'deki baş kaldıran pekçok
küçük Bizans kalesine ve kentine akınlar yapmışlardı. Önceleri Bizans'ın
bütünlüğüne yardım için yaptıkları bu akınları, sonraları iyice
alışkanlık haline getirmeye başladılar. Gücü yavaş yavaş Beyler'e
kaptırdıklarını farket- meye başlayan Bizans İmparatoru, yeni kullanacak
güç aramaya başladı. İmparator, Anadolu yarımadasında gün geçtikçe
etkinlikleri artan Osmanoğulları'ndan Aydın ve Saruhan Beyleri'nin
korkacaklarından emindi. Bu defa da Osmanoğulları'nı amaçları
doğrultusunda kullanmayı tasarlayarak, onlardan yardım istedi.

Orhan Gazi de uzun zamandır Bizans İmparatoru'nun bu durumundan
yararlanmayı kuruyordu. Orhan Gazi, daha önce Aydın ve Saruhan Beyleri
gibi diğer Türk Beylikleri'nin de Bizans'a yardım için Rumeli
taraflarına akınlar düzenleyip Bizans İmparatorları'nın durumunu
kurtardıktan sonra tekrar Anadolu'ya döndüklerini biliyordu. Onun amacı
ise farklıydı. Tüm istediği Rumeli yakasına ayak basarak, orada
yerleşmek ve Osmanlı topraklarını büyütmekti.

Orhan Gazi, Süleyman Bey'in Rumeli yakasındaki Bizans kalelerinden
birini baskınla ele geçirmek fikrini uygun gördü. Süleyman Bey,
Çanakkale Boğazı'nı iki salla ve kırk yiğitle birlikte geçip, Rumeli'ye
ulaştı. Sabaha karşı Kallipolis (Gelibolu) Kalesi'ni ele geçirdikten
sonra, arkadan gelen diğer kuvvetlerle birlikte, Rumeli'nin büyük küçük
kalelerine doğru yürümeye başladı.

Çanakkale Boğazı'nı ilk geçen kırk yiğit, Hadrianopolis'e doğru
kuvvetlerin öncülüğünü üzerlerine aldılar. Bu kırk yiğidin her biri
birer başpehlivan olduğundan, her konaklamada aralarında güreşirlerdi.
Hadrianopolis civarındaki bir meraya geldiklerinde, pehlivanlar yine
çayırlıkta güreşecek arkadaşlarını seçtiler. İçlerinden iki pehlivan
Anadolu yakasındayken, sonuçlandıramadıkları bir güreşi Rumeli seferi
için yarıda bırakmışlardı. Yemyeşil çayırın üzerinde güreşe
tutuştuklarında Hıdırellez'di. Akşam karanlığı çöktüğü sıralarda sonuç
hâlâ alınamamıştı.

Ortalık iyice kararırken iki pehlivan güreşmeye devam ettiler. Gece
yarısına doğru ise dehşetli güreş iki kahramanın son nefeslerini
vermeleriyle son buldu. Er meydanında can veren pehlivanları arkadaşları
bu çayırlığa gömerek Hadrianopolis üzerine savaşa devam ettiler.

Aradan uzun bir zaman geçmiş Orhan Gazi'nin yerine I. Sultan Murad
geçmişti ve Hadrianopolis artık Türkler'in Edirnesi olmuştu. Kırk
yiğitten sağ kalanlar, iki pehlivanın çayırlıktaki mezarlarına birer taş
yaptırmak istediler. Çayırlığa vardıklarında, iki pehlivanı gömdükleri
incir ağacının altından billur gibi akıp giden kırk kaynaklı pınarı
gördüler. İşte ilk Kırkpınar diye adlandırılan yer burasıydı.

I. Sultan Murad Edirne'yi başkent yaptıktan sonra bu kentte okçuların,
ciritçilerin ve pehlivanların yetişmesi için bir güreşçiler tekkesi
açtı. Kırkpınar güreşlerinin ilk yapıldığı yer, Edirne'nin altı saat
batısında olup, bugün bu bölge sınırlarımızın dışinda kalmıştır.

Kırkpınar bir Türk atasözünün de kaynağı oldu. Hıdırellez başlamadan
yaklaşık yirmi beş gün önce Kırkpınar Ağası, halkı güreşlere çağırmak
için, yöredeki kent, kasaba ve köylerin kahvelerinin tavanlarına asılmak
üzere, kırmızı dipli mumlar gönderirdi. Bu, özellikle çağrılıyorsunuz
anlamını taşırdı. Bir yere gelmesi istenmeyen kişi, çağrılmadan oraya
giderse söylenen; "Kırmızı dipli mumla mı çağrıldın" atasözü buradan
kaynaklanmaktadır.

Hıdırellez'den yaklaşık on beş gün önce, köylüler tarafından Kırkpınar
yakınına tezgah ve dükkânlar, meydanın etrafına da izleyiciler için
çardaklar yapılmaya başlanırdı. Yakın yörelerden gelen esnaf ve
satıcılar, hazırlanmış olan derme çatma dükkânlara ve tezgahlara
yerleşirler ve satacakları yiyecek, içecek ve giyecekleri buralara
yerleştirirlerdi. Meydanın etrafı köşkler, dükkânlar ve köylülerin
yaptıkları gölgeliklerle dolardı.

Kırkpınar Ağası ise, Hıdırellez'den bir hafta önce Ağa Çadırı'nı,
güreşçilerin ve misafirlerin çadırlarını meydanın etrafına kurdurmaya
başlardı. Aynı zamanda yemek kazanları ve kaplar getirilir, aşçılar
hazırlıklarına başlarlardı. Bütün bu hazırlıklar yaşanacak cümbüşün ve
renkliliğin müjdecisi gibiydi.

Güreşler Hıdırellez'den üç gün önce başlar, günlerce süren bayram ve
açık hava eğlenceleri içinde sürüp giderdi. Halkın saygı gösterdiği,
güvendiği eski yaşlanmış pehlivanlardan iki üç tanesi, Ağa'nın
çağrısıyla hakem olurlar ve Ağa ile birlikte, onun çadırından güreşleri
izlerlerdi.

Birinci gün eğlencelere aynlır, son gün genellikle başaltı ve
başpehlivanın güreşleri ile geçer, tüm karşılaşmalar Hıdırellez'in
arifesinde akşamüstü sona ererdi.

Edirne kırmızısı ve Edirnekâri

Tahta üzerine boya ile yapılan süslemeye Edirnekâri denirdi. Edirne'de
14. yy'dan başlayarak bu biçimde pek çok tavanlar, kapılar, dolap
kanatlan, saatler, sandıklar, kalemlikler, raf lar ve çekmeceler
bezendi. Aynca çekmecelerin içine de yaldızla tuğralar ve değişik
bezemeler yapıldı.

Motifler doğaya dönük olup, çiçek, yaprak, meyvalardan oluşurdu. Bu
süslemeler, boyalarının sağlamlığı ve ince işçilikleriyle dikkati
çekerdi.

Edirnekâri süslemelerdeki motifler, 17. yy'a kadar tek tek çiçekler,
minik buketlerden oluşurken, 18. yy'da bu çiçekler büyük buketler haline
geldi veya vazolann içinde resmedildiler.

18. yy'da Edirnekâri, motif ve düzenleme olarak deri kitap kapaklarında
da yer almaya başladı ve giderek yaygınlaştı.

Edirne'de yapılan lake ciltler de Edirnekâri adını almaya başladı. Bu
ciltlerin üzerindeki nakış ve resiınler vernikle parlatılırdı. Edirne'de
yapılan lak işleri de Edirne Lakı olarak anılmaya başlandı.

18. yy'da Edirne Türk Kırmızısı ya da Edirne Kırmızısı (Rouge
d'Andrinople) diye adlandırılan boyacılığı ile büyük ün kazandı. Bu al
rengi taşıyan pamuklu kumaşlar da Edirne Kırmızısı diye adlandınldı.

Edirnekâri, 19. yy'ın ortalanna kadar kullanıldı ve büyük ustalar
yetişti.

Şenlikler

Edirne, 16. yy'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun kent şenliklerini
yaptığı tek yerdi. Bu yüzyılın başından başlayarak şenlik kenti İstanbul
oldu. Böyle olmakla birlikte, IV. Meh- med'in 1675'de Edirne'de şenlik
düzenlettiği bilinmektedir.

Bu kentte ilk şenlik II. Murad'ın Düzmece Mustafa'yı yakalayıp
öldürttüğü olay sonrasında yapıldı. II. Murad, Edirne'de Şehzadeleri
Alaeddin ile Mehmed'in görkemli sünnet düğünleri şenliklerini de burada
yaptırdı. 1444'de yine II. Murad, Ramazan Bayramı nedeniyle üç gün üç
gece spor gösterilerinin ağırlıkta olduğu şenlikler düzenletti.
1450'deki ise, Sultan'ın oğlu Şehzade Mehmed'in Sitti Hatun'la evlenmesi
nedeniyle yapılan ve yaklaşık üç ay süren şenlikti.

1457'de Fatih Sultan Mehmed'in şehzadeleri Bayezid ve Mustafa'nın sünnet
düğünü şenliklerinde, spor gösterilerinin yanısıra, bilim adamlarının
sohbet ve tartışmalan da yapıldı.

Bunlardan başka, 1472'de Cem Sultan ile Şehzade Abdullah'ın sünnet
düğünlerinde ve 1480'de şehzadeler, Selim, Şehinşah, Mahmud, Âlem,
Korkud, Ahmet ve Oğuz Han'ın sünnetlerinde şenlikler yapıldı.

Şenliklerin en unutulmazı kuşkusuz, başkent İstanbul olmasına karşın
Edirne'den ayrılamayan IV. Mehmed'in (Avcı Mehmed) 1674 yılında
yaptırdığı şenlik oldu. 1674'de on iki yaşında olan şehzadesi Mustafa
(sonradan Sultan II. Mustafa) ve iki yaşındaki şehzadesi Ahmed'in
(sonradan Sultan III. Ahmed) sünnet düğününün arkasından, on yedi
yaşındaki kızı Hatice Sultan ile vezir ve müsahib Mustafa Paşa'nın
evlenme düğünleri yapıldı. Ziyafet ve şenliklerle on altı gün süren
sünnet düğünü ve on dokuz gün süren evlenme düğünü, Edirne kentinin
tarih sayfalarına güzel anılar ekledi.

Bu şenliklerin hazırlıkları altı ay öncesinden başladı. Geçit
törenindeki nahıllar, yapma bahçeler, şekerlerden yapılmış hayvan
heykelleri.göz kamaştırıcıydı. Seyirlik oyunlarında ise, cambazlar,
yılan oynatanlar, gölge oyuncuları, kuklacılar, gözbağcılar bütün
hünerlerini gösterdiler. At yarışları, ok atıcılığı, cirit, kılıç ve
güreş karşılaşmaları da günlerce sürdü.

18. yy'dan başlayarak bütün kentlerde kır gezinti alanlan ve çayırlar
halkın eğlencesi için açıktı. Edirne'de ise, Meriç boyunca uzanan meyva
ve sebze bahçeleri, geceleri buralara gelen halkla neşelenip renklenerek
bir gezinti yerine dönüşür, Meriç'in çağıldayan sularına, insan
seslerinin cıvıltıları katılırdı

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa
» Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul
» Edirne Antlaşması
» Edirne'de yoğun kar yağışı FLAŞ
» Edirne'de ikinci 'böcek' skandalı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: