ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258170
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul I231076_gsli

Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul Empty
MesajKonu: Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul   Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul EmptyPaz Haz. 06, 2010 4:53 am

İstanbul, Osmanlı'nın 3. Başkenti...

KENTİN TARİHİ

İlk yerleşim

Zaman, günümüzden yaklaşık 300 bin yıl önceydi. Küçükçekmece gölü
kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasına bu kentin ilk sakinleri
yerleşti. Son buzul çağının bitiminde oluşan gölün çevresinde Neolitik
ve Kalkolitik insanları yaşamlarını sürdürdü. Kazılarda, Dudullu
yakınlarında Alt Paleolitik Çağ’a (100 bin yıl önce) ait aletler
bulundu. Kentin kuzeyindeki Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik
Çağ’ın ve Üst Paleolitik çağın aletlerine rastlandı. M.Ö. 5000
yıllarında Kadıköy Kurbağlıdere üzerindeki Fikirtepe’de önemli bir
kültür yerleşimi vardı.

Bizantion (M.O. 660 - M.S. 324)

M.Ö. 680’de Dor akınlarının yıldırdığı Yunan yarımadasındaki Megara
kentinden ve Anadolu yarımadasının Güney Ege kıyılarındaki Miletos’tan
gelen öncüler, Kadıköy civarında Khalkedon’u kurdular. Diğer bir
Megaralı gurup ise, kuracakları kent için Delphi Kâhini’ne yer danıştı.
Kâhin onlara körlerin karşısındaki yere yerleşmelerini söyledi. Tarihi
yarımadanın üzerindeki zenginliği görmeyen Khalkedonlular'ı kör olarak
adlandırmıştı. M.Ö. 660’da Sarayburnu üzerinde Bizantion’un tarihi
böylece başlatıldı. Khalkedonlular ve Bizantionlular birbirleriyle
dostça geçinip, bastıkları sikkeler üzerine adlarını birlikte koydular.

Bizantion’un çevresine surlar inşa edildi. Denizlerle çevrili bir
yarımada üzerine kurulu olması nedeniyle, deniz ürünlerinden bolca
nasibini aldı. Güvenli bir limanı, tarıma elverişli bereketli toprakları
ve deniz ticaret yolları üzerindeki konumu Bizantion’un çok kısa
zamanda gelişip zenginleşmesini sağladı.

Pek çok istilalara uğrayan Bizantion, M.Ö. 269’da Bithynialılar
tarafından yağmalanarak ele geçirildi. M.Ö. 202’de Makedonyalılar’ın
tehdidinden korkarak, Bizantion Roma’dan yardım isteğinde bulundu. Bu
bir anlamda da Roma’nın bu kente ilk adımıydı.

73 yılında Bizantion Roma'nın Bithynia-Pontus eyaletine bağlandı.
İmparator Vespasianus kentin gelişimine katkıda bulundu. 193 yılına
gelindiğinde, Roma İmparatoru Septimus Severus, Partlar’ın tarafını
tutan Bizantion’u kuşatarak kenti yağmalayıp, surları da yıktırdı. Daha
sonra ise surları yeniden inşa ettirip, kenti imar etti. Yeni binalarla
sokakları düzenledi. Hipodrom inşaatını başlattı. 269’da kent bu defa
Gotlar’ın saldırısına uğradı. Zafer kazanan Gotlar, deniz kıyısına yakın
bir yere sütunlarını diktiler. 313’de Nicomedialılar kenti ele
geçirdiler. Constantinus, Nicomedialılar’la yaptığı savaşı kazanarak
kenti geri aldı.

Roma İmparatorluğu'nun başkenti (324 - 395)

Toprakları Batı’da okyanus kıyılarından, Doğu’da Fırat ve Dicle
nehirlerine kadar uzanan Roma İmparatorluğu için, özellikle Doğu
bölgesine egemen olunabilecek yeni bir yönetim merkezi aranmaya
başlandı. Ve ticaret yollarının kavşağında kurulu Bizantion Roma’nın
Doğu’sunun yönetim merkezi olarak seçildi. Bu yeni konumu, kentin dünya
kültürü ve siyaseti içindeki önemli rolünü de belirledi.

I. Constantinus (324-337), Romalı soyluları Bizantion’a çağırarak kentin
Romalı nüfusunu artırdı. Yeni başkentin konumuna yakışır bir imar
hamlesi başlatıldı. Limanlar ve su tesisleri ele alındı. Kent içi su
dağıtım sistemlerinin temelleri atıldı. Savunma için yeni bir sur
yaptırıldı.

Septimus Severius’un başlattığı hipodrom inşaatı tamamlandı. 100 bin
kişilik hipodromun genişliği 117, uzunluğu ise 480 metreydi. Orta
bölümünde çevresinde arabaların döndüğü spina bulunurdu. Halkla
imparatorun adeta bütünleştikleri Hipodrom’da vahşi hayvan yarışları,
atletik karşılaşmalar, şenlikler ve kutlamalar gibi çeşitli eğlenceler
yapılırdı. Bunların içinde en heyecanlısı havayı temsil eden Maviler,
suyu temsil eden Beyazlar, toprağı temsil eden Yeşiller ve ateşi temsil
eden Kırmızılar arasında yapılan araba yarışlarıydı. Hipodrom
duvarlarının üzeri çok sayıda heykelle süslüydü. En önemlisi de at
heykelleriydi. Kentin Latinler tarafından istila edilmesiyle bu at
heykelleri Venedik’e, San Marco Meydanı'na taşındı. Hipodrom’daki
(Sultanahmet Meydanı) imparatorluk sarayı (Sultanahmet Camisi’nin
bulunduğu alan) ve anıtsal ibadethaneler, akropolis (Topkapı Sarayı’nın
bulunduğu yer) yapıldı.

Önceleri Nea (Yeni) Roma adı ile anılan kenti, I. Constantinus kendi
adıyla özdeşleştirdi. Adı artık Constantinopolis’ti (11 Mayıs 330).

Yine aynı yıl Forum Constantinus (Çemberlitaş Meydanı) yaptırıldı.
Roma’daki Apollon Tapınağı’ndan getirilen yüksek sütunun üzerine tunçtan
yapılmış Constantinus’un heykeli konuldu. Yüksekliği 35 m. olan sütun
çeşitli zamanlarda değişik nedenlerle zararlar gördüğünden, ayakta
kalması için üzerine demir çemberler geçirildi ve bu nedenle adı
Çemberlitaş’a dönüştü.

I. Constantinus, Doğu Roma İmparatorluğu’nun yol ağının başlangıç
noktasını Milion Taşı ile belirledi. Bu yolların ve kıtaların
kavşağındaki kente Rusya’dan, İran ve Mısır’dan, Avrupa’nın en uç
köşelerine kadar pek çok ülkeden her tür tüccar gelirdi.

Hıristiyanlık, Hazreti İsa’nın yaşamını kişiliğini ve tanrısal görevini
esas alan bir din halini almaya başladığında; kilise kavramı da doğdu.
Kilise, Yunanca toplantı anlamına gelen “Eklesia” sözcüğünden türemiş
bir kavramdı. Bizans’ın en eski kiliselerinden olan Aya İrini, bugünkü
biçimini I. Constantinius zamanında aldı. Kutsal Barış Kilisesi Aya
İrini, Ayasofya’nın yapımından önce patriklik kilisesi görevini yaptı.
İstanbul’un fethinden sonra bir dönem Topkapı Sarayı’nın dış avlusunda
yaşayan yeniçeriler tarafından silahhane olarak kullanıldı. 19. yy’da
ise Türkiye’nin ilk askeri müzesi burada açıldı.

Bizans sanatının ve Doğu kiliselerinin en büyük eseri olan Ayasofya da,
kente adını veren I. Constantinus tarafından ilk kez 360’da yaptırıldı.
Constantinopolis patriği, Ortodoks mezhebinde kilisenin başı olmakla
birlikte tüm yetkileri elinde tutan imparator karşısında hiçbir zaman
tam bir bağımsızlık kazanamadı.

Gittikçe görkemi artan ve nüfusu yükselen kentin mevcut alt yapılarını
geliştirmek gerekiyordu. Su ihtiyacını karşılamak üzere 375 yılında
İmparator Valens (364-378), iki tepe arasına 1000 m.’lik Valens Su
Kemeri’ni inşa ettirdi. Kentin dışındaki Belgrat Ormanları’ndan gelen
su, bu kemerle iki tepe arasındaki vadiden aşırılarak, Büyük Saray
çevresine aktarıldı.

Kenti çevreleyen surlar, kurucusu Bizas’tan başlayarak çeşitli
dönemlerde çeşitli genişlikte alanları kaplamıştı. Surlar, 10 m.
derinliği, 20 m. genişliği olan bir hendekle çevriliydi. Hendeğin
arkasında önce ilk duvar, sonra üzerinde 96 burç olan ikinci duvar
vardı. Surlarda halkın girip çıktığı kapılar ve askeri kapılar
bulunmaktaydı. Kent, korunması açısından Haliç girişine çok hakim bir
konumda olduğundan, Haliç surlarının çok fazla dayanıklı olması
gerekmiyordu. Marmara Denizi tarafında, uzunluğu 8260 m. olan Marmara
Surları vardı. Üzerinde bugünkü adlarıyla; Ahırkapı, Çatladıkapı,
Samatya Kapısı, Narlıkapı bulunmaktaydı. Kara surları 5632 m.
uzunluğundaydı. Üzerinde yine bugünkü adlarıyla; Belgrad Kapısı,
Silivrikapı, Mevlevihane Kapısı, Topkapı, Edirnekapı, Eğrikapı, Yedikule
Kapıları vardı. Bizanslılar’ın Porta Aurea (Altın Kapı) diye
adlandırdığı ve 390 yılında I. Theodosius (379-395) tarafından
yaptırılan üç kemerli kapı (Yedikule Kapısı) en şatafatlı olanıydı.
Kapının üzerinde çift başlı Bizans kartalı kabartması vardı. Zaferden
dönen imparatorlar buradan geçerlerdi. Son derece sağlam olan İstanbul
surları 1204’de Latin istilasında ve 1453’de İstanbul’un fethinde olmak
üzere iki kez aşılabildi.

Roma dünyada etkin bir rol oynamaya başladığında, İmparator I.
Theodosius Mısır’dan İstanbul’a 390’da bir dikilitaş getirdi. Firavun
II. Tutmosis tarafından M.Ö. 1500’de yaptırılan bu Mısır obeliski, Teb
şehrindeki Luxor mabedinin kapısını süsleyen iki sütundan biriydi.
Üzerinde bulunan hiyerogliflerde, Mısır firavunu Tutmosis’in tanrı
Amon-Ra’ya sunduğu kurbanlar anlatılmaktaydı. Constantinopolis’te
spinanın üzerine dikilen taşın dört köşe mermer blok kaidesinin
üzerinde, Theodosius’un hipodromdaki yarışları izleyişi ve taşın
dikilişi ile ilgili kabartma resimler bulunmaktaydı.

Delphi’deki Apollo Tapınağı’ndan getirilen ve üç yılanın birbirine
dolandığı sütun da spinanın üzerinde bulunmaktaydı. Bronz anıt, Palatea
savaşında öldürülen Pers askerlerinin eritilen kalkanlarından
yapılmıştı. Üç yılanın başları üzerinde bir altın kazan bulunduğu,
kazanın ve aynı meydanda bulunan ve Örmetaş adıyla bilinen sütunu
kaplayan bronz levhaların Latin işgali sırasında eritilerek sikke
basımında kullanıldığı söylenmektedir.

Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti (395 - 1453)

395’de I. Theodosius’un ölümüyle Roma, oğulları arasında paylaşılarak
Batı ve Doğu olmak üzere resmen ikiye ayrıldı. Artık Constantinopolis,
Bizans olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiydi.
İmparatoru ise Arcadius’du (395-408). Arcadius’un kısa süren
imparatorluğundan sonra gelen II. Theodosius (408-450), karadan, Haliç
tarafından ve Marmara Denizi tarafından üç bölümde inşa edilen surları,
439'da yeni eklemelerle birbirine kesintisiz olarak bağlattı.

İstanbul'da ilk sinagog, 318'de Bakırcılar semtinde bulunan sinagogtu.
450'de II. Theodosius tarafından kiliseye dönüştürüldü. 16. yy'da ise,
İstanbul'da otuzdan fazla sinagog bulunmaktaydı.

6. yüzyılda İmparator I. Justinianus (527-565) tarafından sarayın su
ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan Yerebatan Sarnıcı'nın üzerinde
Ticaret Bazilikası bulunduğu için Bazilika Sarnıcı adını aldı. Sarnıç,
ikisinin kaidesinde Medusa başları bulunan 336 sütun üzerine oturtuldu.

Geçmiş yıllardaki ayaklanmalar sırasında iki kez yakılan Ayasofya,
Justinianus tarafından 537'de yeniden inşa ettirildi. Ayasofya üzerine
değişik hikayeler yayıldı kentte. Bunlardan biri aynen şöyleydi: Ayin
sırasında İmparator Justinianus elindeki kutsal ekmeği düşürdü. Eğilip
alıncaya kadar bir arı ekmeği kapıp uçtu. İmparator ülkedeki bütün arı
sahiplerine haber salıp, bulana da ödül vaadederek kovanlarda bu ekmeği
aramalarını istedi. Aradan birkaç gün geçti. Arıcılardan biri elinde
başkalarından çok farklı bir petekle çıkageldi. Justinianus kararını
verdi. Muhteşem bir ibadethane yapılacak ve planı bu petek olacaktı.
Trallesli Antemius ve Miletli Isidor bu yapının mimarı oldular. Ayasofya
tüm görkemi ile yükseldi. Ayasofya'nın Osmanlı dönemindeki
restorasyonunu ise, Sultan Abdülmecid'in isteği üzerine Fossati
Kardeşler 1847-1849 yılları arasında gerçekleştirdiler.

Fresklerle, Kutsal Kitap'taki olayları anlatan mozaikleri Bizans resim
sanatının en önemli örneklerinden olan Kariye, bugünkü şeklini 14. yy'da
aldı. II. Beyazıd (1481-1512) döneminde cami olarak kullanıldı.

Constantinopolis en büyük darbeyi, Latin istilasında aldı. İşgalciler
kente büyük zarar verdiler. Evlerle birlikte dini yapılar da yağmalandı
ve yakıldı. 1261'de kent, Latin istilasından kurtarılarak yeniden imar
hareketlerine başlandıysa da eski görüntüsünü asla kazanamadı. Daha önce
500 bin olan nüfusu giderek 50 bine kadar indi. İş kollarında üretim
azaldı ve halk açlık çekmeye başladı. Bin yıllık bir tarih sayfası yavaş
yavaş kapanıyor, kent yeni doğuşlara hazırlanıyordu. Bu arada Osmanlı
Türkleri de Küçük Asya'da ve Balkan yarımadasında yavaş yavaş
ilerliyorlardı.

OSMANLILAR

Kent, 1391 yılından başlayarak Osmanlılar tarafından kuşatılmaya
başlandı. 1396'da I. Bayezid (1389-1403), Karadeniz'den gelecek
yardımları önlemek için kentin Anadolu yakasına bir hisar yaptırdı.

Kenti almaya kararlı olan II. Mehmed de (1451-1481), Bizans'a Kuzey'den
gelecek yardımları her iki taraftan Boğaz'ı tutarak önlemek için bu defa
kentin Avrupa yakasına Rumeli Hisarı'nı inşa ettirdi. Hisar,
İstanbul'un kuşatılmasından bir yıl önce, dört ay gibi çok kısa bir
sürede tamamlandı. Planı, engebeli tepelere uyacak biçimde kusursuz
hazırlanmıştı. Surlar üzerindeki üç kuleyi II. Mehmed'in vezirleri
yaptırdıklarından onların adıyla Halil Paşa, Zağanos Paşa ve Sarıca Paşa
olarak adlandırıldı.

II. Mehmed, Bizans Surları'nı yıkacak güçteki toplan yaptırmak üzere
Avrupa'dan ustalar getirtti. Artık herşey hazırdı. 1453 yılının mart
başında Osmanlı kuvvetleri kentin çevresin- de toplandılar. 4 Nisan'da
kuşatmayla birlikte Marmara'ya bakan surlar toplarla dövülmeye başlandı.
Bizanslılar, Haliç surlarına ulaşabilmek için Haliç'in ağzını kapatan
zinciri Osmanlı gemilerinin aşamayacağından çok emindiler. Ancak bir
şeyi hesaplamak şöyle dursun, akıllarından bile geçirmemişlerdi. Ve bu
hiç düşünemedikleri olay gerçekleşti. 22 Nisan'ın gece karanlığında II.
Mehmed, donanmasından elli parça gemiyi kara tarafına kurdurduğu ahşap
kızaklardan kaydırarak Dolmabahçe'den büyük bir başarı ile Kasımpaşa'ya
indirip Haliç'e soktu. Gemiler, Haliç'te suya indirildiğinde Bizans'ın
direnecek moral gücü de kalmamıştı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti (1453 - 1923)

"İstanbul mutlaka feth olunacaktır,
Onu alacak komutan ne iyi komutan
ve onun askerleri de ne iyi askerdir "
(Hadis)

29 Mayıs sabaha karşı yapılan taarruzla Topkapı'daki kara surları
yıkıldı. Aynı gün, II. Mehmed at üzerinde kente girerek, Ayasofya'da
namaz kıldı. Osmanlı töresine uygun olarak şehrin katedrali olan
Ayasofya Kilisesi camiye çevrildi. Havariler kilisesi ve diğerleri ise
Hıristiyanlara bırakıldı. Constantinopolis'in fatihi II. Mehmed artık
"Fatih Sultan Mehmed" olarak tarihe geçecekti.

Ayasofya ile Hipodrom arasında bulunan eski Bizans Sarayı 1204'deki
Latin işgali sırasında yıkılıp yağmalanmış ve kullanılamaz hale
gelmişti. Bu nedenle de Bizanslılar kara surlarının Haliç'e ulaştığı
yerde bulunan Blakhernai Sarayı'na yerleşmişlerdi. Fatih'in kenti
almasından sonra Beyazıt'ta bir kale kurularak Osmanlı'nın ilk saray
inşaatına başlandı. Kalenin hemen altında büyük çarşı kuruldu.

Bizans'ın son dönemlerinde görkemini yitirmiş olan kentte, öncelikle
eskiden kalma binalar ve surlar onarılmaya başlandı. Bizans altyapıları
üzerinde Osmanlı'nın temel kurumlarının binaları yükselmeye başladı.
Büyük su sarnıçlarının da korunması sağlandı. Osmanlı kimliğine uygun
bir gelişme gösteren İstanbul artık imparatorluğun başkenti idi.

Bizans'ı terkedenler geri dönmeye başladılar. Fetih öncesi dönemden
kalanlarla birlikte, Anadolu'nun değişik yörelerinden gelenler, çeşitli
milletler, çeşitli dinler kentte bir renklilik yarattılar. Nüfusu böyle
bir renkliliğe dönüşen İstanbul'da göç edenlerin getirdiği yerel
kültürler şehrin dokusunu zenginleştirdi.

Kenti bezeyen Osmanlı üslubu yapılaşma

Yalnızca sultanlar ve aileleri tarafından yaptırılabilen ve birden fazla
minaresi olan camilere sultanın çoğulu olan "selatin" camileri
denilirdi. İstanbul'un ilk selatin camisinin yer aldığı Fatih Külliyesi
bütünüyle simetrik bir düzen içinde şehrin merkezine yerleştirildi.
Cami, medrese, tâbhane, darüşşifa, çarşı ve hamamdan oluşan külliyenin
mimarı Atik Sinan'dı. İstanbul'a külliyeler ve büyük camilerle birlikte,
hanedan mensupları ve devletin ileri gelenleri, vezir camileri denen
küçük külliyeler yaptırdılar.

668 yılında Emevilerce gerçekleştirilen İstanbul kuşatmasında Eyyub
el-Ensari şehit düşmüştü. 1459'da Fatih Sultan Mehmed tarafından Eyyub
el-Ensari adına yaptırılan Eyüb Sultan Camisi, medrese, imaret ve hamamı
ile birlikte bir külliye oluşturdu. Osmanlı hükümdarlarının kılıç
kuşanma törenleri bu camide yapıldı.

1472'de başlatılan Topkapı Sarayı inşaatı, 1478'de tamamlandı. Daha
sonraları, dönem sultanları tarafından yeni bölümler eklenen sarayın ilk
girişi Bab-ı Hümayun'dan, darphane ve nakkaşhanenin de bulunduğu
birinci avluya, diğer adı ile Alay Meydanı'na girilirdi.

Avlunun sonunda ikinci avluya ya da diğer adıyla Divan Meydanı'nâ açılan
Babüsselam yani ana giriş vardı. Hastane, fırın, silâhhane binaları
buradaydı. Avlunun sol tarafında ahırlar, sağ tarafı boyunca uzanan
mutfak binaları vardı.

Daha sonra sarayın özel bölümlerine açılan Babüssaade'ye geçilirdi.
Kapının hemen karşısında Divan üyelerinin, yabancı elçilerin kabul
edildiği arz odası vardı. Arz odasının hemen arkasında 18. yüzyıl'da
yapılan Enderun binaları bulunmaktaydı. Hırka-i Saadet Dairesi'nde
peygamberden ve ilk halifelerden kalan eşyalar bulunurdu. Sarayın
dördüncü avlusunda değişik sultanların yaptırdıkları Bağdat, Revan,
Sofa, Mecidiye köşkleri bulunmaktaydı. Osmanlı sultanları 400 yıl kadar
Topkapı Sarayı'nı ülkenin yönetim merkezi olarak kullandılar. Bu kadar
uzun zaman değişik sultanlar tarafından kullanılması nedeniyle de saray
sürekli değişim gösterdi.

Fatih'ten sonra gelen Sultan II. Bayezid (1481-1512), kentin merkezi bir
yerinde, 1500-1505 yılları arasında Bayezid Külliyesi'ni yaptırdı.
Yerleştirilişi, mimarisi, süslemesi ve çeşitli ek binaları bakımından
Türk mimari tarihinin önemli halkalarından birini teşkil eden külliyenin
mimarlarının Kemaleddin ve Hayreddin oldukları sanılmaktadır. Külliye,
üzerinde bulunduğu araziye göre serpiştirilen; cami, türbe, imaret,
sıbyan mektebi, tâbhaneler; medrese, hamam ve kervansaraydan
oluşmaktaydı. Caminin içi kare olup, ortadaki büyük kubbe ve bu kubbeyi
esas eksen üzerinde destekleyen iki yarım kubbe ile örtülüydü ve avlusu
dışarıya üç kapı ile bağlıydı.

Caminin revak kemerleri beyaz ve kırmızı mermerden yapıldı. Mihrap,
minber, müezzin mahfili ve giriş duvarları ile kadınlar bölümü özenli
bir taş işçiliğine sahip olan caminin, kapı ve pencere kanatları da
devrinin en önemli ahşap işçiliğine birer örnekti.

I. Selim (1512- 1520), 1517'de Mısır Seferi dönüşünde kutsal emanetleri
getirip halife unvanını aldı ve İstanbul İslamiyet'in merkezi haline
geldi.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566), Mimar Sinan'ın sonradan
"çıraklık işim" dediği hem Haliç'i hem Marmara'yı görecek biçimde
Şehzade Camisi yapıldı. Sinan'ın inşa ettiği bu ilk selatin külliyesi;
cami, medrese, tâbhane, ahır, mektep, imaret ve Şehzade Mehmed'in
türbesinden oluşmaktaydı. Kanuni Sultan Süleyman bu camiyi, Şehzade
Mehmed'e adadı.

1522'de Sultan Selim Camisi yaptırıldı. Külliye, Sultan I. Selim'in
türbesi, cami, imaret, medrese ve darüşşifadan oluşmaktaydı.

Artık Osmanlı'nın yeni başkenti, Mimar Sinan'ın yapılarıyla kişiliğini
kazanmaya başlamıştı. Mihrimah Sultan Camisi, Üsküdar Meydanı'nda Kanuni
Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1548'de yaptırıldı.
Külliye; cami, medrese, misafirhane, ahır, kiler, ambar ve bir handan
oluşmaktaydı. Mimarı yine Sinan'dı. Caminin iç mekânındaki iki filayağı
dört yapraklı yonca biçiminde tasarlandı.

Sinan'ın "kalfalık dönemi" eserlerinden olan Süleymaniye Camisi 1557'de
yaptırıldı. Cami, Sinan'ın dehası ile Kanuni'nin gücünü simgeler
gibiydi. Büyük kubbeli mekân tasarımında Osmanlı camilerinin gelişme
çizgisini göstermekteydi. Camideki kalabalığın nefesi ve yanan
kandillerin mumlarının isi nedeniyle kirlenen havasını temizlemek için,
giriş kapısı üzerinde bir oda bulunmaktaydı. Bu oda kirlenen havayı alıp
dışarı veren ve temiz havayı çeken bir yer olduktan başka, tavanında
camide yanan bütün kandillerin ve mumların isleri toplanır, bu isten
yapılanın en iyi mürekkep olduğu söylenirdi.

III. Murad'ın (1574-1595) annesi Nurbanu Valide Sultan tarafından,
1570-1579 yılları arasında Atik Valde Camisi yaptırıldı. Külliyenin
tasarımı Mimar Sinan'ındı. Külliye; cami, medrese, tekke, sıbyan
mektebi, darülhadis, davilkurra, imaret, darüşşifa ve hamamdan meydana
gelmekteydi. Camiyi kuzey, doğu ve batı taraflarından kuşatan şadırvan
avlusuna dört kapıdan girilmekte, en önemli çini süslemeler mihrabın yan
duvarlarında yer alan iki panoda bulunmaktaydı. Ahşap kapı ve pencere
kanatları sedef ve fildişi kakmalarla bezendi.

Üsküdar sahilindeki Şemsi Paşa Camisi 1580'de Şemsi Ahmed Paşa
tarafından yaptırıldı, mimarı Sinan'dı. Mimar Sinan'ın külliyeleri
içinde en küçüğü olan ve klasik Osmanlı üslubuna göre inşa edilen
külliye; cami, türbe ve medreseden oluşmaktaydı.

Atmeydanı'na Osmanlı döneminde katılan en güzel anıt kuşkusuz
Sultanahmet Camisi'ydi. Dünyada tek altı minaresi olan bu cami, I. Ahmet
(1603-1617) tarafından, 1609 ile 1616 yılları arasında Mimar Sedefkar
Mehmet Ağa'ya yaptırıldı. Caminin doğuya bakan tarafına arasta, kuzeyine
ise hünkar kasrı yapıldı. Mimari başarısından çok, İznik'in son parlak
dönemine ait çiçek ve ağaç motifli çinileriyle ün yaptı.

1349'da yapılan Galata Kulesi, Galata bölgesindeki eski Ceneviz
Surları'nın kuzeyini işaretlemekteydi. O zamanlar "İsa Kulesi" adıyla
anılıyordu. Şehrin korunması amacıyla yapılan bu kule, Osmanlı döneminde
bir nevi hapishane olarak kullanıldı. Daha sonra da yangın kulesi
olarak kullanılmaya başlandı. 17. yy'da, IV. Murad (1623-1640) zamanında
Hezarfen Ahmet Çelebi adlı bir kişinin, kendi yaptığı kanatlarla
buradan uçarak, karşı kıyıdaki Üsküdar’a konduğu bilinmektedir.

IV. Mehmed (1649-1687) döneminde, 1660'da Mısır Çarşısı yapıldı. Yarım
kalan Yenicami 1661 yılında bu defa Hatice Sultan tarafından ele alındı
ve 1663'de ibadete açıldı. Caminin inşaatına, III. Mehmed'in annesi
Safiye Sultan adına yapılmak üzere 1597'de başlanmıştı. Mimarı Davud
Ağa'nın ölümünden sonra Mimar Dalgıç Ahmed Ağa inşaatı 1603 yılına kadar
sürdürmüştü. 1603 yılında tahta geçen I. Ahmed döneminde Yenicami'nin
inşaatı durdurduruldu. Bu arada I. Ahmed kendine Sultanahmet'te bir cami
inşaatına başlatmıştı.

Dört yüzünde birer çeşme, dört köşesinde de birer sebil bulunan ve 18.
yüzyıl başlarında- ki Barok üsluplu meydan çeşmelerinin en çarpıcı
örneklerinden biri olan çeşme, Sultan III. Ahmet (1703-1730) tarafından
yaptırıldı. Topkapı Sarayı'nın Bab-ı Hümayun kapısının dışında sağ
tarafta bulunan bu çeşme Sultan'ın adıyla anılacaktı.

Hipodrom, çeşitli cirit oyunları ve şehzade sünnet düğünlerinin
yapıldığı Atmeydanı'na dönüştü. Bir zamanlar meydanın en güzel
anıtlarından olan üzeri bronz levhalarla kaplı Örmetaş, bu levhaların
Latin işgali sırasında eritilerek sikke basımında kullanılmasıyla artık
soyulmuş bir sütun görünümündeydi. Pek ilginç görünmeyen bu sütuna
tırmanılarak cambazlık gösterileri yapıldı. Eski Spina artık başka
anlayışta gösterilere tanık olmaktaydı.

1755'de, I. Mahmud (1730-1754) tarafından Kapalıçarşı girişine mihrap
çıkıntısı poligonal biçimde olan ve o zamana kadar yapılan camilere
üslup olarak pek benzemeyen Nuruosmaniye Camisi yaptırıldı. Külliye;
cami, imaret, medrese, kütüphane, türbe, sebil, çeşme ve dükkânlardan
oluşmaktaydı.

1763'de III. Mustafa (1757-1774) tarafından Laleli'de yaptırılan
külliye; cami, imaret, çeşme, sebil, türbe, han, medrese, muvakkithane,
imam ve müezzin konutları ve dükkânlardan oluşmaktaydı. Mimarının Hacı
Mehmed Ağa olduğu sanılmaktadır.

Osmanlılar'ın Dersaadet'i

19. yy'da Osmanlı İmparatorluğu başkentinin nüfusunu, Müslüman Türkler,
Ortodoks Rumlar, Gregoryan ve Katolik Ermeniler, Museviler, Levantenler
ve yabancı kolonilerden kişiler oluştururdu.

Bu yüzyıl, imparatorluğun yenilenme dönemi oldu. Yenilenme
hareketlerinden en fazla nasibini alan kuşkusuz başkentti. "Batılılaşma"
diye de adlandırılan bu dönemde, askeri, ekonomik ve sosyal alanlarda
Avrupa'dan getirilen uzmanlara önemli görevlerde etkin roller verildi.
Ordunun çeşitli kademelerinde Alman, İsveçli, İngiliz ve Fransız paşalar
görevlendirildi. Osmanlı sultanları kılık kıyafetlerinde değişiklikler
yaparak kavuk, kaftan ve şalvar yerine, Avrupalı hükümdarlar gibi,
yandan şeritli pantolonlar giymeye başladılar. Başlarına koyu kırmızı
fesler taktılar. Değişiklikler kültür ve sanat alanlarında da
belirginleşti. Batı tarzı resim ve mimariyle birlikte, müzikte de yine
Batı enstrümanları kullanılmaya başlandı.

II. Mahmud'un saltanat yılları (1808-1839), bu yenilenme hareketlerinin
en yoğun olarak başladığı dönemdi. 1824'de imparatorluktaki ilk gazete
"Smyrnéen" İzmir'de yayımlanmaya başladı. Yeniçeri Ocakları adı ile
bilinen Osmanlı ordusunun artık imparatorluğu savunacak gücü olmadığına
inanan II. Mahmud, yeni ve modern bir ordu kurmak için harekete geçti.
İstanbul'da bulunan 51 Yeniçeri Ocağı'nın her birinin en yetenekli 150
kişisinden Eşkinciyan Ocağı kurulacaktı. Bunu duyan Yeniçeriler, 4
Haziran gecesi isyana başladılar. İsyancı grupları kente yayıldı.
Çeşitli yağmalar yapıldı. Ancak halkın yeni bir ordu kurulması konusunda
Sultan'dan yana olduğunu anlayan yeniçeriler, kışlalarına çekildiler.
Sultanın askerleri kışlanın çevresini sardılar ve top ateşi ile tüm
isyancıları öldürüp, kışlayı ateşe verdiler. 15 Haziran 1826'da, 465
yıllık Yeniçeri Ocağı'nın kaldırıldığı bu olaya Vaka-i Hayriye adı
verildi. Yerine yeni ve modern bir ordu kurulması için çalışmalara
başlandı.

19. yy'ın selatin camilerinden Nusretiye Camisi Sultan II. Mahmud
tarafından 1826'da mimar Kirkor Amira Balyan'a yaptırıldı. Taş avlusunda
12 çeşmesi bulunan şadırvanı, 10 ince sütun üzerine sivri bir külahla
kapatılmıştı.

Yelkenli gemiler yerine ilk buharlı gemiler ve yandan çarklı vapurlar
sefere kondu. Aşağı yukarı bütün konutları ahşap olan İstanbul'da yangın
en önemli felaketlerden biri olarak süregelmişti. 1828'de ünlü mimarlar
Balyan Ailesi'ne 50 m. yüksekliğinde Beyazıt Yangın Kulesi yaptırıldı.

Pera ile İstanbul arasında ilk köprü 1836'da inşa edildi. Planlarını
Kaptanpaşa Ahmet Fevzi'nin çizdiği köprü, birbirine bağlı sallar üzerine
oturtuldu. Parasız geçildiğinden "Hayratiye" diye adlandırıldı.

İlk kez resimlerini devlet dairelerine astıran Osmanlı sultanı da II.
Mahmud oldu. Ayrıca kendi resmini taşıyan bir nişan hazırlatarak,
Tasvir'i Hümayun adı verilen bu nişanı, en sadık bildiği devlet
erkanının boyunlarına kendi eliyle taktı. Ancak bir süre sonra bazı
tutucular her tarafta resmin dine aykırı olduğunu yayarak halkı
kışkırtmaya başladılar. 1839'da Sultan Mahmud'un ölümünden sonra bu
resimlerin üstü perdelerle kapatıldı. Daha sonraları halk resim ve hatta
fotoğrafa alışmaya başladı.

Henüz tahta yeni çıkmış olan Sultan Abdülmecid'in (1839-1861), halka
yeni reformlar vaadettiği, Mustafa Reşid Paşa tarafından kaleme alınan
ve yine onun tarafından Gülhane bahçesinde okunan Tanzimat Fermanı (ya
da Gülhane Hatt-ı Hümayunu) 3 Kasım 1839'da ilan edildi.

1847'de Beylerbeyi Sarayı'nın yerindeki büyük ahşap sarayda, bizzat
Abdülmecid'in önünde İmparatorlukta ilk telgraf denemesi yapıldı ve
Sultan, kurulan bu hattan ilk mesajı kendisi gönderdi. Bu denemeden
sonra da Edirne'ye kadar uzanan bir telgraf hattının kurulmasını istedi.


1850'de, Şirket-i Hayriye kuruldu. Böylece, Boğaz'ın Asya ve Avrupa
iskeleleri arasında ve Adalar'a düzenli vapur seferleri başladı.

Hazret-i Muhammed'in Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın muhafazası
ve ziyaret edilmesi için 1851'de Sultan Abdülmecid tarafından, ampir
üslubundaki Hırka-i Şerif Camisi yaptırıldı.

1853'de Boğaz'ın Avrupa yakasında en güzel kıyılarından birinde,
Neobarok üslupta Ortaköy Camisi mimar Nigoğos Balyan'a yaptırıldı. Aynı
yıl, Osmanlı, Fransız ve İngilizler, Ruslar'a karşı Kırım Savaşı'na
girdiler.

İstanbul'un başkent oluşundan beri yönetim yeri olarak kullanılan
Topkapı Sarayı, 1853'de yerini Dolmabahçe Sarayı'na bıraktı. Batı mimari
etkilerinin görüldüğü eklektik bir yapıya sahip Dolmabahçe Sarayı'nın
mimarları Balyan Ailesi'ydi.

Abdülmecid'in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından başlatılıp,
ölümü üzerine Abdülmecid tarafından tamamlanan ve tasarımı Garabet
Balyan'a ait olan Ampir üslubunun 19. yy ortasındaki son örneklerinden
Dolmabahçe Camisi 1855'de ibadete açıldı.

Boğaz'ın Asya kıyısında, Eaux douces d'Asie (Sweet Waters of Asia)
denilen bölgenin yakınına Abdülmecid'in başmimari Nigoğos Balyan
tarafından Küçüksu Kasrı yapıldı. Buluşlar yüzyılı olarak başlayan 19.
yy'ın. ikinci yarısında tüm dünyada büyük ticaret ve endüstri sergileri
modası başlamıştı. Fuarlarda üreticilere mallarını sergileme olanağı
sağlanıyor ve buralar en son buluşların sunulduğu alanlar oluyordu.
Abdülaziz'in (1861-1876) saltanatının başlangıç yıllarında ilk Osmanlı
ticaret sergisi "Sergi-i Umum-i Osmanî" Sultanahmet'de açıldı (1863).
Türk kahvesi, askerlik, mimarlık ve güzel sanatlara yer verildi. İpek
böcekçiliği ve ipek ürünleri gösterildi. Sergi, haftanın iki günü
kadınların ziyaretine açık tutuldu. Aynı yıl Abdülaziz Kahire'yi ziyaret
etti.

1865'te eski ahşap sarayın yerine mimar Sarkis Balyan'a Beylerbeyi
Sarayı yaptırıldı.

21 Haziran 1867'de ilk kez bir Osmanlı sultanı yurt dışı gezisine çıktı.
Abdülaziz'in Sultaniye yatı önce Toulon'a ulaştı. Sonra trenle Paris'e
geçildi. Daha sonra İngiltere. Dönüş yolu
Belçika-Koblenz-Prusya-Viyana-Budapeşte üzerindendi ve 7 Ağustos 1867'de
İstanbul'a varıldı.

1871'de planı Nigoğos Balyan'a, uygulaması Sarkis ve Agop Balyan'a ait
olan Çırağan Sarayı yaptırıldı. Daha sonra, Ayazağa'da Maslak'ta av
kasırları inşa edilerek, 1869 yılında Aksaray'da, Sultan Abdülaziz'in
annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından inşaatına başlanan Valide
Camisi 1871'de tamamlandı. Cami, mektep, türbe, müvakkithane ve sebilden
oluşan külliyenin mimarı Sarkis Balyan'dı. Caminin kütlesi ve cepheleri
bezeme bolluğu ve çeşitliliği ile 19. yy'daki diğer camilerden farklı
biçimde düzenlendi. İç mimarisi de Neogotik düzenlemelerle yapıldı.

Atlı Tramvay Şirketi'nin ve Tünel-Karaköy arasında metronun çalışmaya
başlaması kentin ulaşımına yeni araçlar kattı.

II. Abdülhamid (1876-1909) tahta geçtiği yılın Aralık ayının 23'ünde I.
Meşrutiyet'i ilan etti. Kısa bir süre için bile olsa Osmanlı Devleti'ni
meşruti krallık haline getiren anayasa yürürlüğe girdi. Üç ay sonra
meclis dağıtılarak anayasa yürürlükten kaldırıldı.

Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) kuruluşunda da
çalışmaları olan Osman Hamdi Bey'in çabalarıyla, Mimar Vallaury
tarafından yapılan Arkeoloji Müzesi açıldı. Fotoğrafçılara ülkedeki
olayları ve temel kurumları belgeleme görevini veren Sultan II.
Abdülhamid, Osmanlı'da fotoğrafın en büyük koruyucusu ve destekleyicisi
oldu. Diğer devlet başkanlarına, ülkenin propogandasını yapmak amacı ile
albümler gönderdi.

Beşiktaş sahilinin kuzeybatısındaki alan, Bizans döneminde orman
bölgesiydi. Bölge, Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayarak
padişahlar için bir avlanma yeri oldu. Daha sonraki yüzyıllarda ise
sahil saraylarının arkasında koruluk olarak kaldı. Bu araziye, 19. yy'ın
başında Sultan III. Selim tarafından annesi Mihrişah Valide Sultan için
bugün mevcut olmayan bir kasır yaptırıldı. 1834'de bu defa Sultan II.
Mahmud tarafından Yıldız adı verilen köşk yaptırıldı. 1842'de Sultan
Abdülmecid, annesi Bezmialem Valide Sultan için bir köşk daha inşa
ettirdi. Yıldız Sarayı'nın asıl gelişmesi 19. yy'ın ikinci yarısında
Sultan II. Abdülhamid döneminde başladı. Sarayın geniş arazisinde
bulunan büyük mabeyn, Şale ve Küçük Şale Köşkü, Malta ve Çadır
Köşkleri'nin projeleri Sarkis ve Agop Balyan'ındı. Kış bahçeleri ve
seralar, nöbetçi pavyonu, Harem Köşkü, Yaveran Köşkü, ahırlar, tiyatro,
sergi binası projesi ise d'Aronco'nun imzasını taşımaktaydı. 1896'da
saray görevlileri için 92 binalı Akaretler Vakfı Evleri yaptırıldı.

1908'in Temmuz ayının 23'ünde II. Meşrutiyet ilan edildi. Haydarpaşa
Garı'nın açıldığı 1909 yılında ise, II. Abdülhamid tahttan indirildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa
» Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne
» Kapanış Başkent'te..
» Başkent'te basına zor anlar
» Osmanlı Kültür Ve Uygarlığı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: