ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258170
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa I231076_gsli

Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa Empty
MesajKonu: Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa   Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa EmptyPaz Haz. 06, 2010 4:51 am

Bursa, Osmanlı'nın 1. Başkenti...

Osmanlılar'ın Hüdavendigar Vilayeti

1071 yılından sonra Anadolu'yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye
Asya'dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler.
Selçuklu İmparatorluğu'nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine
kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip
çevresindeki Tekfurlar'ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü.

Osmanlı Beyliği'nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan
Osman Bey'di. 1299'da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin
topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hüküm sürecek olan Osmanlı
İmparatorluğu'nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi'nin başarılarıyla
Osmanlı Beyliği'nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa
tekfuru Atranos, Bizans'tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite
tekfurlarının güçlerini katarak 1301'de Koyunhisar'da Osmanlı ordusu ile
çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey'in orduları oldu.

Artık Türkler'in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar'ın bu
olaydan sonra da birlik halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317
yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz
ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale
yaptırıp, kardeşinin oğlu Ak Timur'u kumandan tayin etti. Osmarı Bey'in
kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan kaleden sorumluydu. Bu
bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos Beyce
kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı'na karargahlarını kurdular. Osman
Gazi kuşatma için gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan
Bey'e devrederek Yenikent'e döndü.

Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi'nin
sefere gidip savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi'ye kenti ele
geçirme emrini verdi. Orhan Gazi önce Evrenos Kalesi'ni aldı. Kale
tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa'ydı. Orhan Gazi, Bursa
tekfuruna Mihal Bey'i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan
Gazi'den bağışlanmasını isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin
altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan sonra, Tekfur'un
ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri
için gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle
İstanbul'a doğru yola çıktılar. 1326 yılında Bursa artık Türkler'indi.

Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi'ye ölüm
yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi'ye bırakan Osmanlı
İmparatorluğu'nun ilk Sultanı yüzünde bir tebessümle yaşama veda etti.
Bursa'nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası olmuştu.
Dedesi Ertuğrul Gazi'nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin
Osman, artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan'ın ağabeyi
birgün huzura çıkıp, saltanat için üç şey yapması gerektiğini söyledi.
İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı
kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden uIufe tayin
etmekti. Önceleri sikke, Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328'de
Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı Sultanı oldu. Kılık
kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri
olan askerler, artık beyaz renkte üniformalar giymeye
başladılar.

Bithynia, Roma ve Bizans'ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı'ya ilk
başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında
yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad'a bıraktı. 1326 yılında doğan
Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının
üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti.

1362'de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece
düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi
ona Edirne'de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne'de büyük
bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi.
Sonraki yıllarda da Bursa önemini hiç yitirmedi.

1399'da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa
Darüşşifası'nı kurdu. 1402'de kente giren Timur orduları medrese, cami
gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte yangınlar çıkardılar.
1429'da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482'de Cem Sultan Bursa'da 18
günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı.
Yetişen II. Bayezid ordularıyla çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti
yenilmiş olarak terketti.

YAPILAR

Bursa üslubu

Osmanlı yapı sanatında, önce zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine
doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine aynı zamanda
eski mimari tekniğinde ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve
zanaatçılar da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu beyliklerinin
anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu böyle doğdu. Bursa mimarisi
İstanbul'un fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul'daki ilk
anıtların yapımında genellikle bu üslup kullanıldı. T biçimi plana uygun
yapı tipi de 14. yy'da gelişti ve Bursa'daki "selatin camileri"nin
hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi. Üst kısmından yüksek
horizontal bir hatla bağlanan "Bursa kemeri" ise, iki çeyrek daireden
oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif
işlerde kullanılırdı.

Ulucami

Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine
düz çatı ile örtülü avlulu camiler gurubuna girer. 1399'da Yıldırım
Bayezid tarafından mimar Ali Neccar'a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki
büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her biri dört
köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit
kubbelerinden ortadakinin üstü camlıdır. Cami'de ünlü hattatlar
tarafından yazılmış yüzdoksaniki adet sabit veya levha olarak yazı
vardır.

Yeşil Camii

Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan
Mehmed tarafından 1419'da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa'ya yaptırıldı. Çini
ustası Mecnun Mehmed'dir. Ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri,
kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa ve
İznik'teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı
süslemelerden uzak, uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme
sanatının düzenlemedeki güzelliği de giderek yeni ustalarını kazandırdı.
Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423'de Yeşil Cami'nin bütün
süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı.

Muradiye Camii

İkinci Murad'ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi,
ters T planı ve bütün özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855
yılında Bursa'ya büyük zarar veren depremde, Muradiye Camisi'nin de
kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken,
mihrab ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler
kullanıldı.

Emir Sultan Camii

Emir Sultan Camisi'nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler,
Bursa kemerinin en güzel örneklerindendir. İznik ve Bursa'da yapılan
dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenerek, üstüne
Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirildi.

Sivil mimari

Orhan Bey'in Bursa'yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan
değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı.
Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar
yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin
belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında
bulunurdu. Ondokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil
mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını
sağladı.

YAŞAMIN RENKLERÎ

Portreler Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu
tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli
halklar ya da topluluklar renklendirdi. Orta Asya'dan Anadolu
yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte.
Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı.

Ortaçağ'dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı.
Mora'nın fethiyle Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi.

İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya'daki Ermeniler buraya geldi. Fatih
Sultan Mehmed tarafından 1461'de İstanbul'da kurulan Ermeni
Patrikhanesi'ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik seçildi. Yahudi ve
Rumlar'a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti
kiliseleri de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak
Doğu'da yaşayan Ermeniler Bursa'ya yoğun olarak göç ettiler. Bursa'daki
Ermeniler'in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı. Vali Hacı İzzet
Paşa'nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa'nın ilk gazetesi
Hüdavendigar'ın 82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak
yayımlanmaya başladı. Bursa'da M.Ö. 79 yılında Yahudiler'in bir kolonisi
olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan Orhan'ın,
Bursa'yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa
etme izni ile birlikte kazandılar. Yahudiler'in büyük bir bölümü,
ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir bölümü de kuyumculuk
yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'nda
işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya'daki Müslümanlar'ın büyük bir
çoğunluğu da Bursa'ya göç ettiler. Yalnızca Rusçuk'tan otuz bin göçmen
geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar'dı. Kafkasya'dan
gelenler Yıldırım, Kazan'dan gelenler Mollaarap, Kırım'dan gelenler ise
Alacahırka'ya yerleştirildiler. Bursa'da çok eski tarihlerden beri
Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez günü, Uludağ eteklerindeki Kireç
Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları
Çeribaşı'nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde
yaşarlardı.

Yirminci yüzyılın başında, Bursa'da; Almanya, İngiltere,
Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve
İran'ın konsoloslukları bulunmaktaydı. Yine aynı tarihlerde yapılan
sayımda nüfusun % 9.84'ünü Rumlar, % 6.66'sını Ermeniler, %18'ini
diğerleri, geri kalan bölümünü Müslüman Türkler oluşturmaktaydı.1903
yılında, Vilayet Genel Meclisi'nde, Müftü Ali Rıza Efendi ile birlikte,
Rum Metropoliti, Ermeni Başpiskoposu Natalyan Efendi, Ermeni Katolik
Murahhası Arşoni Efendi, Piskopos Artin Efendi, Hahambaşı Moşe
Hayim Efendi de vardı. Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5'i
Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise
4'ü Türk'tü.

Bursa'nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı
kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül
bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu bahçeler,
haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu.
Kentin bütününün sümbüle büründüğü 1869 yılının bir bahar günü, Bursalı
kadınlar bahçelerden birinde şarkılar söyleyerek eğlenirlerken,
aralarına iki erkek girer. Konu Bursa Adliyesi'ne yansır. Sorguya
çekilenler yabancı olduklarını, bu nedenle o gün çiçek bahçelerini
gezmenin erkeklere yasak olduğunu bilmediklerini söyleyerek kendilerini
savunurlar. Gerekçeleri nedeniyle affedilirler ama olay Bursa Mahkeme-i
Şeriyesi'nin kayıtlarına geçer.

Bursa'nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün
içinde kuşkusuz en ünlüsü kebaptır. 1836'da Bursa'yı gezmeye giden
Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları'nda kebabın lezzetinden ve
ucuzluğundan söz eder: "... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında,
kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın
üzerine oturduk. Bu sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum.
Derken tahta bir tepsi üstünde kebap, yani şişte pişirilmiş ve ekmek
hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli bir
yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva,
yani Türkler'in çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça
buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı açık iki yiyici için topu topu
120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu. "



Sürgünler kenti

Ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik günlerini çok
gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin
her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştü.

Mevlanazade Rıfat, uzun seneler yurt dışında yönetime karşı
çalışmalarını sürdürdükten sonra, kaçarı olmadığını anlayarak,
İstanbul'a gelip, polis müdüriyetine teslim olmuştu. Sıkıyönetim
mahkemesinin hakkında daha önceden vermiş olduğu karar hükmü gereğince
Bursa'da oturmaya mahkum edildi. Bu sürgün cezası ancak, Sultan II.
Abdülhamid'in 27 Nisan 1909'da tahttan indirilmesi ve yerine 35. Osmanlı
Sultanı olarak V. Mehmed Reşad'ın geçirilmesiyle sona erecekti. Yeni
Sultanın tahta çıkmasından sonra, herkesle beraber Mevlanazade Rıfat da
affa kavuşarak Bursa'dan İstanbul'a döndü.

1906-1909 yılları arasında Bursa'da valilik yapan Mehmet Tevfik Bey'in
anılarında da başka sürgünlerin izlerine rastlamak mümkündür. Mehmet
Tevfik Bey, Sultan Murad'ın kızlarından Fehime Sultan'la olan
ahbaplıklarından söz ederken, dostluklarının önemli bir nedeni olarak,
vaktiyle Bursa'ya sürülmüş olan ve Sultan'ın eski günlerinden tanıdığı
üç kızkardeşe yaptığı iyilikleri göstermektedir. Biri Sultan
Abdülhamid'in, diğeri Reşad Efendi'nin saraylılarından olan, üçüncüsü
ise bu iki kardeşin ablaları olup, saray dışında yaşayan üç kızkardeş
kendilerine Bursa'da bir ev alınıncaya kadar vali Mehmet Tevfik Bey'in
evinde ağırlanırlar.

Gazi Osman Paşa'nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey'in sürgüne gönderilme
hikayesi ise ibret vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid'in
kızlarından Naime Sultan'la evlidir. Bir ara hastalanan Naime Sultan'a,
eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla "kakodilat" enjekte
eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte
oturdukları sarayın yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad'ın
en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte olduğu ve onunla evlenebilmek
için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga
ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir.
Tıpta bunun bir ilaç olarak da kullanıldığı söylense bile Abdülhamid'i
ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından boşatılarak Bursa'ya
sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey,
Bursa'da kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı
çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden Mustafa Paşa adında bir
Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli
birkaç subay Kemaleddin Bey'in kontrol altında tutulması görevini
üstlenirler. Hepsi birlikte aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla
dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça vali bile gidip
hatırını soramaz.

Yine Sultan Murad'ın vefatından sonra gözdelerinden biri ile sayıları
bir hayli fazla olan kalfaları, kendilerine onar lira maaş bağlanarak
Bursa'da sürgüne gönderilmişler, her birine birer ev alınacağı
söylenmiş, talib olanlarla evlendirilmeleri de irade edilmişti. Çok
sayıdaki bu kadınların herbirine Bursa'da evler alınıp, teker
teker yerleştirilmeleri zaman alacağından, geldiklerinde hepsinin bir
arada oturmaları için iki konak tutulmuştu.

Vilayet mektupçusu ile Maarif Müdürü de Bursa'ya sürülmüş memurlardandı.
Necmeddin Molla'nın ağabeyi Ali Ata, bir gün Boğaziçi vapurlarından
birinde yolculuk ederken, yanında oturan tanımadığı adamın sigarasından
kendi sigarasını yakmıştı. Kim olduğunu bilmediği bu adamın veliahd
Reşad Efendi'nin adamlarından biri çıkması ve durumun jurnallenmesi ile o
da Bursa'ya sürülenler kervanına katılmıştı.

Bütün bunlardan başka, o sıralarda Bursa'ya sürülmüş ünlü Fehim Paşa
ile birlikte merkezde ve çevrede daha başka sürgünler de vardı.

TİCARET ERBABI

Çarşılar

Bursa'nın fethinden sonra Orhan Gazi'nin yaptırdığı külliyenin içinde,
kentin ilk bedesteni olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı.
Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine
taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin
etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı'nda; keçeciler, Sipahi
Çarşısı'nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı'nda; hallaçlar ve terziler,
Atpazarı'nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan
Çarşısı'nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı'nda;
kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü Bursa baçakçıları
bulunurdu.

Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve
Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa'da ticaretin can
damarlarıydılar.

Esnaf

Bursa'da her iş kolunda hizmet veren esnaf, kendilerini denetleyen, sıkı
kontrol altında tutan örgütlere bağlıydılar. Bu örgütler işinin ehli
olmayanların dükkan açmasına izin vermezler, işinin ehli olan ustaların
yarattıkları ürünlerin de başkaları tarafından kopya edilmesini
engellerlerdi.

Esnafların işyeri açabilmeleri de uzun yıllara ve çıraklık, kalfalık ve
ustalık aşamalarını geçmelerine bağlıydı. Büyük bir disiplinle
yetiştirilen bu insanlar her yükselişlerinde onurlandırılırlardı.
Çıraklar kalfalık hakkı kazandıklarında ustaları tarafından her sanatın
kendi Kethüdasına, Yiğitbaşına ve diğer esnafa durum bildirilirdi.
Davetliler kentin değişik mesire yerlerinde yemekli, şenlikli,
güreşli eğlenceler düzenlerler, dualarla Yiğitbaşı çırağa peştemal
bağlayarak kalfalık verirdi.

Bu kalfaların daha sonraki yıllarda ustalığa yükselmeleri yalnızca uzun
yıllara ve büyük başarılara bağlı değildi. Her meslek gurubunun ustaları
belli sayılarda olduğundan, yeni gelecek kalfaya yer bulunması gerekir,
ancak bir usta öldüğünde veya işi kapattığında bu şans yakalanabilirdi.
Açılan yere en kıdemli kalfa yine törenlerle usta olarak seçilirdi.

1833 yılında Konstanz Bey'in ve 1843 yılında Boduryan Efendi'nin ipek
fabrikaları ile birlikte kentte yavaş yavaş endüstrileşmeye doğru bir
geçiş yaşanmaya başlandı.

İpek böcekçiliği

Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya'da
zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında
yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş
kaftandı.

İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı.
İpekçiliğin, ön üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her
aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa'da baş gösteren ve 1860'lı
yıllarda da Bursa'ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf
böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket,
ipekböcekçiliği yapanları zor duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut
ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından çarenin Fransa'da
bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi. Böylece bir
müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında
hastalıklı oldukları anlaşıldı.

2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar
Efendi'nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı
verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha
geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi'nin evine
nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak
adı İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü'nün idaresine getirilen
Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa'da başarılı
hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi.

Atkılı tezgahlarda dokuma

Osmanlı İmparatorluğu'nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer
Bursa idi. 1850'lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan
Avrupa'daki benzerleri gibi kurulmuş 14 ipek fabrikası vardı. Aynı
cinsten Mudanya'da da iki fabrika vardı. Bursa'da tül işleyen, saf ve
karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı.

Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti.
Dikdörtgen bir çerçeve, bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında
kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete geçen iplikleri dengeleyen
ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından
geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar
tarafından kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap.

Bursa, Bilecik ve Üsküdar'da çatma diye adlandırılan bir cins kadife
kumaş dokunurdu. Bursa'da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve
diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların, her cins kadifenin ünü
dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa'dan kumaş
satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları
Bursa kumaşlarıyla dolmuştu. 16. yy'da Bursa tezgahlarında dokunan
kumaşlar ve kadifeler her yerde aranıyor, olağanüstü bir zenginlikte
dokunan dibalar, kadifeler, canfesler padişahlara, şehzadelere yapılan
elbiselerde kullanılıyordu. Burada dokuma ustaları lonca halinde
teşkilatlanmışlardı. Dokumalar satışa çıkarılmadan önce ciddi bir
kontrolden geçirilir, her kumaş damgalanırdı. Aranılan niteliklere sahip
olmayan kumaşlara ise devlet el koyardı. Her atölye belli bir kumaş
türünde ustalaşmıştı. Yabancı ülkelerden getirilen pamuk ipliği de ciddi
ve sıkı bir incelemeden geçirilirdi. Pamuk ipliği her cumartesi günü
Ulucami'nin avlusunda kurulan pazarda, ipek kozaları ise Koza Hanı'nda
satılırdı.

18. yy'da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş
üretimine zorladığından, Bursa'nın eski dokumaları ve kumaşları giderek
iyi vasıflarını kaybetti.

OKULLAR

Misyoner okulu

1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera'da
bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839
yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon'da da okullar açıldı. Ders
programları Batı'daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa
sürede kendini kabul ettirdi. Bursa'daki Amerikan Kız Okulu'nda 70
öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci,
üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice,
aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice),
İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce)
ve tarih (İngilizce)'di.

Işıklar Askeri Lisesi

Okul 1845'de, Sultan Abdülmecid'in buyruğu ile bugünkü Heykel
Meydanı'nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt
katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892'de,
Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894'de bu yapılara ikinci bina da
eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911'de hastane kısmı da
eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina,
11 Aralık 1922'de Askeri İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu
bölge olan Bursa'nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar
Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise,
önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar'a dönüştüğü
söylenmektedir.

Hamidiye Senayi Mektebi

10 nisan 1869 günü Filibos mahallesinde Türkmenoğlu Konağı'nda Senayi
Mektebi açıldı. Islahhane adı ile çağrılan bu okulda önceleri yalnızca
dokumacılık öğretildi. İlk üretim olarak jandarmalar için elbiselik
kumaş dokundu. Daha sonra kunduracılığın öğretilmesi için İstanbul'dan
öğretim görevlileri ile birlikte yeni aletler getirildi. Giderek
çalışmaları ile dikkat çekmeye başlayan Hamidiye Senayi Mektebi'nin ders
programlarına 1900'lü yıllardan sonra Fransızca ve musiki dersleri de
eklendi ve okulda bir bando kuruldu. 1906 yılında ise Hükümet
Caddesi'nde okulun bir satış mağazası açıldı. Okulu geliştirmek için
neredeyse tüm Bursa halkı seferber oldu. Piyango tertip edildi ve
Atıcılar mevkisinde düzenlenecek hayvan pazarından alınacak pazar resmi
okula bırakıldı. 1906 yılında Bursalı Necip ve İstanbullu Mirat
Efendiler, Avrupa'da imal ettirdikleri sigara kağıtlarını Hamidiye
Senayi Mektebi Sigara Kağıdı adı altında satmak için ruhsat aldılar. Bu
satışın tüm geliri de mektebe bırakılacaktı. Mektep ilk açıldığı konakta
iki yıl kaldıktan sonra Tophane semtine taşındı.

Mülkiye İdadisi

1885'de Mülkiye İdadisi adıyla bir erkek lisesi kuruldu. 1888
Temmuzu'nda dördüncü sınıftan beş efendi mezun verdi. Bu dört sınıflık
okul 1890-1891 ders yılı sonuna kadar devam etti. 1891-1892 ders yılında
yedi sınıflı oldu. 1901-1904 seneleri arasında kimyahane, yatakhane,
yemekhane, teneffüshane bölümleri yapıldı ve 1906 yılında da hamam kısmı
tamamlandı. 1909'dan sonra adı Mektebi Sultani oldu.

Ziraat Mektebi

Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili
elemanlar yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler
Köyü Topal Mehmet Ağa'nın arazisinde Hüdavendigar Numune Çiftliği
Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra
okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci
mezun oldu.

1904 yılında, Mülkiye İdadisi'nde 325, Hamidiye Senayi Mektebifıde 150,
Ziraat Mektebı' nde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905'de Hamidiye Medresesi
Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha sonra okul Darülmuallimin adını
aldı.

KAPLICALAR

Roma'dan Bizans'a

Bursa'da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar'ın ilk
Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan
anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da
Bursa imar edilirken Pythia'daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın
kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar döneminde daha da
önem kazandılar.

Osmanlı geleneğinde kaplıcalar

Evliya Çelebi Bursa'nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar
döneminde Bursa'nın ilk kaplıca inşaatı, Jüstinyen'in iki kubbeli
hamamına, Muradı Hüdavendigar'ın 1511'de iki kubbe daha ilave
ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul'daki tanınmış
kişilerden ve büyükelçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere,
yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek çok kişi bu
şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa'ya gelirlerdi. Bursa
valisi Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II.
Wilhelm'in eşi Augusta'nın erkek kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6
Mayıs 1906'da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon'u 7 Haziran
1908'de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908'de
ağırladı.

Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de
asıl yıkanılan yer halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in
divanında:

Girenler içinde kalur
Suyun dökünse can bulur
Nicelere derman olur
Kaplucası Bursa'nın diye tanımlanır.

Helmut von Moltke'nin Türkiye'den babasına yazdığı bir mektupda ise
aynen şöyledir: "Türk hamamlarının keyfini sana evvelce yazmıştım.
Bursa'dakiler suni değil, tabiattan öyle sıcaktır ki insanın büyük,
dupduru havuza girince haşlanmadan dışarı çıkabileceğine önceden
inanmayacağı gelir. Girdiğimiz hamamın terasının harikulade güzel bir
seyri vardı ve öyle rahattı ki insan bir türlü ayrılmak istemiyordu."

YOLLAR

Marmara'ya kucak açan kıyılar

19. yy'da Hüdavendigar vilayetinin merkezi Bursa'ydı. Merkeze;
Balıkesir, Karahisar-ı Sahip, Kütahya kazaları ve Gemlik, Pazarköy,
Mudanya, Yalova, Karamürsel, Tirilye, Bilecik, Lefke, Gölpazarı, Söğüd,
Mihaliç, Kirmasti, İnegöl, Yarhisar, Yenikent, İznik, Pazarcık
sancakları bağlıydı.

Bu kadar geniş topraklara sahip vilayetin Marmara Denizine ulaştığı
önemli üç iskelesi vardı. Gemlik, Samanlı dağlarının denize doğru
uzanarak Bozburun'u oluşturduğu yerden başlayan körfezin sonunda olup,
evveldenberi tersaneleriyle ünlüydü. Gemlik'in poyraza kapalı bulunan
limanı gemiler için sığınma yeriydi. Daha Kuzey'de bir iskele olan
Yalova, karayolu ulaşımının zorluğu açısından pek kullanışlı değildi. En
çok kullanılan iskele ise, Bursa Ovası'nın Marmara Denizi'ne açıldığı
bir kapı olan, dutluk, zeytinlik ve bağlarla kaplı bölge Mudanya'ydı.
Adı, Evliya Çelebi'ye göre Konstantiniyye tekfurunun kızı Mudanya'dan
gelmekteydi.

1850'li yıllarda, sakin bir havada İstanbul'dan sekiz saat süren bir
yolculuktan sonra Mudanya'ya varılırdı. Poyrazın sert estiği günlerde
ise, Bozburun'un önünde kabaran dalgalar bu seferleri yapan küçük
gemilerin körfezin girişinde sabahlamalarını gerektirir, Mudanya'ya
ancak ertesi gün varılabilirdi.

Karayolu

Mudanya'ya gemiyle gelen kişinin, karaya ayak bastıktan sonra yalnızca
atla Bursa'ya ulaşabilmesi mümkündü. Etrafı bağlık bahçelik verimli bir
kara parçası olan yol boyunca, uzun bir zaman Marmara Denizi'nin çekici
manzaraları, denizi çevreleyen tepeler görülürdü. Yumuşak bir eğimden
sonra deniz manzaraları biter, bu defa da ileride servi ağaçlarıyla dolu
bir ovadan yükselen kent görünürdü. Olympos'un ormanlarla kaplı dik
yamaçları üzerinde can bulan bu kentte yüzden fazla beyaz minare ve
yuvarlak kubbe göze çarpardı.

Bursa'ya iyice yaklaşıldığında bir köprüye ve Nilüfer Irmağı'na
ulaşılırdı. Bu ırmak, koyu renk yapraklı dev gibi ceviz ağaçlarının,
açık yeşil çınarların, zengin çayırlıklar ve dutlukların arasından
kıvrıla kıvrıla akardı. Bursa'ya yaklaşan her adım birbirinden daha
çekici yeşil sürprizler sunardı.

Demiryolu

Osmanlı yöneticilerinin demiryoluna verdikleri önem 19. yüzyılın ikinci
yarısında iyice artmıştı. Sultan Abdülaziz, 1871 yılında demiryolu ile
ilgili bir irade yayımlattı. Gerçekleştirilmesi düşünülen ana hat
İstanbul-Bağdat arasındaydı. Kurulan Asya Osmanlı Demiryolları'nın
başına da Alman mühendis Wilhelm von Pressel getirildi. Pressel'in
projesi Haydarpaşa'dan başlıyor, bu ağın içinde Bursa-Mudanya hattı da
yerini alıyordu. Mudanya'dan Bursa'ya doğru raylar döşenmeye başlandı.
Bu hat, 1874 yılında bitirilebildi. Bursa'ya ulaşabilmek için 185.000
Osmanlı Lirası (4 200 000 Frank) masraf yapılmış ancak demiryolunun
işletmeye açılması mümkün olamamıştı. Proje bir müddet için rafa
kaldırıldı. Yarım kalan hattın inşasına 17 yıl sonra başlanabildi.
İmtiyazı almış olan M. Nagelmakers, Bursa- Mudanya Osmanlı Demiryolları,
Şirketi'ni kurarak hattı 1892 yılında hizmete açtı.

Bu yeni yolculuk biçimi ile Mudanya'dan kalkan tren iki saatte Bursa
Acemler istasyonuna varırdı. Bu demiryolunu işleten yabancı şirket
olduğundan, tarifeler de alafranga saate göre yapılırdı. Bu durum
karışıklıklara neden olduğundan 5 Eylül 1892'de şirket tarafından
çıkarılan bir yazı ile halk uyarılarak alafranga saate göre yolcuların
kendilerini ayarlaması istendiyse de genel istek üzerine sonradan
alaturka saate çevrildi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osmanlı Başkentleri:2. Başkent Edirne
» Osmanlı Başkentleri:3. Başkent İstanbul
» Kapanış Başkent'te..
» Başkent'te basına zor anlar
» 17. yüzyıl Osmanlı Devleti

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: