ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Genetik Kopyalama Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Genetik Kopyalama Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Genetik Kopyalama

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Genetik Kopyalama I231076_gsli

Genetik Kopyalama Empty
MesajKonu: Genetik Kopyalama   Genetik Kopyalama EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 10:37 pm

İşçilerin tulumları beyazdı;
ellerinde soğuk, kadavra rengi kauçuk eldivenler vardı. Işık donuktu,
ölüydü: Bir hayalet sanki!.. Yalnız mikroskopların sarı borularından
zengin ve canlı bir öz akıyor, bir baştan bir başa uzanan çalışma
masalarının üzerinde tatlı çizgiler yaratarak, parlatılmış tüpler
boyunca tereyağ gibi yayılıyordu. "Bu da" dedi Müdür kapıyı açarak,
"döllenme odası işte..." Doğal olarak, ilkin döllenmenin cerrahlığa
dayanan başlangıcından söz etti, derken "Toplum uğruna seve seve
katlanılan bir ameliyattır bu" dedi, "altı maaşlık ikramiyesi de caba...
Bir yumurta bir oğulcuk, bir ergin; bu normal... Oysa, Bokanovskilenmiş
bir yumurta tomurcuk açar, ürer bölünür. Eş ikizler yalnız insanların
doğurduğu o eski zamanlardaki gibi yumurtanın bazen rastlantıyla
bölünmesinden oluşan ikiz, üçüz parçaları değil, düzinelerle yirmişer,
yirmişer." Müdür "yirmişer" diyerek sanki büyük bir bağışta bulunuyormuş
gibi kollarını iki yana açtı; "yirmisi birden!.." Ama öğrencilerden
biri bunun yararının ne olduğunu sormak gibi bir sersemlikte bulundu.
"İlahi yavrucuğum!" Müdür olduğu yerde ona dönüvermişti. "Görmüyor
musun? Görmüyor musun, kuzum?" Bir elini kaldırdı; heybetli bir duruşa
geçmişti. "Bokanovski süreci toplumsal dengenin en başta gelen
araçlarından biridir! Milyonlarca eş ikiz; toptan üretim ilkesinin
sonunda biyolojiye uygulanmış olması..."

YUKARIDAKİ PARÇA, Aldous Huxley’in 1930’larda yazdığı, geçtiğimiz ay
bilim gündemini birdenbire fetheden "koyun kopyalama" deneyine değinen
haberlerde sıkça gönderme yapılan, Brave New World (Cesur Yeni Dünya)
romanının girişinden kısaltılarak alınmış bir bölüm. Huxley, olumsuz bir
ütopya (distopya) niteliği taşıyan romanında, Alfa, Beta, Gama, Delta
ve Epsilon adlarıyla, kendi içinde genetik özdeşlerden oluşan beş farklı
sınıfa bölünmüş bir toplum tablosu çiziyor. Özdeş vatandaşların
üretildiği bu hayali "Bokanovski Süreci", çağdaş anlamıyla klonlama
(veya genetik kopyalama) olmasa da, sürecin yolaçtığı etik (ahlaki) ve
toplumbilimsel kaygılar, sekiz ay önce İskoçya’da gerçekleştirilen ve
geçtiğimiz ay kamuoyuna duyurulan gelişmelerin doğurduklarına denk
düşüyor. Şimdi herkesin tartıştığı, son gelişmelerin insanlık için daha
insanca bir dönemin mi yoksa, hızla gerçeğe dönüşen korkunç bir
distopyanın mı kapısını araladığı.

Şubat ayının 22’sinden itibaren, İskoçya’nın Edinburg kentinde,
biyoteknoloji alanında tuhaf bir gelişme kaydedildiği, "Dünyanın sonu",
"Frankenstein" gibi ifadeleri de içeren dedikodularla birlikte etrafta
konu olmaya başladı. Bilim çevreleri de basın da şaşkındı, çünkü, seçkin
yazarların ve bazı bilim adamlarının birkaç gündür zaten haberdar
oldukları ve konuyu "patlatmayı" bekledikleri bu gelişme, bir biçimde
basına sızmış, dilden dile dolaşmaya başlamıştı bile. Normalde pek de
ciddiye alınmayacak böyle bir "dedikodunun" bu denli yayılabilmesi, işin
içine çeşitli dallarda makalelere yer veren saygın bilimsel dergi
Nature’ın adının karışmasıyla olmuştu. Gerçekten de Nature, dedikodu
niteliğini fersah fersah aşan bir bilimsel gelişmeyle ilgili bir
makaleyi 27 Şubat’ta yayınlayacağını bilim yazarlarına duyurmuş ve bu
tarihe kadar "ambargolu" olan bir basın bülteni dağıtmıştı. Batı
ülkelerinde yazarlar normal olarak bu ambargolara uyar, hazırladıkları
yazıları, ambargonun bittiği tarihte, aynı anda yayına verirler. Ancak,
aralarında ünlü The Observer’ın da bulunduğu bazı dergi ve gazeteler
ambargoyu çoktan delmiş, konuyu kamuoyuna duyurmuştu bile. Haberin,
kaynağı olan Nature ve ambargoya saygı gösteren çoğu nitelikli dergi ve
gazetede yer almaması da, dedikodu trafiğini artırmış, ortaya atılan
spekülasyonlarla beklenenden fazla ilgi toplanabilmişti.

Hatta, Mart ayının başlarında, koyun klonlama haberinin yarattığı ilgi
ortamını değerlendirmek isteyen bazı haberciler, aynı yöntemle Oregon
Primat Araştırmaları Merkezi’nde maymunların klonlandığını öne sürdüler.
Oysa, Oregon’da gerçekleştirilen, embriyo hücrelerinin oldukça sıradan
bir yöntemle çoğaltılmasıyla yapılmış bir deneydi. Klonlama, yetişkin
bir canlıdan alınan herhangi bir somatik (bedene ait) hücrenin
kullanılmasıyla canlının genetik ikizinin yaratılmasını açıklamakta.
Kavramsal temelleri çoktandır hazır olan bu işlemin uygulamada
gerçekleştirilemeyeceği düşünülüyordu.

Edinburg’daki Roslin Enstitüsünden Dr. Wilmut ve ekibi bunu başarmış
gibi görünüyor. "Ben bu filmi daha önce seyretmiştim!" diyenleri
rahatlatmak için hemen belirtelim ki, aynı ekip 1995 yılında embriyo
hücrelerini kullanarak yine ikiz koyunlar üretmiş ve bunu duyuran
makaleyi yine Nature dergisinde yayımlatmıştı. Bu deney de basına
yansımış, ancak, son gelişmeler kadar yankı uyandırmamıştı. Ne de olsa
bu yöntem, döllenmiş yumurtanın kazayla bölünüp tek yumurta ikizlerine
yol açtığı bildik süreçlerden farksızdı. Sıklıkla unutulduğu için
tekrarlamakta yarar var ki, Wilmut’un son başarısının önemi, işe somatik
bir hücrenin çekirdeğiyle başlamasında yatıyor. Bu başarının
ortaklarını anarken PPL Tıbbi Araştırmalar şirketini de atlamamak gerek.
Borsalarda tırmanışa geçen hisseleriyle gelişmenin meyvelerini şimdiden
yemeye başlayan PPL, projenin hem amaçlarını belirleyerek hem de maddi
olanakları yaratarak kuzu Dolly’nin varlığının temel sebebi olmuş.

Dr. Wilmut’un gerçekleştirdiği başarı şöyle özetlenebilir: Yetişkin bir
koyundan alınan somatik bir hücrenin çekirdeğini dahice bir yöntemle,
başka bir koyuna ait, çekirdeği alınmış bir yumurtaya yerleştirmek ve
bilinen "tüp bebek" yöntemiyle yeni bir koyuna yaşam vermek. Adını, ünlü
şarkıcı Dolly Parton’dan alan kuzu Dolly, isim annesinin değilse de,
DNA annesinin genetik ikizi. Dolly, sevimli görünüşüyle kamuoyunun
sempatisini kazanmış ve tüm bu süreç ilginç bir bilimsel oyun olarak
sunulmuşsa da gerçekte deney oldukça iyi belirlenmiş bilimsel ve maddi
hedefleri olan, soğukkanlı bir süreç. Zaten Dolly’nin araştırmacılar
arasındaki adı da en az varlığı kadar "soğukkanlıca" seçilmiş: 6LL3...
PPL’in idari sorumlusu Dr. Ron James, şirket sırlarını kaybetme
kaygısıyla maddi hedeflerini pek açığa vurmamakla birlikte, hemofili
hastaları için koyunlara insan kanı pıhtılaşma faktörü ürettirmeyi de
içeren pek çok önemli ticari hedefin ipuçlarını veriyor.

PPL ve Roslin Enstitüsü’nün çalışmaları, geçmişi çok eskilere dayanan ve
önemli gelişmelerin kaydedildiği bir alan olan transjenik (gen
aktarılmasıyla ilgili) araştırmaların bir üst aşamaya, nükleer transfer
(çekirdek aktarılması) evresine doğru ilerletilmesinden başka birşey
değil. Yıllardır başarıyla sürdürülen transjenik çalışmalarda tek
boynuzlu keçi, üç bacaklı tavuk gibi görünüşte çarpıcı, yararı kısıtlı
çalışmaların yanı sıra, insan proteinlerinin hayvanlara ürettirilmesi
gibi, modern tıp için çığır açıcı sayılabilecek başarılar kaydedildi.
Son gelişmelere imzasını atan ekip, daha önce insan bünyesince üretilen
molekülleri gen transferi yöntemiyle bir koyuna ürettirmeyi başarmıştı.
Söz konusu deneyde gerek duyulan moleküllerin koyunun tüm hücrelerinde
değil, sadece süt bezlerinde sentezlenmesinin sağlanması, koyunun "ilaç
fabrikası" olarak değerlendirilmesini beraberinde getiriyordu. Dolly
başarısının en önemli potansiyel yararı da bununla ilgili zaten. Gen
transferi yöntemiyle, istediğiniz maddeyi sentezleyebilen bir canlıya
sahip olduğunuzda, madde verimini artırmak üzere aynı süreci zaman ve
para harcayarak yinelemeye çabalamak yerine elinizdeki canlının genetik
ikizlerini yaratabilirseniz, ticari değer arz edebilecek miktarda ilaç
hammaddesi üretimine geçebilirsiniz. Elinizde birkaç on tane genetik
özdeş canlı biriktikten sonra, bu küçük sürüyü doğal yollardan üremeye
bırakacak olursanız, hem "yatırımınız" kendi kendine büyüyecek, hem de
genetik çeşitlilik yeniden oluşmaya başlayacağından, tek bir virüs
tipinin tüm "fabrikayı" yok etmesinin önünü alacaksınız demektir.

Biraz Ayrıntı

İskoç ekibin gerçekleştirdiği klonlama deneyinin, dünyanın pek çok
bölgesine dağılmış sayısız standart biyoteknoloji laboratuvarında
"kolayca" gerçekleştirilebileceği söyleniyor. Yine de uygulanan yöntem,
günlük gazetelerdeki basit şemalarda anlatıldığı kadar kolay ve hemen
tekrarlanabilir türden değil. İskoç ekibin başarısı ve önceki sayısız
benzeri çalışmanın başarısızlığı, Wilmut’un, verici koyundan alınan
hücre çekirdeğiyle, kullanılan embriyonik hücrenin "frekanslarını" çok
hassas biçimde çakıştırabilmesine dayanıyor. Bu yöntemle araştırmacılar,
yetişkin çekirdeğin genetik saatini sıfırlamayı, tüm gelişim sürecini
başa almayı becerebilmişler. Yöntemin ayrıntılarına girmeden önce bazı
temel kavramlara açıklık getirmekte yarar var.

Çoğu memeli canlı gibi insan bedeni de milyarlarca hücreden oluşuyor. Bu
hücrelerin milyonlarcası her saniye bölünmeyi sürdürerek beden
gelişimini devam ettiriyor ve yıpranmış hücreleri yeniliyor. Bu
hücrelerin önemli kısmı bedenimizin belli başlı bölümlerini oluşturan
"somatik hücreler." Tek istisna, üreme hücreleri. Eşeyli üreme,
gametlerin (sperm ve yumurta) ortaya çıktığı "mayoz bölünme"yle
başlıyor. Cinsel birleşme sonucunda, spermin yumurtayı döllemesiyle de
yeni bir canlının ilk hücresi "zigot" oluşuyor. Bu noktadan sonra
gelişmeye dönük hücre bölünmeleri, "mayoz" değil, "mitoz" yoluyla
ilerliyor.

Koyun ve insan hücrelerinin de dahil olduğu ökaryotik yani, çekirdeği
olan hücreler, farklı gelişim evreleri içeren bir yaşam döngüsü
geçiriyorlar.
Bu döngüyü, hücrenin görece durağan olduğu "interfaz" ve belirgin
biçimde bölünmenin gerçekleştiği mitoz evrelerine ayırmak mümkün. Hücre,
yaşam döngüsünün yüzde doksan kadarını interfaz evresinde geçiriyor.
Aslında, bu duraklama evresi göründüğü kadar sakin değil; hücre, tüm
bileşenlerini DNA’yı sona bırakacak biçimde çoğaltarak, bölünmeye
hazırlanıyor. Alt evreleri son derece iç içe girmiş olan interfaz
evresini işlevsellik açısından G1, S ve G2 alt evrelerine ayırmak
yerleşmiş bir gelenek. Yani, hücrenin yaşam döngüsü bu üç evre ve M
(mitoz)’dan oluşuyor. G1 evresi, DNA dışındaki bileşenlerin çoğaldığı
bir dinlenme dönemi. S, DNA’nın bölünmesiyle sonuçlanan bir geçiş
evresi. G2 ise, iç gelişmenin tamamlanıp, hücrenin mitoz yoluyla
bölünmeye hazırlandığı süreci içeriyor.

Hücrelerin hangi evreyi ne kadar sürede tamamlayacakları bir biçimde
programlanmış durumda. Belli bir organizmanın tüm hücreleri bu evreleri
aynı sürede tamamlıyorlar. Yine de, ani çevresel koşul değişiklikleri
hücreleri G1 evresinde kıstırabiliyor; sözgelimi, besleyici maddelerin
miktarı birdenbire minimum düzeye düştüğünde. G1 evresinin belli bir
aşamasında, öncesinde bu duraklamaya izin verilen sabit bir kritik
noktası var. Bu kritik nokta aşılırsa, çevresel koşullar ne yönde olursa
olsun, DNA replikasyonunun önü alınamıyor. İleride göreceğimiz gibi, bu
noktanın denetim altında tutulabilmesi, Wilmut ve ekibinin başarılı bir
klonlama gerçekleştirebilmelerinin altın anahtarı olmuştur.

Bu noktada bir parantez açarak G1, S, G2 ve M evrelerinin denetim altına
alınmasının, hücrenin yaşam döngüsünü olduğu kadar, hücrenin
özelleşmesini, sözgelimi beyinden veya kas hücrelerinden hangisine
dönüşeceğini de kontrol altına alabilmeyi, bir başka deyişle, hücrenin
genetik saatini sıfırlamayı sağladığını ekleyelim. Wilmut ve ekibi
Dolly’i klonlayıncaya kadar bu sürecin tersinmez olduğu, söz gelimi, bir
defa kas hücresi olmaya karar vermiş bir hücrenin yeniden
programlanamayacağı zannediliyordu. Peki Wilmut bunu nasıl başardı?

Soruyu tersinden cevaplayacak olursak, diğerlerinin bunu
başaramamalarının nedeninin, kullandıkları somatik hücrelerin
çekirdeklerini S veya G2 evrelerindeki konakçı hücrelere yerleştirmeleri
olduğunu söyleyebiliriz. Eski kuramsal bilgilere göre bu yöntemin işe
yaraması gerekiyordu, çünkü çekirdeğin mitoza yaklaşmış olması avantaj
olarak görülüyordu. Ancak bu denemelerde, işler bir türlü yolunda
gitmedi. Kaynaştırmadan sonra, hücre fazladan bir parça daha mitoz
geçiriyor ve yararsız, kopuk kromozom parçaları meydana geliyordu. Bu
"korsan" genler, gelişimin normal seyrini sürdürmesi için ciddi bir
engel oluşturuyordu. Dersini çok iyi çalışmış olan Wilmut, bu olumsuz
deneyleri değerlendirerek hücreyi G1 evresinin kritik noktadan önceki
duraksama döneminde, "G0 evresinde" kıstırmaya karar verdi.

Verici koyundan alınan meme dokusu hücrelerini kültür ortamında
gelişmeye bırakan Wilmut, hücrelerin geçirdiği evreleri sıkı gözetim
altında tutarak bir hücreyi G0 evresinde kıstırıp bu haliyle durağanlığa
bırakmayı başarmıştı. Bunun için, hücrenin besin ortamını neredeyse
öldürme sınırına kadar geriletmiş, tüm süreci dondurarak bir anlamda
genetik saati de sıfırlayabilmişti. Üstelik bu evre, kaynaştırılacağı
yumurta hücresinin mayoz gelişim sırasında girdiği, bu işlem için en
uygun olan metafaz-II evresiyle de mükemmel bir uyum içindeydi. İşlemin
diğer kısımları yemek tariflerinde olduğu kadar sıradan ve kolay
uygulanabilir nitelikte. G0 evresindeki çekirdek metafaz-II evresindeki
yumurtayla kaynaştırılıp, normal besin koşulları ve hafif bir elektrik
şoku etkisiyle olağan çoğalma sürecine yeniden sokulduğunda, her şey tüp
bebek olarak bilinen, in vitro fertilizasyon sürecindeki işleyişe uygun
hale geliyor. Zigot, anne koyunun rahmine yerleştiriliyor ve gerekli
hormonlarla normal hamilelik süreci başlatılıyor.

Wilmut ve ekibinin gerçekleştirdikleri hakkında bilinenler, yukarıda
kaba hatlarıyla anlatılanlarla sınırlı. Sürecin duyurulmayan kritik bir
evresi varsa, bu ticari bir sır olarak kalacağa benziyor. Ancak,
herkesin olup bitenler hakkında aynı bilgilere sahip olması, deneyin
başarısı konusunda kimsenin şüphe duymamasını gerektirmiyor. 277
denemeden sadece birinin başarılı olması başta olmak üzere, çoğu uzmanın
takıldığı pek çok soru işareti var. Herşeyin ötesinde, herhangi bir
olgunun bilimsel gelişme olarak kabul edilmesi için, sürecin
yinelenebilirliğinin gösterilmesi gerekiyor.

Bir embriyolog, Jonathan Slack, çok daha temel şüpheleri öne sürüyor:
"Araştırmacılar, yumurta hücresindeki DNA’ları tümüyle temizleyememiş
olabilirler. Dolayısıyla Dolly, sıradan bir koyun olabilir." Slack,
alınan meme hücresinin henüz tamamen özelleşmemiş olabileceğini, böyle
vakalara meme hücrelerinde, bedenin diğer kısımlarına göre daha sık
rastlanılabildiğini de ekliyor. Zaten Wilmut da, bedenin diğer
kısımlarından alınan hücrelerin aynı sonucu verebileceğinden bizzat
şüpheli. Örneğin, büyük olasılıkla kas veya beyin hücrelerinin asla bu
amaçla kullanılamayacaklarını belirtiyor. Üstüne üstlük, koyun bu
deneylerde kullanılabilecek canlılar arasında biraz "ayrıcalıklı" bir
örnek. Koyun embriyolarında hücresel özelleşme süreci zigot ancak 8-16
hücreye bölündükten sonra başlıyor. Geleneksel laboratuvar canlısı
farelerde ise aynı süreç ilk bölünmeden itibaren gözlenebiliyor.
İnsanlarda ise ikinci bölünmeden itibaren... Bu durum, aynı deneyin fare
ve insanlarda asla başarılı olamaması olasılığını beraberinde
getiriyor.

Dile getirilen açık noktalardan biri de, hücrelerde DNA barındıran tek
organelin çekirdek olmayışı. Kendi DNA’sına sahip organellerden
mitokondrinin özellikle önem taşıdığı savlanıyor. Memeli hayvanlarda
mitokondriyal DNA, embriyo gelişimi sırasında sadece anneden alınıyor.
Her yumurta hücresi, farklı tipte DNA’lara sahip yüzlerce mitokondriyle
donatılmış. Bu mitokondriler zigotun bölünmesinin ileri evrelerinde,
embriyo hücrelerine dengeli bir biçimde dağılıyor; ancak, canlının daha
ileri gelişim evrelerinde, bu denge belli tipteki DNA’lara doğru
kayabiliyor. Parkinson, Alzheimer gibi hastalıkların temelinde bu
mitokondriyal DNA kayması sürecinin etkileri var. Bu yüzden kimileri,
sağlıklı bir kuzu olarak doğan Dolly’nin, zigot gelişimine müdahele
edilmiş olması yüzünden sağlıksız bir koyun olarak yaşlanabileceğini öne
sürüyorlar. Şimdilik Dolly’nin tek sağlıksız yönü, basına teşhir
edilirken sabit tutulması amacıyla fazla beslenmesi yüzünden ortaya
çıkan tombulluğu.

Klonlamalı mı?

Klonlamanın özellikle de insan klonlama konusunun etik boyutu
kamuoyunca, günlük yaşamda kültürün, temel bilimsel birikimin, tarih,
siyaset ve toplumbilimin en yaygın ve temel kavramlarıyla tartışılabilir
nitelik kazanmıştır. Nükleer enerji kullanımı, hormon destekli tarım,
ozon tabakasına zarar veren gazların üretimi gibi, farklı toplum
kesimlerince kolayca anlaşılabilir ve tartışılabilir kabul edilen
klonlama, şimdiden kamuoyunun gündeminde yerini aldı. Kamuoyunun,
bilimsel ve teknolojik gelişmelerin uygulanıp uygulanmaması konusunda
birtakım ahlaki gerekçelerle ne şekilde ve ne ölçüde yaptırım
uygulayabileceği tartışmalı olsa da, şu anda kamuoyunun isteksizliği
klonlama çalışmalarının daha ileri aşamalara taşınmasına en güçlü engel
olarak gösteriliyor. Oysa, "tüp bebek" diye bilinen in vitro
fertilizasyonun, başlangıçtaki şiddetli tepkilerden sonra kolayca
kabullenilmesi, işin içine "çocuk sahibi olma isteği ve hakkı" karıştığı
durumlarda (aynı argüman klonlama konusunda da sıkça kullanılıyor)
toplumun ne kadar kolay ikna olabileceğinin bir göstergesi.

Bilimkurgu romanları ve filmlerinde kaba hatlarıyla çokça tartışılmış
olan klonlama konusunda halihazırda belli belirsiz bir kamuoyu
"oluşturulmuş"durumda. Şu anda sürmekte olan tartışmaların bilinen
yanlışlara yeniden düşmemesi için birkaç temel olguya açıklık getirmek
gerekiyor. Olası yanılgıların en sık rastlananı, klonlanmış bir
canlının, (tartışmalara sıkça insan da dahil ediliyor) genin alındığı
canlının fizyolojik özellikleri bir yana, kişilik özellikleri bakımından
özdeşi olacağı kanısı.

Kazanılmış özelliklerin kalıtsal yolla taşınabileceği yanılgısı,
Philosophie Zooloique (Zoolojinin Felsefesi) adlı ünlü yapıtı 1809
yılında yayınlanmış olan, Fransız zoolog Jean Baptiste Lamarck’a
dayanıyor. Lamarck’ın görüşlerinin takipçileri, insanların
gözlemlenebilir kişilik özelliklerinin önemli ölçüde kalıtsal nitelik
taşıdığını savlayarak, çevresel koşulların gelişim üzerindeki etkilerini
neredeyse tamamen yadsıyorlardı. Oysa, genetik, evrim, psikoloji gibi
alanların ortaya koyduğu çağdaş ölçütler, kazanılmış karakterlerin
kalıtsal nitelik gösteremeyeceğini ortaya koyarak, kişilik oluşumunda
çevresel etmenlerin güçlü bir paya sahip olduğunu kanıtlamıştır.

Bu bağlamda, basında da yankı bulan "koyunlar zaten birbirlerine
benzerler" esprisinin aslında ciddi bilimsel doğrulara işaret ettiğinin
altını çizmek gerekiyor. Klonlanmış bir koyunun, genetik annesinin
genetik ikizi olduğu ölçülerek gösterilebilir bir gerçektir. Oysa,
gözlemlenebilir kişilik özellikleri oldukça kısıtlı olan koyunların
birbirlerine benzemeleri kaçınılmazdır. Çok daha karmaşık bir organizma
olan insanoğlu, sayısız gözlemlenebilir kişilik özelliği sayesinde,
genetik ikizinden kolayca ayırt edilebilir.

Tüm bunların ötesinde, klonlanmış bir insanın sadece kişilik bakımından
değil, fizyolojik ve bedensel özellikleri bakımından da, genetik
ikizinden farklı olacağını peşinen kabullenmek gerekiyor. Bir bebeğin
biçimsel özelliklerinin ana rahminde geçirdiği gelişim süreci içerisinde
tümüyle DNA’sı tarafından belirlendiği görüşü yaygın bir yanılgı. DNA
molekülü, insan geometrisine dair tüm bilgileri en sadeleşmiş biçimiyle
bile bütünüyle kapsayamayacak kadar küçük. Çoğu biçimsel özellik,
akışkan dinamiği, organik kimya gibi alanlardaki temel evrensel
yasaların kontrolünde meydana geliyor. Bu süreçte de, her zaman için
rastlantı ve farklılaşmalara yeterince yer var. Bir genetik ikiz,
kuramsal açıdan, eşine en fazla eş yumurta ikizlerinin birbirlerine
benzedikleri kadar benzeyebilir. Uygulamada ise, benzerlik derecesi çok
daha düşük olacaktır; aynı rahimde aynı anda gelişmediği, aynı fiziksel
ve kültürel ortamda doğup büyüyemediği için... İşin bu boyutunu da göz
önünde bulunduran Aldoux Huxley, romanında, Bokanovski Süreci’yle
çoğaltılmış bebekleri, yetiştirme çiftliklerinde psikolojik
koşullandırmaya tutma gereği duymuştu. Benzer biçimde, 1976’da yazdığı
The Boys from Brazil romanında Adolf Hitler’den klonlanan genç
Hitler’lerin öyküsünü kurgulayan Ira Levin, klonları, Adolf Hitler’in
kişiliğinin geliştiği tüm olaylar zincirinin benzerine tabi tutma
gereğini hissetmişti. Tüm bu "hal çarelerine" rağmen, kopya insanın
genetik annesinden çoğu yönden farklı olması kaçınılmaz görünüyor. Diğer
tüm koşullar denk olsa bile, kopya birey, aynı zamanda ikizi olan bir
anneye sahip olmasından psikolojik bakımdan etkilenecektir. Sağduyumuz
bize Hitler’i genlerinin değil, Weimar Cumhuriyeti sonrası
sosyo-ekonomik koşulların ve genç Adolf’un kıstırıldığı maddi ve manevi
bunalımların yarattığını öğretiyor.

Tüm bunların ışığında, klonlama konusundaki popüler tartışmaları,
tıkanıp kaldıkları, "beklenmedik bir ikize sahip olma" fobisinden
kurtarılıp, daha gerçekçi zeminlere çekilmesi gerekiyor. Gen havuzunun
(belli bir topluluktaki genetik çeşitlilik) daralması, hayvancılığın
geleneksel yapısından koparılıp biyoteknoloji şirketlerinin güdümüne
girmesi, yol açılabilecek genetik bozuklukların kontrolden çıkması, bu
alanda çalışan bazı şirketlerin (söz gelimi PPL’in) tüm tekel karşıtı
yasal önlemleri delerek ciddi ekonomik dengesizliklere yol açması gibi
akla gelebilecek sayısız somut etik sorununun tartışılması gerekiyor.
Yoksa, akademik organlardan dini cemaatlere kadar sayısız grup
gelişmeleri "kitaba uydurma" çabasıyla, kısır tartışmalara girebilir.
Örneğin, Budist bir araştırmacı, Dolly’nin eski yaşamında ne gibi bir
kabahat işleyip de bu yaşama klonlanmış olarak gelmeyi hak ettiği
üzerine kafa yoruyormuş.

Aslında biyoteknolojik tekelcilik tehdidine, Cesur Yeni Dünya’da Aldous
Huxley de işaret etmişti: "İç ve Dış Salgı Tröstü alanından hormon ve
sütleriyle Fernham Royal’daki büyük fabrikaya hammadde sağlayan şu
binlerce davarın böğürtüsü duyuluyordu..."

İnsanoğlunun temel kaygıları, şimdilik bazı temel koşullarda klonlamayla
çelişiyor gibi görülüyor: Bir çiftçi düşünün ki, kendisi için tüm
evreni ifade eden kasabasında herkese hayranlıktan parmaklarını ısırtan
bir danaya sahip olsun. Bu danayı klonlayıp tüm sürüsünü özdeş yapmayı
ister miydi? Büyük olasılıkla biraz düşündükten sonra bundan vazgeçerdi.
Danasının biricik oluşu ve genetik çeşitliliği sayesinde bu danaya
yaşam veren sürüsünün daha da güzel bir dana doğurması olasılığı çok
daha değerli. Ömrü boyunca aynı dananın ikizlerine sahip olmayı
kabullenmiş bir çiftçinin komşusu her an elinde daha güzel bir danayı
ipinden tutarak getirebilir.




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Genetik Kopyalama
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Genetik
» Genetik ve Kanser
» Genetik Tarihi
» Genetik Mühendisliği
» Preimplantasyon (Genetik Tanı)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Biyoloji-
Buraya geçin: