ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri I231076_gsli

Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Empty
MesajKonu: Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri   Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri EmptySalı Haz. 08, 2010 11:58 pm

Le Mond’un (27 Haziran 1984) yayınladığı tıp bültenine göre Michel
Foucault , 25 Haziran günü saat l3’ te Paris’in de la Saipetridre
Hastahanesinde acute septicemia (şiddetli kan zehirlenmesi) sonrası
nörolojik komplikasyonlar sonucu hayata gözlerini yumdu. Haber gazetede
iki sütunluk “La mort du philosophe Michel Foucault” (Filozof Michel
Foucault’nun Ölümü) başlığı altında, birinci sayfayı dolduran olağanüstü
bir övgü seli şeklinde yer aldı. Başyazıyı Foucault’ nun College de
Frence’dan seçkin bir meslektaşı olan Pierre Bourdieu yazıyordu.



Felsefe ve tarih üzerine yapmış olduğu çalışmaların, Başbakandan anısına
bir övgü almış olsa da, zorluğu ve uzlaşmazlığına karşın herhangi bir
başka çağdaş fılozofun ölümüne gösterilecek ilginin böylesine yoğun ve
hürmete şayan olabileceğini, Fransa ve Foucault örneği dışında, tasavvur
edebilmek güçtür. Foucault’nun ölümünün çok büyük bir kayıp olarak
değerlendirilmesi ve düşüncesinin hala yaşayan şaşırtıcı gücü ve etkisi
hakkında söylenenler, Onun bu ilgiye mazhar olmasının nedenini gösterir.



O, sanırım en iyi, Nietzsche ’nin modern havarilerinin belki de en
büyüğü ve aynı zamanda yirminci yüzyıl Batısının muhalif entelektüel
yaşamının en dikkate değer açılımlarında merkezi bir sima olarak
anlaşılabilir. Jean-Paul Sartre ve Maurice Merleau-Ponty, Georges
Canguilhem, Jean-PierreVernant, Lucien Goldmann, Louis Aithusser,
Jacques Derrida, Claude L. Strauss, Roland Barthes, Gilles Deleuze ve
Bourdieu ile birlikte Foucault, muhtemelen gelecek birkaç kuşak boyunca
göremeyeceğimiz denli parlak çalışmaların bir toplamı olarak yaklaşık
kırk yıllık bir üretimin sonucu olan Paris estetik ve politik
akımlarının alışılmadık bir devrimci birikiminden beslendi. Modern
düşüncede gerçek bir ayaklanmaya varan şey, disiplinle arasında ve
gerçekte dilde varolan duvarların yıkılması, sonra da bu duvarlarla
bölünen alanların, yüzeyin altından en karmaşık üstyapılarına kadar
yeniden şekillendirilmesiydi. İlham kaynakları, akademik ve isyancı
düşüncenin aykırı bir karışımı olan bu isimlerden teoriler, şaşırtıcı
verimliliğin silüetleri, ve büyük formal sistemler doğdu.
Bahsettiklerimizin hepsi Marx ’tan ve teker teker az ya da çok oranda
Freud ’dan derin etkiler taşıyor; bir çoğu teorik taktisyen ve gerçeği
görmenin bir aracı olarak eğer gerçeğin kurucusu değilse -dil ile
meşgul; bir kısmı üniversite derslerinden ve neredeyse efsane olmuş
öğretmenlerden olduğu kadar- adı en çok anılanlar Gaston Bachelard,
Geoges Dumdzil, Emile Benveniste, Jean Hyppolite ve (Hegel üzerine
verdiği meşhur dersler ve seminerlerle bütün bir kuşağı şekillendirmiş
görünen) Alexandre Kojeve -sürrealist şairler ve yazarlar Andre Breton
ve Raymond Roussel ‘dan, sıradışı yazar-filozoflar Georges Battaille ve
Maourice Blanchot ’dan da etkilendiler. Nihayet bu Paris
entelektüellerinin tamamı Fransa’nın politik yaşamındaki olaylarla,
önemli kilometre taşları olan ikinci Dünya Savaşı, Avrupa Komünizmine
tepki, Vietnam ve Cezayir koloni savaşları ve 1968 Mayısı ile yakından
ilgiliydiler.



Fransa’nın ötesinde Almanya ve Alman düşüncesi ve nadiren de İngiliz ve
Amerikalı yazarların çalışmalarına önem veriyorlardı.Bu benzersiz
müstesna grup içinde Foucault öne çıkan isimdi. Bir kere en geniş alanlı
eğitimi almıştı: aynı zamanda kuramsal incelemede en somut ve
tarihselci olduğu kadar en radikal olan da Oydu.



İkincisi kendini çalışmaya en çok adayan (Bourdieu’nun Onun hakkındaki
sözleri “le plaisir de savoir” ve bu nedenle en az Parisli olan, en az
moda olan ya da en az çekiştirilen isimdi. Hatta daha ilginci O, sosyal
ve entelektüel tarihin muazzam sahalarını inceliyor, hem geleneksel hem
de sıradışı (unconventional) metinleri eşit dikkatle okuyor ve hala
alışılmış olan ya da özgün olmayan şeyler söylüyor görünmüyordu, hatta
komik biçimde genel gözlemler yapma riskine eğilim taşıdığı kariyerinin
en son evrelerinde bile. Foucault, ne yalnızca bir tarihçi, ne bir
filozof ne de edebiyat eleştirmeniydi fakat hepsini ve daha fazlasını
taşıyordu.



Adorno ’ya muğlaklığının, parlak stiliyle ve ayrıca toplum, kültür ve
bütün eserlerinin yöneldiği güç konularında sıkıcı biçimde geniş, çoğu
zaman belirsiz, teorik ve yaratıcı fikirleriyle çok az ilgisinin olması
bakımından benzemesine karşın tıpkı Theodor Adorno gibi tutumlarında
sert, uzlaşmaz ve sofuydu.



Kısaca Foucault, eserlerinde çok ötesine geçtiği roman, tarih,
sosyoloji, siyaset bilimi ve felsefe türlerine bağlı karma bir yazardı.
Bundan dolayı O, yaptığı çalışmalara kasten belli bir sınırların
dışındalık katıyordu, onun için hem Nietzscheci hem de postmoderndi:
idolleri ve mitleri altüst edişinde alaycı ve ahlak dışıydı. Bununla
beraber Foucault’nun en nesnel yazısında bile insan hala ayırt edici bir
ses duyabilir: kültürel bir tür olarak röportajın ustası olması tesadüf
olmasa gerek. Böylelikle eleştiri ve yaratı arasında var olan eski
makbul hudut tayinleri, Foucault’nun yazdığı ve söylediği şeylerde
geçerliliğini yitiriyordu, tıpkı Nietzsche’nin sözlerinde ya da Gramsci
’nin Prison Notebooks’unda Barthes’ın genel olarak yazdıklarında, Glenn
Gould’un piyano ve söz temsillerinde, Adorno’nun teorik ya da
otobiyografık parçalarında, John Berger, Pierre Boulez, Luchino Visconti
ya da Jean Luc-Godard’ın eserlerinde olduğu gibi.



Bu asla Foucault’nıın tarihinin, örneğin, tarihsel geçerliliği ya da
doğruluğu olmadığı anlamına gelmez, bunun anlamı kendini bilme gibi
başlıca dikkati gerektiren yapıtlar olarak bu tarihlerin -daha önce
değindiğim diğer çalışmalar gibi- önümüzdeki karma türlü eserlerin
öğrenmeyle, alıntılamayla ve bulgularla dopdolu olduğudur.



Entelektüel-kariyerinde en azından üç ayrı evre olmasına karşın
Foucault’nun eserlerinde en başından sonuna değin tekrarlanan bir takım
temalar vardır. Bu temalar en iyi. hareketsiz nesnelerden ziyade düşünce
gezegenleri olarak kavranabilir. Foucault’ nun üzerinde çalıştığı ve
yazdığı herşey çatışma izlerinin ısrarlı biçimde dayanıklı bir zinciri
ve Onun meşhur arkeolojilerinin ve Nietzscheci geneolojileninin
odağıdır. ilk başta Foııcault Avrupa’nın sosyal yaşamını, bir tarafta
marjinal, itaatsiz, farklı ve diğer yanda makul, normal, genel olarak
sosyal vb. arasında bir mücadele olarak anlıyor görünüyor. Foucault, bu
mücaddelerin sonucunda (ve Foucault’nun şeyleri kavramasında doğum
metaforu ve biyolojik sürekliliğin önemli bir yeri olduğu göz önünde
tutulduğunda) bilgiyi meydana getiren disiplin ve hapsetme kurumları
içinde gelişecek çeşitli tutumların doğduğunu düşünüyor. Böylece klinik,
hapishane ya da yetimhane, tıbbi uygulama, cezai bilim ya da normatif
hukuk ilminin doğuşuna tanık oluyoruz. Bu tutumlar -Foucault’nun daha
sonraki dönemlerde formüle ettiği merhametsiz bir saptayışa göre-
hapishaneler ve hastahaneler, sırasıyla kabahat ve hastalığa karşı
fabrikalar olarak görülene değin önce direniş ve sonuç olarak da bu
kurumlarda değişim yaratır.



Daha sonra Foucault gücün, kurumlar ve bilimler dahil olmak üzere
sürekliliğin her yanında, patlayıcı ve etkileyici bir şekil olarak
çoğunlukla seçilen isyancı baskı, hapse mahkum edilmiş birey ve
topluluklar -deli, hayalperest, suçlu peygamberler. şairler, kovulmuşlar
ve ahmaklar- ve de bilgi üretiminde kendisini hissettirdiğini iddia
ediyor.



Foucault’nun çalışmalarında baştan sona var olan diğer bir ana düşünce
gezegeni de bilginin (savoir) kendisiydi. Foucault bilginin
kaynaklarını, formasyonunu, düzenini, değişim ve sabitlik biçimlerini,
muazzam maddi varlığına daima karşılık vermesini bir ağ gibi
karmaşıklığını, epistemolojik durumunu en ince detayına kadar inceledi.
Onun arkeolojileri, bilginin sosyolojisi üzerine yaptığı çalışmalarla
amaçlı olarak benzer biçimde tasarlanmamıştır. Bunun yerine O, kendi
sözleriyle, tarihi kendi aleyhine çevirmeye, “bellek ile bağlarını
koparmaya, metafizik ve antropolojik kalıbını kırmaya ve bir
karşı-bellek —zamanın büsbütün bütün farklı bir formu içine tarihin bir
dönüşümü- inşa etmeye” girişiyordu. (“Nietzsche, Geneology, History”Wink.gif" border="0" alt=""/>.



Bu yüzden Foucault, kendisiyle bilgi arasında kararsız ve gittikçe
karmaşıklaşan bir tavır geliştirdi. Ben burada Foucault’nun kariyerinin
üç evresine hızlıca bir bakmak istiyorum. İlk büyük çalışmaları -Madness
and Civilization (Histoire de la folie) (1961; İngilizce çevirisi 1965)
ve The Order of Things (Les mots et les choses) (1966; 1970) (başlıkta
olduğu gibi metinlerde de İngilizce çevirilerle Fransızca Orijinalleri
arasındaki az. çok yaklaşık ilişki Foucault’nun Ingilizce çevirilerinin
ne kadar düzensiz olduğunun bir göstergesi)- belgeleri kazıp çıkaran,
arşivleri yağmalayan, dini metinleri yeniden okuyan ve sır olmaktan
çıkaran, merhametsizce alim bir araştırmacı görüntüsü verir.



Daha sonra ikinci dönemde “Archaelogy of Knowlodge” (1969;1972) ve “The
Discourse on Language” (L’Ordre du discours) 1970; 1971) eserlerinde
bilgiden uzaklaşır, bilginin maddesi yaptığı şeyi bilgi yapmak üzere
bütün bir sistematik aygıtı uzun uzadıya anlatır. Bu dönem boyunca bilgi
tabir caizse, koparılmış ve Foucault’nun terminolojisinde yeniden
düzenlenmiştir: bu, arşiv, söz, ifade, sözçekmeli fonksiyon gibi
sözcükler, kesin bir sınıflandırmayla bir Fransız sabit fikrine işaret
etmenin çok hoş olmayan bir yolu; Onun bir tür şeffaf düşünsel hapishane
olarak bilgiye karşı baş gösteren husumetini üretken hale getirmesinin,
kontrol etmesinin bir yolu olarak nesrine girdiği zaman gerçekleşir.
Bununla beraber Foucault’nun çalışmasının tüm önyargısı paradoksal
olarak akılcı, sakin ve serinkanlı duruyor.



Ancak Foucault’nun mahkumlar adına yaptığı çalışmasından doğrudan ortaya
çıkan Discipline and Punish (1975; 1977) ve kaynakları Foucault’nun
kendi belli cinsel kimliğindeki olaylar olan The History of Sexuality
(1976;1978) adlı eserleriyle bilgi açıkça bir düşmana dönüştürülüyor.
Foucault buna kötümser biçimde gücü ve aynı zamanda gücün getirdiklerine
karşı aralıksız fakat düzenli olarak bozguna uğrayan direnişi ekler.




Foucault’nun çalışmalarının özü, neticede, daima taşıdığı ve muhtelif
şekillerde somutlaştırdığı bir düşünce olan ötekilik duygusudur.
Foucault açısından ötekilik, kendi içinde hem bir güç hem bir duygudur,
görünüşteki sonsuz dönüşümlerinin çalışmalarına yansıdığı ve bunları
şekillendirdiği birşeydir. Foucault sapma ve sapkınların toplumla
çatışmaları hakkında, dediğim gibi, bir manifesto düzeyinde yazılar
yazmıştır. Daha ilginç olanı, bununla beraber, Onun aşırı olan herşeyin,
düşüncelerin altında-üstünde duran tanım, taklit ya da örnek, bütün bu
şeylerin onda uyandırdığı cazibedir. Bu cazibe eleştirilere eğilmekteki
isteksizliğinin Olduğu kadar (eleştirilere karşı zaman zaman yaptığı
hakaret dolu saldırılar hariç Onu yapısalcı olarak nitelemekte ısrar
eden George Steiner akla geliyor-) anti-platonculuğunun da nedenidir.
İlgi duyduğu şey, Archaeology’de belirttiği gibi, işaretler ve sözlerde
gizli, keşfedilebilir fakat dile ve konuşmaya indirgenemez
olan’”fazlalık’tır” işte bu ‘fazlalıktır’, bizim ifşa ve tarif etmemiz
gereken” der. Böyle bir ilgi aynı zamanda hem dolambaçlı ve hem de
anlaşılmaz gözüküyor, ancak bu Foucault’nun eserlerinde özellikle
yerleşmemiş bir takım şeylere dayanır. Onun yazdıklarında ne okur ne de
yazar için alışık olmak gibi bir şey söz konusu değildir. Yerinden
çıkarmalar, baş döndürücü ve fiziksel olarak güçlü bir nesir, (örneğin,
Discipline and Punish’te yer alan işkence tasviri ya da The Order of
Things’teki bir adamın ölümü üzerine yazılan daha sakin fakat daha
sinsice etkileyen bölümler), araştırmanın bütün alanlarını bulmadaki
esrarengiz yetenek: Tüm bunlar Foucault’nun ötekiliği ve heterodoksiyi
ehlileştirmeden ya da doktrinin içine almadan formüle etme konusundaki
sonsuz çabasından doğar.



Bu Nietzsche’nin büyük bir yirminci yüzyıl düşünürünün çalışmalarında
derin bir düzeyde iş gören mirasıdır. Bu miras, genel ve evrensel olana
tercih konusu olan özel ve özgün birşeydir. Nitekim, unutulmaz bir
röportajında Foucault, evrensel bir entelektüel olmak yerine özgün
olmaktan yana ve bütün bir kültürü kumanda etmeye cüret eden, (Sartre ve
Aron kastediliyor olabilir) kendi söylediğinden başka doğru tanımayan
büyük alimlerdense kendisi gibi disiplinlerin somut kavşaklarında
çalışan bir düşünür olmaktan yana tercihini koyuyordu. Bu miras belki
daha sonra yabancılaştırılmış, uzaklaştırılmış ve “değiştirilmiş” bile
olsa, şimdi onun kaygıları Foucault’ya çalışma şartlarını ve etiğini
dikte ediyor. Foucault açısından ne nesnenin ne yazarın kimliği, ne
nesne ne de özne, insanı meydana getiren olma sürecindeki, hatta
geleneksel faaliyetlerin alıkonamaz enerjileri kadar önemli değildir.
Bundan dolayı O, çalışmalarında bir yanda sözün anonimliği ve tutarsız
düzenlilik, diğer yanda disipline edilmiş beyanlar, yazarsız ifadeler ve
kişisel olmayan kuralların korkunç kurumuna meydan okuyan güçlü bilgiyi
arzulayan adı kötüye çıkmış benliklerin, Foucault’nun kendisi de dahil,
baskısı arasında neredeyse korkunç bir kımıldayamama hissine kapılır.
Aynı zamanda arşivlere, dosyalara ve müsveddelere boğulmuş hatta belki
hapsedilmiştir. Foucault paradoksal olarak kendini ve izleyicilerini
sanki “güç direnişi üretir, direniş gücün yeni biçimlerini” diyen tezini
canlandırmak ister gibi mutlak otoritenin daha büyük bir derecesi için
teşvik ediyor görünür.



Kariyerinin orta evrelerinde Mayıs 1968 olaylarının Foucault’ya güç
verdiğini görüyoruz, Onu ilk kez ciddi metodolojik düşüncelere sevk eden
bir olaydı bu. Bunları ayrıca ilk röportajlarını verdiği sırada,
ileride The Archeology of Knowlodge ‘da incelikle işleyerek
genişleteceği fikirlerini geliştirmekte kullanmıştı. Onun güç felsefesi,
hem isyancı ayaklanmanın sınırlarını ve hem de sözün yasaları
tarafından görünmez olarak düzenlenen ilgi alanlarının kapsamlarını
anlamaya başlamış göründüğü altmışların sonlarında ortaya çıktı. Tuhaf
bir şekilde Foucault’nun son çalışmalarının Schopenhaeurcu pesimizme ve
determinizme neredeyse zaten yönelmiş olmasına rağmen, altmışlar ve
yetmişlerin başları boyunca yazdığı makaleler estetik ve entelektüel
projelerin çeşitliliği, yoğunluğu ve enerjisinin verdiği hazzın bir
ifadesi olarak okunabilir. Battaille, Flaubert, Deleuze, Hölderlin
Magritte ve Nietzsche üzerine yazdığı bu döneme ait parçalar (bir kısmı
Donald Bouchard tarafından Language, Counter-Memory, Practice içinde bir
araya getirilmiş ve hassasiyetle not edilmiştir) bazı okurlarına göre
Onun en iyi çalışmalarıydı ve makaleler kelimenin tam anlamıyla küstah
olmaksızın parlaktı.



En önemli çalışması, bununla beraber College de France’da 1970
Sonbaharında verdiği L’Ordre du discours (The Discours on Language
olarak çevrildi) adlı bir açılış konferansıydı Burada Fransa’nın en
büyük akademik kurumundaki araştırma ve konferanslarının programını
ortaya koydu. Tipik bir tarzda, izleyicilerine yüzyıllar boyunca asla
doğruluk, rasyonellik ve normallikten aşağı olmayan şeyler üzerine
projelerin taslağını çıkarmayı, aynı anda gnomik elipsleriyle Beckettçi
ve meşum sessizliğiyle Renancı bir seda içinde anlattı. Aşağı yukarı
aynı tarihlerde Foucault, entelektüel nüfuz açısından içerideki başlıca
rakibi olarak görmesi gereken Derrida ’yı ele aldı. Hatta Foucault’nun,
yapısalcılık okulunun tarihselci olmayan bir laissez-faire tavrına izin
veriyor oluşundan duyduğu açıkça ortada olan korkuyu hesaba katarak,
Derrida hakkındaki sözlerinde şahsına münhasır olmayan bir keskinlik ve
alaylı bir tepeden bakış olduğu, diğer yandan ortak bir antimitolojik ve
antitutucu projeden dolayı yakın ilişkide bulunduğu görülür.
Bilebildiğim kadarıyla Derrida vicdan azabının ve inanıyorum
aralarındaki açıklığın derece derece azalmasını sağlayan kendini
tutuşunun bir işareti olarak Foucault’yu yanıtsız bıraktı.



Foulcault’nun yetmişler boyunca tomurcuk veren, ahlak kurallarına karşı
gelen, genellikle sert, her zaman tahrik eden ve politik olan
ilgilerinin sayısız mantık çizgisini çözmek için daha çok erkendir.
Foucault dünyanın her tarafından bir çok talep alan meşhur bir yazar ve
konuşmacı olmaya başlamıştı. College de France’deki dersleri övgülerini,
aslında dersleri hazırlamak, onları daima ayrıntılı olarak araştırmak
ve cours magistra!e’in geleneğine en fazla hürmetle ve en uygun usulle
vermek suretiyle yanıtladığı geniş bir izleyici kitlesi çekiyordu.
Mahkumlar adına ve cezai reform üzerine yaptığı çalışması, Onun
pskiyatri ve devrim karşısındaki oldukça tuhaf ilgili tutumları gibi bu
dönemde olgunlaştı ve tamamlandı. Doğal olarak sosyo psikolojik
yörüngesiyle bir entektüel için yeterli olan bunlar, Foucault’nun onlar
olmadan düşünülemeyeceği yazarlar Freud ve Marx’ın çalışmaları için sık
sık açığa vurduğu husumet içinde cisimlendirildi. Ancak şu bir gerçek ki
sosyal olarak kural dışı kişilikleri ve Allah vergisi engin yetenekleri
Foucault’yu kendi soyu hakkında şüpheye düşürmüştü. Bu yüzden O,
seleflerini dikkatle seçerek, Borges’in Kafka’sı gibi yaşamının bazı
biyolojik, entelektüel ve sosyal izlerini büyük bir dikkat ve çabayla
yok ederek kendi kendini doğuran bir adam olmuştu. Hatta çağdaşları
konusunda kendisini zamanla hem altmışların Maoist akımlarından ve hem
de genellikle Ona karşı diğer Paris idollerine olmadığı kadar saygılı
olan nouveaux philosophes’in en kötü aşırılıklarından uzak tutarak daha
dikkatli davranıyordu.



Kariyerinin son evresinde Foucault’nun kaygıları, gücün mikrofiziğine
aksetmiş olarak, hapsedilmenin sosyal sonuçları ile ilgili
araştırmalardan ziyade cinsel kimliğin derin tarihi ile sınırlıdır.
Başka bir deyişle Foucault dikkatini, disiplinlerin ve tezlerin
detayları yoluyla bilinebilir olan sosyal bir nesne olarak insan
yaradılışından, arzu, zevk ve merak yoluyla bilinebilen insan
cinselliğine kaydırmıştır. Hatta böylece Onun en son projesi, History of
Sexuality’nin ilk cildinde yer alacağını söylediği şeklinden epeyce
farklılaştı. Bu arada diğer iki cilt (The Use of Pleasure ve The Care of
the Self ) sekiz yıllık bir aradan sonra öldüğü yılda ortaya çıktı;
klasik Yunan ve Roma’ya “bireylerin birbirleri üzerine dikkatlerini
odaklamaya, aralarında, onu doğal ya da düşmüş yapan, varlıklarının
gerçeğini, arzuyla, keşfetmeye izin veren belli bir ilişki oyunu
yaratarak birbirlerini arzunun bir nesnesi olarak yorumlama, anlama ve
kabul etmeye nasıl götürdüklerini” (The Use of Pleasure, s.5) keşfetmek
üzere geri dönme projesini bütünüyle yeniden tasarlamıştı.

Politikten kişisele bu özel ve üst-belirlemeli kaymaya neden olan şey,
diğer etkenlerle birlikte, kamusal alanın büyüden epeyce kurtarılması,
daha açık olarak belki onun bu alanı etkileyebilmek için fazla bir
şeyinin olmadığını hissetmesiydi. Ayrıca belki de ulaştığı ün, korkunç
ve ürkütücü kamu karşısında bilgi perhizi, üretim ve kendine yüklediği
performansta önemli bir rahatlamaya izin veriyordu. Foucault dikkati
çekecek derecede, eğer müptelalık değilse, seyahate, çeşitli ve değişik
lezzetlere (Kaliforniya’da sıklıkla konuk oluşlarını simgeleyen) ve çok
az olarak politik mevkilere karşı duyduğu arzuyu keşfetmeye çalıştı.
Gulaglara karşı ve Sovyet ve Kübalı muhalifler adına sık sık atılmaktan
eskimiş nutukların çekiciliğine kapılmış olan başka ilericilerin şimdiye
dek onun hakkındaki düşünceleri yine de üzücüydü, O geçmişle muhatap
olduğu için kendisini her türlü böylesi basit politik formülden uzak
tuttu.



Ancak aynı zamanda Foucault’daki değişimin ayırıcı nitelikte alışılmadık
bir aşırı tecrübe olarak İran devrimi yoluyla meydana geldiğini
düşünebiliriz. Foucault Şiiler’in Şah’a karşı “ruhani politikaları”
olarak adlandırdığı şeyi inceleyen ilk Batılılardan biriydi. Bunun
içinde, sınıf çatışmaları ya da ekonomik baskı gibi geleneksel kurallar
altında güdülmesi mümkün olmayan bütünüyle kolektif, irade dışı
aşırılıklar keşfetti. Devrimin başarısının istisnai olarak bir genci
zulüm rejimini başa getirdiği göreve kadar Iran devriminde bir süre için
Onu cezbeden vahşice homurtuları ve birikmiş enerjiyi sezmişti. Bu
sanki en başta Foucault’nun kişisel olmayan, yazısız hareket
teorilerinin açık bir şekilde gerçekleşmesini sağladı ve Foucault tahmin
edilebilir bir hayal kırıklığıyla irkildi.



Gerçekten zeki bir adam olan Foucault, öldüğünde dünya çapında bir üne
sahiptir. Bütün okurlarının muhakkak anımsayacakları şey, Onu ilk kez
okurken başka hiçbir yazarda olmayan Foucault’nun üslubuna özgü bir
derinlik ve zorluk kabiliyetiyle bir elektrikli patlama ve ardından bir
başkasıyla ortaya konan böylesi keskin ve oldukça dikkat çeken
düşüncelerle karşılaştıklarında nasıl bir şok duydukları olacaktır.
Böylesine üretken ve etraflı bir araştırmacıda, kitaplarının daima -en
uzun olanları bile- vecize kabili bir meyil taşıması ve insanı nadiren
yoran, tam tersine okuyucuyu canlandıran ve tahrik eden üçlü dörtlü
seriler halinde (örneğin, “arkeoloji” ne düşüne tarihi, ne entelektüel
tarih, ne de aklın tarihidir) olumsuz ayrımları açık hale getirme
sanatındaki ustalığı dikkate değer özelliklerdi. Bununla beraber
Foucault, İngilizce konuşan dünyada, metodolojilerini yazık ki parçalara
ve yeniden parçalara ayıran ve tarih eserlerine çok az ilgi gösteren
edebiyat teorisyenleri arasında en çok sözü geçen yazardı.



Diğer taraftan Foucault’nun bence, fundamental noktalarının gücünü ve
niteliğini ciddi anlamda bozmadıkları halde, zayıflıkları her yönüyle
ortaya çıkarıldı. Foucault’nun kör noktalarından en çarpıcı olanı,
örneğin, Onun esas olarak sınırlı olan Fransa tanıklıklarıyla görünüşte
evrensel olan yargıları arasındaki ihtilaflar konusundaki
kayıtsızlığıydı. Üstelik dışlama, sınırlama ve baskı gibi sorunlarla
karşılaşan feminist ve postkolonyal yazarlarla ilişkilerinde gerçek bir
alaka göstermez. Doğrusu Foucault’nun Avrupamerkezciliği neredeyse
tamdı, sanki tarih sadece bir grup Alman ve Fransız düşünür arasında
cereyan etmişti. Son çalışmalarının amaçları daha özgün ve zor anlaşılır
olmaya başladığı için, tarihçiler ve teorisyenler tarafından, Onların
kavrayışlarında bağını kestiği alanlarda yapılan titiz çalışmalarla
görünüşte alay etme imasıyla genellemeleri çok daha serbest görünüyordu.



Foucault bir filozof ya da dili ve öğrenmeyi riskli şekilde çeşitli,
genellikle aykırı sonlara yayan muhteşem bir zeka sahibi olarak okunup
ya da istifade edilip edilmese bile, Onun eserleri gelecek kuşaklar için
anti-ütopyacı etkiyi yerinden etmesiyle akıllarda kalacak. Foucault’nun
başlıca olumlu katkısı toplumu kuşatan bilgi teknolojilerini ve
bilginin kendisini incelemesi ve açığa çıkarması, hatta bu teknolojiler
kendi kontrolsüz heyecanlarıyla, sınır ve mantık olmaksızın gelişirken
bile bunları idare ve kontrol edebilir, normal bir hale getirmesiydi.
Onun en büyük ve kritik katkısı da insani ve sosyal bilimlerde temel
teşkil eden kimlik ve öznellik araştırmalarının antropolojik modellerini
yok etmesidir. Herşeyi eninde sonunda ya bir çeşit Cartesian benlik ya
da yalnız bir kahraman sanatçıdan çıkmış gibi toplumda ve kültürde
görmek yerine Foucault, sosyal yaşamın kendisi gibi bütün işlerin
kolektif olduğu şeklinde çok daha doğru bir nosyonu tercih ediyordu. Bu
yüzden temel görev, bizi bir doktora ilaç verme ya da bir tarihçiye
tarih yazma yetkisi veren şeyin esasen bir kişisel kabiliyetler seti
değil bütün profesyoneller tarafından bilinçsiz bir a priori olarak
verildiği kabul edilen kuralları takip etme becerisi olduğunu
söylemekten alıkoyan ideolojik temayülleri tuzağa düşürecek ve işlemez
hale getirmektir. Foucault bu kuralların yerine, kendinden önceki
herkesten daha çok kural tayin etti ve hatta daha etkileyici biçimde,
uzun zaman periyodları içinde kuralların nasıl insanların ne (ve de
nasıl) düşündükleri, yaşadıkları ve konuştuklarının epistemolojik
belirleyicisi olmaya başladığını gösterdi. Foucault, kuralların nasıl
değişebildiği konusuyla daha az ilgilenmiş olsaydı, bu ilk kaşifi olarak
bunların, herkes yanılsama olmaksızın disiplinlerin, tezlerin,
epistemelerin ve ifadelerin gerçekten tamamen ilgili olduğu şeyin
farkında olsun istediği aşırı derecede detaylı güçlerinden
kaynaklanırdı.



Foucault’nun önceden Madness and Civitization adlı eseri için
incelediği, orijinalinde akıl hastanesiyken şimdi nörolojik hastalıklara
bakan bir hastanede ölmüş olması çok ince bir ironi taşımaktadır. Bu
ürkütücü ve üzücü bir şeydi; sanki ölümü, Foucault’nun normal olanla
patolojik olan, akılcı ile akıldışı, iyi huylu ile kötücül arasındaki
symbiotik (ortakyaşar) paralellik üzerine yaptığı tezleri teyit
ediyordu. Daha çarpıcı bir İroni ise, zaman zaman “ölümün filozofu”
olarak adlandırılan Foucault’nun kendi ölümüyle, bir insan yaşamının
gerçekten ne kadar olağanüstü, şüphe götürmez şekilde tuhaf ve kişisel
bir şey olduğunun çok iyi bir örneği olarak görülmesidir. Fransız
halkından bir sima olmaktan daha çok, Foucault, ulusaşırı bir işi olan
bir entelektüeldir. Kolayca suçlamak yerine O, güç ve bilgi arasındaki
gizli suç ortaklıklarını felsefi ciddiyetin sabırlı şüpheciliği ve
enerjik cesaretiyle karşı karşıya getirme işini ortaya koydu, şık ve
parlaktı

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Michel Foucault - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Platon - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Empedokles - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Parmanides - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Thales - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Epiktetos - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: