ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması) Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması) Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258170
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması) I231076_gsli

Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması) Empty
MesajKonu: Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması)   Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması) EmptyPtsi Haz. 07, 2010 4:32 am

Medeniyet dünyasına eski ve tarihî hayatiyetini veren Akdeniz’e
hakimiyet; cihangirlik davasının başlıca unsurlarından biriydi. Roma’nın
bu denize hakimiyeti, onun cihangirlik vasıflarındandı. Bu sebeple
onlar, Akdeniz’e Mare Nostrum (Bizim deniz) diyorlardı. Şarkî Roma
(Bizans) İmparatorluğu da, İslâmiyet'in doğuşuna kadar bu hakimiyeti
elinde tuttu. Görülen lüzum üzerine, Emevîlerin kuruluşundan itibaren
Müslümanlar, süratle denizciliğe başladılar. Az zamanda Akdeniz
hakimiyetini ele geçirdiler ve bir kısım kuzey sahilleri dışında, bütün
kıyılarına hakim oldular. Müslümanların fetihleri ve medeniyetleri gibi,
Akdeniz’e hakimiyetleri de o derece kuvvetli olmuş ve asırlarca
sürmüştür.

Ancak, 12 ve 13. yüzyıllardaki Haçlı saldırıları, donanma
faaliyetlerinin uzun süre aksamasına sebep oldu.

On üçüncü ve on dördüncü asırlarda, Mısır-Suriye Türk Memlûkları,
Akdeniz’in doğusunda, ancak mevziî bir kudrette deniz gücüne sahip
bulunuyorlardı. Bununla beraber Türkler, Anadolu’ya gelişlerinden bir
müddet sonra denizlere hakim olmanın lüzumunu duydular. İlk teşebbüse,
İzmir’de küçük bir devlet kuran Çaka Bey tarafından girişildi. Çaka Bey,
büyük bir gayretle vücuda getirdiği donanmayla adaları zaptetti ve
İstanbul muhasarasına hazırlandı. İlk Türkiye Selçuklu Sultanı Süleyman
Şahın ölümünden sonra, İznik Türk beyleri de Marmara’da Bizans’a karşı
bir donanma inşasına başladılar. Fakat imparatorun deniz kuvvetleri, bu
tesisleri tahrip etti. Türkiye Selçukluları, ancak 13. asır başlarında,
Akdeniz’de Antalya ve Alâiye, Karadeniz’de ise Sinop ve Samsun
limanlarında tersane kurup, donanmalar ortaya koydular. Daha sonra
Karadeniz’de Sinop beyleri, Adalar (Ege) Denizinde Aydınoğulları ve
Karesioğulları, Akdeniz’de Antalya beyleri denizcilikte bir hayli
ilerlediler. Bilhassa Aydınoğulları, deniz gazâ ve seferleriyle, adaları
ve sahilleri hakimiyetleri altına aldılar.

Osmanlı Devletinin ilk zamanlarında İzmit, Gemlik taraflarının ve daha
sonra Karesi ilinin elde edilmesi, Osmanlıları tabiî olarak denizle
alâkadar etti. Nitekim, Karesi Beyliği gemilerinden de istifade
edilerek, Rumeli’ye geçildikten sonra, 1390 yılında Gelibolu’da
ehemmiyetli bir tersane yapıldı. Bu ilk devirler, Osmanlı denizciliğinin
acemilik zamanı olup, denizde pek kuvvetli ve mahir olan Venediklilerle
boy ölçüşebilecek kudrette değildi. Bununla beraber, bazı
başarısızlıklara rağmen, günden güne tecrübeli bir Osmanlı denizciliği
ortaya çıkmaktaydı. Çünkü İkinci Murad Hanın gösterdiği ihtimam
neticesinde Osmanlı donanması, Trabzon-Rum İmparatorluğunu denizden
tehdit edecek kadar kuvvetlenip, deniz harekâtına alışmıştı. Fatih
Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra, burayı Akdeniz’den gelecek bir
tehlikeye karşı muhafaza için, Çanakkale Boğazını tahkim ederken,
donanmaya da önem verdi. Nitekim, donanmanın desteğiyle, İmroz, Limni,
Taşoz, Semendirek, Midilli ve Eğriboz adaları fethedildi. Sakız ve Sisam
vergiye bağlandı. Bilâhare Akdeniz’de korsanlık eden Türk leventleri
reislerinden, meşhur Kemal Reis'in Osmanlı Devleti hizmetine girmesi,
donanmaya yeni bir canlılık kattı. Akdeniz’deki deniz seferleri, İspanya
sahillerine kadar uzadı. Sultan İkinci Bayezid döneminde, gemicilik
daha da gelişti. Antalya Valisi Şehzade Korkut, Akdeniz’de yelken açan
Müslüman ve Türk denizcilerin hâmisi oldu.

Yavuz Sultan Selim, İslâm dünyasına hakim olunca, Avrupa’nın fethine
girişmek maksadıyla, büyük bir gemi inşâ faaliyetine ve tersaneler
yapılmasına başladı ve bir donanma kurmaya yöneldi. O tarihe kadar
Osmanlıların asıl tersanesi olan Gelibolu’dan başka, Haliç’te de
mükemmel bir tersane inşâ ettirdi. Eldeki yüz kadırgalık donanmayı
yeterli görmeyerek gemileri çoğalttı. Yüz kadırga, yirmi fosta, yirmi
bir barça, üç büyük yelkenli ve altı perkendi olmak üzere, mevcut
miktara yüz elli gemi daha ilâve etti. Böylece o, karadaki zaferlerine
paralel olarak, denizcilikte Akdeniz hakimiyetini elde etmek yoluna
gitti. Fakat, bu büyük tasavvurlarını gerçekleştirmeye ömrü yetmedi.

Yavuz Sultan Selim’in bu niyeti, oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından
gerçekleştirildi. Kanunî zamanında Akdeniz hakimiyetinin elde
edilmesinde, başlangıçta Osmanlı Devletinin emrinde olmayan Barbaros
Hayreddin ve arkadaşlarının çok büyük rolü oldu. Kanunî Sultan Süleyman,
Macaristan’da zaferler kazanırken, onlar da aynı yılda, yani 1525’te,
Akdeniz’in kuzey sahillerini vurup, pek çok Hıristiyan gemilerini esir
alıyorlardı. İmparator Şarlken’in, Barbaros’a karşı gönderdiği Kaptan
Andrea Doria mağlup oldu ve Septe Boğazını aşarak kaçtı. Türk
denizcileri, İspanyolların zulmüne uğrayan 70.000 Endülüs Müslümanını,
Kuzey Afrika sahiline çıkardı. Bu büyük zafer üzerine Kanunî,
Barbaros’u, 1533’te İstanbul’a davet etti. Hayreddin Paşa, merasimle
karşılandığı huzurda, kendisini ve Cezayir beyliğini padişahın emrine
verdiğini bildirdi. Kanunî Sultan Süleyman da, bu büyük denizciyi,
donanma umum kumandanlığı ile birlikte Cezayir Beylerbeyliğine getirdi.
Ayrıca, tersaneyi yeni tesisat ve ilâvelerle genişletti.

Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı Devleti hizmetine girdikten ve bir
takım muvaffakiyetlerden sonra, İspanyolların meşhur denizcisi Andrea
Doria kumandasında bulunan büyük Haçlı donanmasını, 27 Eylül 1538’de
müstesna bir zaferle imha etti. Padişah, her tarafa fetihnâmeler
göndererek, şenlikler yapılmasını emretti. Osmanlı Devleti, bu suretle
karadaki hakimiyetine ilâveten deniz hakimiyetini de tam elde etti (Bkz.
Preveze Deniz Zaferi). Öte yandan Kanunî, Süveyş’te kurduğu donanma ile
Kızıldeniz’i ve Arabistan sahillerini emniyete aldı. Avrupalıları
Hindistan sahillerinden uzaklaştırdı. Hadım Süleyman Paşa kumandasında,
büyük toplarla donatılmış Süveyş donanması, harekete geçerek Aden’i ve
Arabistan sahillerini kurtardıktan ve Portekizlileri mağlup ettikten
sonra, Gücerât sahillerine kadar vardı ve Hind Denizindeki bu
faaliyetler, Pîrî Reis, Murad Reis ve Seydi Ali Reis dönemlerinde de
devam etti.

Osmanlı donanmasının en büyük âmiri, önceleri kapudan (kaptan) paşa ve
16. yüzyıl başlarında da kapudan-ı deryâ veya kapdân-ı deryâ denilen
deryâ beyi (deniz komutanı) idi. Ancak, eski kaptanlardan Kemal Reis,
Pîrî Reis, Murad Reis, Seydi Ali Reis, Turgut Reis, Salih Reis gibi
meşhur denizcilerimize, 16. asırda kaptan denilmeyip, reis denilmiş,
daha sonraları, kaptan tabiri tamamıyla yerleşmiştir.

Kaptan olan reisleri, diğer reislerden ayırmak için hassa reisi denirdi.
On altıncı yüzyıldan sonra ise, bir harp gemisini idare edenlere reis
ve bir filoya kumanda edenlere de kaptan denilmeye başlandı. 1682
senesinden itibaren, donanmanın, kaptan paşadan sonra gelen büyük
amirallerine sırasıyla; kapudâne, patrona ve riyâle isimleri verilip
diğer kalyon vs. süvarileri, kaptan diye anılmaya başlandılar.

Donanmada kalyon kullanılmaya başlanmadan evvel, kürek devrinde, hassa
kaptanları, gemi azabları bölükbaşıları olan reislerden tayin
edilirlerdi. Her gemideki efrad (personel), kaptanın emri altındaydı.
Bunlar, gemilerine fener takarlardı. Bu devirde kaptan olabilmek için,
cenkte düşman gemilerinden birini zaptetmek şarttı.

Osmanlı harp gemileri, Gelibolu ve İstanbul tersanelerinden başka,
Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahillerindeki birçok iskele ve mevkilerde
yapılırdı. Donanmaya olan ihtiyaç sebebiyle, bu tersanelerde yapılacak
gemilerin miktar ve nevileri, hükümet tarafından o mahallin kadılarına
bildirilir ve müddeti de tayin olunurdu. Bunların inşası için gereken
malzeme ile mühendis ve ustalar, ya mahallinden tayin olunur veya
gönderilirdi. On yedinci asrın ortalarına kadar, her sene kırk kadırga
yapmak kanundu. Ancak ihtiyaç hâlinde, bu sayı daha da arttırılabilirdi.
Nitekim İnebahtı mağlubiyetinden sonra Osmanlı Devleti, bir kış
esnasında, yani beş ay zarfında İstanbul ve Gelibolu tersaneleri de
dahil olmak üzere, öncekinden daha muazzam ve bütün levazımatıyla teçhiz
edilmiş bir donanma yaptırmıştı. Sonraki tarihlerde bu kanun terk
edilmiş ve kalyon inşası ehemmiyet kazanmıştı.

Osmanlıların kullandıkları gemiler, muâsırı (çağdaşı) olan denizci
devletlerinki gibi, kürekli-yelkenli ve yalnız yelkenli olmak üzere iki
kısımdı. Kürekle yürüyen gemilere umumî tabirle çektiri denilirdi.
Çektirilerin en küçüğü karamürsel, en büyüğü ise baştarda idi.
Çektirilerin büyüklerinden olan kadırga, yelken devrine, yani
kalyonculuğun birinci safa geçtiği tarihe kadar, Osmanlı donanmasının
esasını teşkil ederdi. Ancak, 18. asır başlarından itibaren, kadırgalar,
eski önemlerini kaybetmiş ve tedrici surette, vazifelerini kalyonlara
devretmeye başlamışlardı. Bunun için Üçüncü Ahmed devrinden başlayarak
sayıları azaltılan kadırgalar, Birinci Abdülhamid devrinde sona erdi ve
kadırga nevinden olarak, yalnız kaptan paşa baştardası kaldı.

Osmanlı donanmasında hizmet eden azaplar, leventler, kürekçiler,
aylakçılar, kalyoncular, gaarlar ve sudagabalar gibi muhtelif hizmet
efradı (personeli) vardı. On altıncı yüzyılda, Türk korsan gemilerinde
çalışan ve Akdeniz’de faaliyette bulunan güçlü kuvvetli denizcilere
levend (levent) denirdi. Bu sebeple, korsan Türklerden, Osmanlı
donanması hizmetine girmiş muharip askere “levend” ismi verilmiştir.
Daimî bahriye sınıfından olan leventlerin, muayyen maaşları vardı.
Leventler, gemilerde karakollukçuluk eder ve muhafaza hizmetinde
bulunurlardı.

Osmanlı donanması, 16. yüzyıl boyunca, 17. yüzyıl ortalarına kadar
Karadeniz ile Akdeniz’in hakimi olarak, ihtişamlı bir şekilde denizlerde
seyrediyordu. Ancak, onu ileriye dönük işler yapmaya sevk edecek
sebepler ve ihtiyaçlar yok gibiydi. Buna karşılık Karadeniz ve
Akdeniz’deki ticaret ve gelirlerini kaybeden Avrupa ülkeleri, açık
denizlerden doğuya ulaşıp, buraların zenginliklerinden faydalanma
yollarını arayıp buldular ve Uzakdoğu ülkelerine birçok seyahatlerde
bulundular. Bu seyahatleri sırasında denizcilik sahasında pek çok bilgi
ve tecrübe kazandılar. Donanmalarını bu bilgi ve tecrübeleri ile
geliştirip tamamen kalyonlarla teçhiz ettiler ve denizcilik mektepleri
açtılar. Bu durum, denizlerdeki üstünlüğün Venedik’e geçmesine sebep
oldu. Ancak 17. yüzyılın sonlarına doğru Amcazâde ve Mezomorta Hüseyin
paşaların kaptanlığı dönemlerinde adedi artırılan kalyonlar sayesinde,
donanmada üstünlük tekrar ele geçirildi. Sakız Adası, Venediklilerden
geri alındı. Bu üstünlük, 1770 senesindeki Çeşme mağlûbiyetine kadar, 80
sene müddetle devam etti. Bu tarihte yakılan donanmamızda, 5000
denizcimiz şehid düştü. Bunun üzerine 1773’te, donanmaya personel
yetiştirecek ve gemi yapacak ustalar ile mühendisler yetiştirmek üzere,
yerli ve yabancı hocaların ders verdiği, Bahriye Mektebi açıldı.

Üçüncü Selim zamanında, 1787-1792 Türk-Rus Harbinden sonra, çekirdekten
denizci olan Küçük Hüseyin Paşa, kapdân-ı deryâ olunca, Osmanlı
donanmasının modernize edilmesinde önemli adımlar atıldı. Bu gelişmeler,
Sultan Abdülmecid Han zamanında da devam etti. Kuvvetli bir donanma
gücüne sahip olmadıkça savaşlarda netice alınamayacağını bilen Sultan
Abdülaziz Han, Osmanlı bahriyesine hususî bir alâka gösterdi. Bu zamanda
donanma, asrın teknik gelişmelerine göre teçhiz edilerek, personel
eğitimine önem verildi ve tersanelerde buharlı gemiler yapıldı. Bu
sayede, Osmanlı donanması, İngiltere ve Fransa donanmalarından sonra
dünyanın en kuvvetli donanması durumuna geldi.

Nitekim, donanmanın bu gücü sayesinde Osmanlı denizcileri, İkinci
Meşrutiyet döneminde Türk-İtalyan Savaşında denizaşırı uzak bölgelere,
önemli ölçüde silah taşımıştır. Denizcilerimiz, Balkan Harbinde bir
yandan gemilerini onarıp, öte yandan ordunun ikmal nakliyatını
başarmışlar ve Birinci Dünya Harbinin dört yılında, bitmez tükenmez bir
enerji ile çalışmışlardır. Kurtuluş Savaşında da, cephenin ihtiyacı olan
cephaneyi bulup taşımışlardır. Donanma, bu faaliyetleri yürütürken,
tamamen Sultan Abdülaziz zamanında ulaştığı muazzam gücünden istifade
etmiştir.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Donanma-yı Hümâyûn (Osmanlı Donanması)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dîvân-ı Hümâyûn (Divan-ı Hümayun)
» 17. yüzyıl Osmanlı Devleti
» Osmanlı Kültür Ve Uygarlığı
» Osmanlı Devleti'nin 19. yy. daki Islahatları
» Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: