ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri I231076_gsli

Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Empty
MesajKonu: Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri   Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri EmptySalı Haz. 08, 2010 11:57 pm

(1925-1995) Düşünceleriyle döneminin pek çok büyük düşünürüne öncülük
etmekle kalmayıp felsefe tarihindeki önemli fılozofların düşüncelerine
getirdiği açımlamalarla felsefe tarihinin yeniden yazılmasının gereğini
başarıyla gösteren Fransız felsefeci.

Deleuze ortaya attığı savlarla felsefe tarihindeki kendine özgü yerini
almış olsa da düşüncelerinde "ilk ilkeler" ile başlamak yerine felsefe
tarihine ortalarda bir yerlerden katılmanın doğruluğunun savunulduğu
gözlenmektedir. Yöntembilgisi bakımından bu savununun oldukça sağlam
felsefi temelleri vardır. Felsefe tarihine ortada bir yerden başlayarak
Deleuze, ayrım felsefesini başlatabilmenin, durağan bir varlik
tasarımına dayanmayan bir felsefe düşünüşüne olanak tanıyabilmenin
önündeki en büyük engel olarak gördüğü "özne-nesne" ilişkilerini
devirmeyi amaçlamaktadır.

Ayrım Felsefesinden Deleuze 'ün anladığı, gösteren ile gösterilen
ilişkisine saplanıp kalmamış, tam anlamıyla bir "olay~' felsefesidir.
Anlatım biçimlerinden ayrılamayan bir güçler almaşığından oluşan bir
içeriğin biçimidir bu. Felsefe serüveninin hemen bütün aşamalarında
Deleuze, organsız bir bedene, uzamsız ve zamansız bir süreye benzettiği,
sürekli oluşlardan oluşan ama kavramların kavrayamayacağı yepyeni bir
düşünme olanağını temellendirmeye çalışmıştır.

Bu radikal felsefe izlencesinin en açık biçimiyle Guattari ile birlikte
geliştirdikleri "köksap" (rhisome) kavramında dile geldiği söylenebilir.
Köksap, bir özneye ya da nesneye sabitlenebilen, ama buna karşın hiçbir
birliği ve bütünlüğü olmayan bir çokluktur. Sabit bir düzeni ya da
türdeşliği olmamasına karşın, köksapın herhangi bir noktası herhangi bir
başka noktasıyla bağlantılı olabilir, daha doğrusu olmak zorundadır. Şu
ya da bu noktasından kırılabilir ya da kopabilir, ancak eski
bağlantılar yeniden sap verecek, ayrıca yeni bağlantılar da ortaya
çıkacaktır. Bu anlamda köksapın bağlantılarının hep bir haritası
olmasına karşı yapısal ya da belli bir kökene bağli bir oluşumu,
oluşturulma mantığı yoktur. Dolayısıyla köksap bir model olmak yerine,
karşılaşmaların önünü açan, felsefeyi bir haritabilgisine dönüştüren bir
uçuş hattıdır daha çok.

Deleuze 'e göre, felsefe tarihinde kendi ilgisini çeken filozofların
hemen tümünün ortak bir özelliği bulunmaktadır: hepsi de belli ölçülerde
felsefe tarihinden kaçınıştır. Bunun da ötesinde aralarında yok denecek
kadar az bir düşünsel ilişki söz konusudur. Deleuze 'ün en çok ilgisini
çekmiş olan filozofların başında Stoacılar, Hume, Bergson, Nietzsche,
Leibniz ve en çok da Spinoza gelmektedir. Bu fılozofların arasındaki
benzerlik, aralarında gerçekte ne olup bittiğini ortaya açıklıkla
serecek özel bir teknikle yaratmak zorundadır. Nitekim Deleuze' ün
felsefe tarihi üzerine yazdığı yazılara bakıldığında, bunların tümünün
de felsefe tarihi yapmaktan çok yaratmak, "felsefece bir yerbilgisi"
oluşturmak amacı doğrultusunda kaleme alındıkları daha ilk bakışta
anlaşılmaktadır. Bu teknikte tek başına hiçbir fılozofun düşüncesinin
model olarak alınmasına izin yoktur. Deleuze bunu gerçekleştirmek için
felsefe metinlerinin gerisindeki ilk ilkeleri aramak yerine, felsefe
tarihine yaklaşırken olduğu gibi her özgül felsefeye de ortasından
yaklaşmıştır.

Deleuze 'ün en önemli Felsefe tarihi yaratımlarından biri kendisinin
"düşman üzerine yazılmış bir kitap" diye nitelendirdiği Kant’ın
Eleştirel Felsefesi’ dir (La Philosophie cıitique de Kant, 1963). Kant
ilk bakışta ussallığın "arkitektonik" ini temellendirmek için yetileri
uyum içinde biraraya getirme düşüncesiyle hareket etmesine karşın,
Deleuze'e göre odaklanılması gereken asıl konu Kant'ın yetilerin
birbirinden ayrılmasını nasıl olanakli hale getirdiğidir. Buna göre
Kant, yetiler arasında bir uyum sağlamak bir yana, imgelem ile us
arasındaki, anlama ile iç duyum arasındaki sonu gelmez kavgayı daha da
şiddetlendiren bir felsefe yapılandırmıştır. Ne var ki bu kavgaya içkin
uyumsuzluğun en önemli, en şaşırtıcı sonucu ortaya bir uyum çıkarıyor
olmasıdır. Bundan böyle yetiler aynı zamanda peşpeşe gelişleriyle ya da
uzamdaki bitişiklikleriyle belirlenebilir olarak gözükmezler. Kuşkusuz
böyle bir Kant okuması yapılabilmesinde , Deleuze ’ün "> Hume ’un
felsefesine duyduğu düşünsel yakınlığın büyük bir etkisi vardır. Burada
söz konusu olan Hume “duyulur idealar / düşünülür idealar”karşıtlığıyla
deneyciliği temellendiren Hume değil “A ile b” arasındaki dışsal ve
değişken ilişkinin yerine “A,B” dir biçimindeki, içsel ve özsel ilişkiyi
geçiren Hume ’dur. Bu türden bir felsefe hamlesi “olmak” eyleminin
altını oyarak , daha da önemlisi onun yerine “ile,ile,ile” biçiminde
anlatılabilecek bir oluş dizisini yerleştirerek felsefi yerbilgisinin
yerleştirilmesine olanak tanımaktır. Eşderecede önemli olmak üzere “ile”
nin “dır” ın yerine geçirilişi , tek tek parçaları aşan kapalı
birliklerin tam tersine dizgelerin , birliklerin ve bütünlüklerin
uçlarının açık olmasını sağlamaktadır.

Filozoflar çok büyük ölçüde birlik kavramı ile başlayıp sonra onun
karşıtı olarak çokluk kavramını türettiklerinden , çokluğu aynı olduğu
gibi , nasılsa öyle , kapalı bir birlik tasarlamaksızın düşünmek için
Deleuze uzam yerine zaman doğrultusunda düşünmeyi öğrenmemiz gerektiğini
vurgulamaktadır.

Bir başka açıdan bakıldığında , bu açıkçası Deleuze’ün Bergson ’un
felsefeye en büyük katkısı olarak nitelendirdiği şeydir. Buna göre ,
madde dünyasında (aynı şekilde sinemada da) hareket imgesi bellek
süresinin gevşeyip genişlemesinden , yani zaman imgesinden doğmaktadır.

Deleuze Bergson ’dan önce Nietzsche ’ de belleğin “aynı olanın olma”sı
değil de “oluş ile ayrımın dönüşü” olduğunu görmüştür . Hume’un izinde
yürüyen Deleuze , Nietzsche’yi de tam anlamıyla destekleyecek biçimde ,
bütün bedenlerin güçler arasındaki çok çeşitli ilişkilerden oluştuğunu
ileri sürer . Bu anlamda “erk istenci” güçler ile ilişkiye geçerken
oluşu, ayrımı ister. Bir güç kendi erkini çoğaltabildiğince
çoğalttığında, onun istenci taşıdığı erkin dışavurumudur buna bağlı
olarak isterken de ayrım ile rastlantıyla olanı olurlamış olur.

Hume, Nietzsche, Stoacılar, özellikle de Spinoza 'dan aldığı esinle
Deleuze, "olumsuzlama eleştirisinde gizli duran bir bağlantı" diye
adlandırdığı şeyi ortaya çıkarmıştır; neşenin işlenmesi, nefret edilen
içerisi, güçler ile onların ilişkilerinin dışardalığı, gücün duyullması.
Bu keşfe yol gösteren temel çizgi derin ve kendi içinde tutarlı bir
"karşı Hegelcilik" anlayışıdır.

Deleuze 'ün Bergsonculuk (Bergsonisme, 1966) adli yapıtında bu "karşı
Hegelcilik", Hegel'in birlik ile çokluk kavramlarının belirsizliğine ve
genelliğine karşı Bergson'un yapağı eleştiri doğrultusunda ortaya
serilirken, Nietzsche i!e Felsefe (Nietzsche et la philosophie, 1962)
adlı yapıtındaysa "Sen kötüsün; demek ki ben iyiyim" mantığı üzerine
kurulu değerler, içeriye dönük bir gücü çoğaltan eylem yerine dışarıya
dönük egemenlik kurmayı amaçlayan bir güç anlayışını savunan köle
ahlâkına Nietzsche'nin getirdiği eleştiriler doğrultusunda
inceltilmektedir.

Öte yanda Deleuze 'ün sürekli üzerinde durduğu Stoacı fılozoflara göre,
bedenler ile olaylar olmak hep şimdide varolurlar. Buna karşı maddi
varlıkları bulunmayan eylemler, bedenlerin yüzeyindeki ideaları
ilgilendiren olaylardır. Bedenlerin en derinlerindeki karışımlar maddi
varlikları bulunmayan olayların nedenleri yani anlamlandır, tıpkı
yeşillenmek ya da zehirlenmek gibi. Bu bir halden bir başka hale geçişi
anlatan oluşlar bedensel karışımların sonuçlarıdır; o nedenle de
bedenlere indirgenemezler. Deleuze'ün bu noktada geliştirdiği oluş
mantığı önermeler mantığının temellerini oyar; çünkü hiçbir nitelik
"dır" yoluyla özneyle ilintilendirilebilecek bir özellik değildir.
Nitekim her eylem sonsuz bir oluş içerisindedir.

Deleuze derslerinden ayrı olarak düşüncelerini çok önemsediği Spinoza
üstüne iki ayrı kitap yazmıştır.

Felsefede Dışavurumculuk : (Spinoza ve Anlatım Sorunu), 1968J başliğını
taşıyan ilki doktora tezinin bir bölümünün yeniden yazımıdır.

Spinoza~ Pratik Felsefe (Spinoza: Praetical Philosophy, t970) başlıkli
ikincisi ise Spinoza üzerine sonraki düşüncelerinin ayrıntılı bir resmi
gibidir. Deleuze 'ün felsefı yerbilgisi kurma tasarısında Spinoza' cun
öteden beri ayrı bir yeri olmuştur. Bunun en temel nedeni, fılozoflar
içerisinde bir tek Spinoza'nın gerçek anlamda bedenin ne olduğunu,
bedendeki duygu durumlar ile etkilenimlerin ne gibi içerimleri
bulunduğunu, bir bütün olarak etik ve pratik bir düşünme konusu yaptığı
bedenin düşünme, varolma ve eyleme gücümüzü nasıl arttıracağını sorun
edinmiş olmasıdır.

Deleuze 'ün verdiği açıklamaya göre, bu sorunun temel yanıtı bedenin hem
öteki bedenlerden etkilenme hem de onları etkileme yeteneğinde
aranmalıdır. Birbiriyle bağdaşan bedenler birbirlerinin eyleme gücünü
çoğaltırken, birbiriyle bağdaşmayan bedenler ya içlerinden birinin ya da
ikisinin birden eyleme gücünü azaltmaktadır. Eyleme gücündeki düşme
insanlar için gerçek bir durumdur bu nedenle söz konusu insanlık
durumunun yaşandığının en temel göstergesi "üzüntü" kendisine karşı
savaşılması gereken bir duygudur. Pratik ya da etik düzeyde, Spinoza ile
uyum içindeki Deleuze iki uçlu bir yaklaşım önermektedir: önce üzüntü
veren tutkudan değersiz kılmak, sonra da bedenin hangi ilişkilerinin
birbiriyle bağdaşır, hangi ilişkilerinin birbiriyle bağdaşmaz olduğunu
belirlemek amacıyla bedenin parçaları arasındaki ilişkiler dizgesinin
bir çözümlemesini ortaya koymak. Üzüntüyü silmek amacıyla tasarlanan bu
yaklaşım, salt neşeli edilgen etkilenimlerden yaşanan neşenin nedeni ya
da kaynağı olan birbiriyle bağdaşan ilişkilere, buradan da "etkin ol"
diyen Spinozacı etik buyruğa doğru adımlayan bir yeribilgisinin
yaratılması öngörüsüne dayalıdır

Deleuze 'ün 1969 yılında deneyimli bir ruhçözümlemeci, ayrıca da etkin
bir siyasal eylemci olan Felix Guattari ile tanışması düşünsel gelişim
çizgisinin önemli uğraklarından birine karşılık gelir. Üretken bir
işbirliği sonucunda ikisi birlikte, bomba etkisi yaratan "kapitalizm ve
Şizofreni" genel tasarısı alanda bir dizi aşırı uç felsefe kitapları
yazmışlardır:

Kafka Minör Bir Yazına Doğru 1975),

Karşı Oedipus (L'Anti-Oedipe, t972),

Köksap (Rhizome, 1976),

Biıı Yrıyla (Mille Plateaux, 1980),

Felsefe Nedir? (Qu'est-ce que la Philosophie?, 1991).

Bu işbirliğine girişirlerken bir yerde toplanma zeminlerini şöyle
temellendirmişlerdir: "Her birimiz de ayrı bir kişi olduğumuz için
karşılaşmanın yerbilgisinin deneyimleneceği bir topluluk çoktan oluşmuş
durumda: Artık her ikimiz de kendimiz değiliz; yardımlaşacak,
birbirimizden esin alacak, kendimizi çoğaltacağız." Ruhçözümlemeci
öğretiye karşı arzunun itici ve yıkıcı gücünü savunan Karşı Oedipus ,
bir yanda Odip'e ya da devlete duydukları inancı açıkça itiraf edenleri
güdüleyen sürü içgüdüsü ya da arzusunun, öbür yanda devlet faşizmi ile
içimizde taşıdığımız faşizm arasındaki ilişkinin tanıtlanmasını
amaçlamaktadır. Bu nedenle bu kitap ruhçözümleme putuna karşı çok da
fazla uslamlamada bulunmaz.

Deleuze ile Guattari , daha çok Willhelm Reich tarafından ortaya atılan
"Nasıl oluyor da kitlelerin kendi bastırılışlarını istemeleri
sağlanıyor?" sorusu üstünde dururlar. "O kötü, demek ki ben iyiyim"
yargısının verildiği her yerde; "kaçış hatlari' ya da
"yurtsuzlaştırılmış arzu akışları" diye adlandırdıkları devlete, aileye
ya da toplumsal ve dinsel kurumlara bağlanıldığı her yerde faşizmin
başgösterdiği saptamasında bulunurlar. Ilk durumda görülen sorun,
Nietzsche 'nin "etkin yoksayıcılık" ile son bulacağını söylediği temel
değerlerin varlığı sorunudur. İkinci durumda görülen sorunsa, bir yandan
bir araya toplaşma diye bilinen çokluğun oluşumuna olanak tanırken,
öbür yanda bu toplaşmalar arasındaki karşılaşmaların yolunu kesen,
bağlantıların sınırlanmasına ya da koparılmasına yönelik olarak işleyen
karşıt ikiliklerle düşünme üstüne yapılandırılmış kurumlar ve
sıradüzenlerin varlığı sorunudur.

Deleuze ile Guattari 'nin ortaklaşa yazdıkları bir öteki kitap Bin
Yayla, aynı anda pek çok ayrı düzlemde düşünebilmeyi başarmak amacıyla
tasarlanmıştır. "Kök- sap" diye adlandırdıkları açık uçlu bütünün
gövdelendirilmesine çalişan kitabın her bir bölümü ya da "yayla"sı
birbirinden bağımsız bir biçimde okunabilir; bunun yanında anılan
tarihlerin belli bir düzeni ve özel bir anlamı olmamakla birlikce her
"yayla"nın sonuna bir tarih notu düşülmüştür.

Freud'un ******** çözümlemesinin tarihi, Yahudi tapınağının yıkılış
tarihi, vampirlerin tarihi bunlardan yalnızca birkaçıdır. Söz konusu
tarihler ya da olaylar, kimi dilsel kimi dilsel olmayan çeşitli gösterge
dizgelerinde yerlerini bulurlar. Ama asla yaşamın bütün yönlerinin dile
indirgendiği, buyurgan gösteren-gösterilen dilbilim zincirinde
kendilerini göstermezler. Nitekim Deleuze ile Guattari 'ye göre,
Suassure'ün dilbilimi bile gösterileni (kavram) sözcük ya da ses imgesi
ile sabit bir ilişki içinde olmaktan kurtarırken, bunu gösterilenler
arasındaki ilişkilerin her zaman için gösterilerin değerini (anlamını)
belirlediğini düşünerek salt göstereni yüceltme yoluyla yapmıştır. Buna
karşı Deleuze ile Guattari , anlam olayları gerçekten bedenlerin
etkileriyseler, o zaman bedenler ile dilsel dizgeler arasında bütünüyle
başka bir ilişkinin kurulmasının zorunlu olduğunu savunurlar.
Nietzsche'nin öne sürdüğü gibi, bir şeyin o şeyi etkileyen güçlerin
sayısı kadar çok anlamı bulunduğu, ayrıca her gücün de onu etkileyen
başka güçlerden oluşan bir güç karmaşığı olduğu savına dayanarak,
Deleuze ile Guattari töz ile biçim arasında yapılan eski ikiliğin yerine
ilki içerik ikincisi anlatım olmak üzere iki töz/biçim kamıaşığı bu-
lundıığunu söylemektedir.

Bu iki güç toplaşması birbirinden ayrılamazdır. Anlatımın biçimi
(ışlevlerin düzeni ya da düzenlenişi) ile içeriğin biçimi (özelliklerin
düzeni ya da düzenlenişı) arasında bir ayrım, örneğin bir göçebe savaş
makinesi (anlamın biçimi) ile gezici metalbilim (ıçeriğin biçimi)
arasındaki karşılaşmada olduğu gibi, ancak çözümlemeye sağladığı
kolayliktan ötürü yapılabilecektir. Bunun dışında böyle bir ayrım
yapmaların olanağı yoktur. Buna ek olarak aralarındaki karşılaşma ne
zorunlu olarak ne de temelde dilbilimsel bir karşılaşmadır; çünkü
dilbilim pek çok göstergebilim için- den yalnızca biri olduğu gibi en
önemlisi de değildir.

Dilin rolü ile felsefenin ödevi konuları "> Deleuze ile Guattari 'nin
yine birlikte yazdıkları Felsefe Nedir başlıklı kitabın da ana konusunu
oluşturmaktadır. Kitap, Guattari'nin 1992 yılında ölümü nedeniyle
birlikte yazdıkları son kitap olması bakımından da ayrıca önemlidir. Bu
çalişmada, Stoacıliğın beden ile olaylara yaklaşımı alttan alta kendini
duyurmaktadır. Deleuze ile Guattari , sanıldığı gibi bilimin değil
felsefenin temel ödevinin kavram yaratmak olduğunu, felsefenin birincil
ödevinin varliklar ile şeylerden olayları söküp alarak bir "içkinlik
düzlemi", bir tutarlılık düzlemi yaratmak olduğunu savlamaktadırar.
Felsefe bu anlamda, bilimin yaptığı üzere, dışsal bir gönderme düzlemi
ya da aşkın bir doğruluk düzlemi aramak değildir. Bedenler ile olaylar
arasında~ ayrım oldukça önemlidir burada; çünkü felsefe kavramları
birbiriyle tutarlı olayların içkin değişkilerinden kurulurken, bilimsel
işlevler cisimlerdeki karışımlara ya da bağlamlara odaklanırlar. Bu
yüzden felsefe kavramları filozof olmayan bir arkadaş ya da bir kekeme
gibi hep kavramsal bir kişi tarafından dillendirilirken, öte yanda
bilimsel işlevler belli bir bakış açısına ya da bağlama yerleşmiş bir
bilimsel gözlemci tarafın- dan dillendirilirler.

Deleuze felsefe tarihine, toplumsal ve siyasal felsefeye duyduğu derin
ilgi yanında, yazın ile sanat alanları üzerine de pek çok çalişma
yapmıştır. Sinema üzerine iki ayrı kitabı; Sade, Kafka, Proust üzerine
kitapları; müzikten resime, romandan öyküve uzanan ve yazın'ın değişik
alanları üstüne yazılmış birçok makalesi bulunmaktadır. Ancak bütün bu
çalişmalara egemen olan temel arayış Eelsefi yerbilgisinin
oluşturulmasına yönelik "göçebe düşünce"lerdir.

Deleuze'ün yukarıda anılanlar dışındaki diğer önemli yapıtları arasında

Deneycilik ve öznellik (Empirisme et subjectivite, 1953),

Ayrım ile Yineleme (Difference et repetition, 1968),

Anlamın Mantığı (Logique du sens, 1969),

Sinema 1. lmge-Devinim (Cinema I: L'image-mouvement, 1983),

Sinema 11Imge- Zaman (Cinema II: L'image-temps, 1985) ile

Foucault (1986) sayılabilir

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Gilles Deleuze - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Farabi - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Aristotales - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Herakleitos - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Platon - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Empedokles - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: