ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri I231076_gsli

David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Empty
MesajKonu: David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri   David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri EmptySalı Haz. 08, 2010 11:59 pm

David Hume(1711-1776) Deneyimden bağımsız edinilen bilginin olanağını
yadsıyan, usçu varlıkbilgisel kabuller için geçerli bir zemin olmadığını
vurgulayan İngiliz deneyci fılozof. Yalnızca felsefe alanında
"nedensellik" anlayışının en sıkı eleştiricisi olmasıyla ya da ahlâk
felsefesini dayandırdığı "duygudaşlik" öğretisiyle değil, tarih alanında
modern tarih- yazımına öncülük etmesiyle, iktisat alanında da çağdaşı
ünlü iktisatçı Adam Smith'i aratmayacak denli özgün düşünceleriyle de
tanınan Hume tam anlamıyla çok yönlü bir düşünürdür.

Hume varlik- bilgisi, bilgikuramı ve ahlâk felsefesi alanlarındaki
görüşlerini üç temel eserinde toplamıştır: A Treatise of Hııman Nature
(İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, 1739-1740);

An Enguiry Concerning Human Unıderstanding (Insanın Anlama Yetisi
Üzerine Bir Soruşturma, 1748);

An Engııiry Conarning the Principles of Morals, (Ahlâk İlkeleri Üzerine
Bir Soruşturma, 1751).

İlk kitap, İnsan Doğası Üzerine Bir Inceleme (A Treatise of Human
Nature) hem Hume'un tüm bir felsefesinin özünü barındırdığından, hem de
neredeyse yaşamının her aşamasında, özellikle de akademik boyutunda,
Hume'un başına dert açtığından kendine özgü yazgısıyla ayrıca anılmaya
değer bir yapıttır. Kitabın ilk üç bölümünü Fransa'da bulunduğu süre
içerisinde (1734-1737) Descartes'ın da öğrenim gördüğü La Fleche
Kraliyet Yüksekokulu'nun kütüphanesinde kaleme alan Hume, Ingiltere'ye
dönerek kitabı tamamladı ve uzunca bir uğraş verdikten sonra
yayımlatmayı başardı (1739-1740).

Ancak kitap dönemin felsefe çevrelerinden bırakın ilgi görmeyi birçok
kesim tarafından da "dinsizlik"le suçlandı. Her ne kadar Hume sonradan
bu kitabın varlığını yadsıyıp toplu eserleri içine almamışsa da bu
"dinsizlik suçlaması"nın olumsuz sonuçları Hume'un yaşamının akışını
büyük ölçüde değiştirmiştir. Nitekim, gerek 1744'te Edinburgh
Üniversitesi'nin Ahlâk Felsefesi Kürsüsü'ne, gerekse 1752'de Glasgow
Üniversitesi' nin Mantık Kürsüsü'ne atanma başvuruları hep bu "dinsizlik
suçlaması" gerekçe gösterilerek geri çevrilmiştir. Hume kamuoyu
nezdinde zedelenen itibarını yeniden kazanmak için bir dizi sadesuya
metni, etliye sütlüye karışmayan denemelerini Bırayı, Moral and
Polirical (Ahlâk ve Siyaset Üstüne Denemeler, 1741-1742) adıyla
kitaplaştırdı.

Hume'un bu "iade-i itibar" arayışı bir nebze olsun sonuç vermişse de,
1744 yılinda Edinburgh Üniversitesi tarafından reddedilen Hume doğduğu
topraklardan bir süreliğine de olsa "ekmek parası" için ayrılmak zorunda
kalmıştır.

Kuşkusuz, Hume İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme 'nin kendisini politik
nedenlerle yadsımak zorunda kalmışsa da, felsefesinin özünü oluşturan bu
kitabın savunduğu düşüncelerin birçoğuna ömrünün sonuna dek sadık
kalmış ve bunları yeni kitaplarında kullanmıştır. Nitekim, yukarıda "üç
temel eseri" diye anılan kitaplardan ikincisi İnsanın Anlama Yetisi
Üzerine Bir Soruşturma ile üçüncüsü .Ahlak İlkeleri Üzerine Bir
Soruşturma, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme 'nin (yani, "ilk temel
eserin birinci ve üçüncü bölümlerinin işlenip genişletilmiş halleridir.
Son çözümlemede, İnsan doğası Üzerine Bir İnceleme Hume'un felsefeden
anladığı her ne ise onu dizgeli bir biçimde ortaya koyduğu başyapıtıdır.
Hume'un bu kitaptaki ana amacı, tek tümceyle söylenecek olursa,
Newton'un "doğa felsefesi" nde ulaştığı yetkinliğe "ahlâk felsefesi"nde
varabilmektir.

Hume'un kendine özgü deneyciliğine gelindiğindeyse, Hume'a göre
deneyimlediğimiz şeyler hakkında izlenimlerimiz oluşur ve zihnimiz bu
izlenimleri düşüncelere/kavramlara (idealara) dönüştürür. Bu şekilde
zihnin içeriği izlenimler ve düşüncelerden/kavramlardan oluşur. Bu ikisi
canlılık bakımından birbirinden farklıdır.

İzlenimler daha canlıdır ve duyu deneyimi sırasında ortaya çıkarlar.
Duyu deneyiminden sonra arta kalan şey ise düşüncedir/kavramdır. Bir
bakıma düşünceler/kavramlar izlenimlerimizin kopyalarıdır.

Hume düşünceleri/kavramları yalın ve karmaşık olmak üzere ikiye ayırır.
Karmaşık olanlar yalin olanların birleşmesiyle oluşur ve bu sayede her
düşüncenin/kavramın yalın düşüncelerinin/kavramlarının edindiğimiz
izlenimlerden nasıl ortaya çıktıkları bulunabilir Her
düşüncenin/kavramın izlenimlerimiz sayesinde edindiğimiz yalın
düşüncelerden/ kavramlardan oluşmasının mantıksal sonucu izlenim olmazsa
düşüncenin de/ kavramın da olamayacağıdır. Hume bunu bir varsayım
olarak ileri sürmüş ve karşıt bir örnek -izlenimlerimizden bağımsız bir
düşüncenin/kavramın varlığı gibi- verilemeyeceğine dair bir kanıt da
sunmamıştır.

Hume'un, izlenimi herhangi bir düşüncenin/kavramın varlığının zorunlu
koşulu yapması, usçu filozofların zihinden bağımsız olarak varlığını
kabul ettikleri soyut nenlerin (şeylerin; kendiliklerin), örneğin
tümellerin, onun felsefesinde tamamen zihne bağımlı olması sonucunu
doğurur. Hume'a göre bir tümel, örneğin "iyi" düşüncesi/kavramı, iyi
kabul ettiğimiz şeyler hakkındaki izlenimlerimizin sonucu olarak
zihnimizin oluşturduğu düşüncelerin/kavramların toplamının adıdır..

Hume'un izlenimi düşünce/kavram için zorunlu koşul yapmasının bir başka
sonucu da yine usçuların deneyime önsel kabul ettikleri bilgi türlerini,
örneğin matematiği izlenimlere ve dolayısıyla zihne bağımlı kılmasıdır.
Hume bu kaçınılmaz sonucu şöyle açımlar: Öncelikle önermeleri
kavramlararası ilişkileri (relations of ideas) anlatanlar ve olgusal
bilgi (matters of fact) verenler diye ikiye ayırır (mantıksal önermeler
ve deneysel önermeler).

Birinci grup önermeler aritmetik ve geometri gibi, Hume'a göre yalnızca
kavramlararası ilişkileri inceleyerek edinilebilecek türdendir. İkinci
grup önermeler ise doğrudan deney yoluyla edindiğimiz izlenimler ve
düşünceler/kavramlar hakkında bilgi verir. Hume'un bu ayrımı XVII.
yüzyıl usçu fılozofu Leibniz in analitik ve sentetik önermeler ayrımına
çok benzer. Tek farkı Hume'un savındaki iki tür önermenin verdiği
bilginin de deneyimden geliyor olmasına karşın, Leibniz'in savındaki
analitik önermelerin deneyime önsel (a prion) olmasıdır.

Kavramlararası ilişkileri konu alan önermelerin doğruluk değeri zorunlu
olarak olduğu gibidir. Örneğirı "100-20=80" aritmetik önermesi zorunlu
olarak doğrudur. Ama bunun yanında yalnızca kavramlararası bir ilişkiyi
dile getirdiğinden, boştur. Öte yandan olguları konu alan önermelerin
doğruluk değeri zorunlu olarak olduğu gibidir diyemeyiz; olgusal
önermeler yalnızca olanaklı (karşıtları da olanakli) olan durumları dile
getirir. Örneğin "güneş batıdan batar" önermesi doğru olmak zorunda
degildir; güneş doğudan da batıyor olabilirdi.

Hume yaptığı bu ayrım yardımıyla bir yandan matematiksel ve mantıksal
bilgilerin doğasını deneyci bakış açısından açıklamaya girişirken, öbür
yandan insan bilgisi için vazgeçilmez gibi gözüken nedensellik ve
tümevarım türünden ilkeleri kabul ediş nedenimizin olgulara
dayandırılamayacağı gibi mantığa da dayandırılamayacağını göstermiştir.
Nitekim mantık kavramlararası ilişkilerle ilgilenir ve mantıksal
doğrular zorunlu doğrulardır. Oysa, gerek nedensellik ilkesine dayanarak
herhangi bir A olayının A'yı izleyen herhangi bir B olayının nedeni
olduğunu kabulümüz, gerekse tümevarımsal bir çıkarımı kabulümüz
zorunluluktan değildir. Örneğin "Sokrates' in içtiği zehir ölmesinin
nedenidir" önermesi zorunlu bir doğru değildir. Nitekim Sokrates zehiri
içmesine rağmen ölmeyi bilirdi de. O halde, Sokrates'in zehiri içmesiyle
ölmesi arasında kurduğum bu nedensel bağ mantıksal değildir. Olgusal da
değildir çünkü bizim deneyimleyebileceğimiz Sokrates'in zehiri içişi ve
ölüşüdür; zehiri içişi ile ölüşü arasında olduğunu iddia ettiğimiz
nedensellik bağının deneyimleyemeyiz.

Benzer şekilde. Hume tümevarımsal çıkarımları da yadsımıştır. "Eroin
bağımlılık yapar" gibi birçok eroin vakasından yola çıkıp tümevarımsal
olarak çıkarsadığımız bir sonuç da zorunlu olarak doğrulanamaz.
Milyonlarca eroin kullanıcısı bu maddeyi kullanarak eroin bağımlısı
oluyorsa da da karşıt bir örneğin her zaman olanaklı oluşu, bizim
"milyonlarca kullanıcıda eroin bağımlılık yaptı, o halde eroin bağımlık
yapacağının mantıkdışı olarak kabul etmemiz için yeterlidir, Hume, bir
yandan da dış dünyanın nesnel varlığının ve benlik dediğimiz şeyin zihne
bağımli olduğuna ilişkin bir temellendirme sunmuştur. Hume, gerek dış
dünyadaki bir nesnenin kendiliği (özdeşliğı) tasarımımızın gerekse kendi
benliğimizin kendiliği (özdeşliğı)tasarımımızın kendilik (özdeşlik)
dediğimiz şeyin zaman içindeki sürekliliğini kabul etmemize dayandığını,
bunun ise yine ne olgusal ne de mantıksal olduğuna işaret etmiştir,
Eğer olgusal olduğunu kabul edersek, bir nesnenin nesnel varlığının onu
deneyimlemediğimiz zaman da devam ettiğini kabul etmiş oluruz, Oysa bu
kabul deneyci bakış açısına aykırıdır. Diğer yandan mantıksal da olamaz
çünkü her nesnenin kendiliğinin (özdeşliğinin) zaman içinde korunduğunu
söylemek için tümevarım yapmak gerekir ki tümevarım mantıksal değildir.
Aynı şekilde bir benliğin kendiliğini zaman içinde korunduğunu da
söyleyemeyiz. Kendi benliğimiz söz konusu olduğunda bile geçmişte kalan
bir zaman dilimine ait olarak kabul ettiğimiz geçmiş benliklerimizin
aynı kişi olduğumuzu ne mantıksal ne de olgusal olarak garanti edemeyiz.


Hume yukarıdaki temellendirmeler ışığında iki farklı şekilde
yorumlanabilir. İlk olarak Hume'un felsefesinin deneyci görüşler
ışığında geleneksel bilgi edinme yöntemlerimizin ne kadar güvenilmez
olduğunu gösterdiği söylenebilir,

Bir de, ikinci olarak Hume'un deneyci ilkelerden yola çıkıp, usçu
varlıkbilgisi yapanların yanlışlarını bir bir sıralarken doğalcı bir
tutum takındığı savunulabilir. Bu ikinci Hume yorumu oldukça yerindedir,
çünkü Hume eleştiri oklarını yönelttiği tüm kavramların (nedensellik,
tümevarım vb.) insan doğasının vazgeçilmez parçaları olduğunu yadsımaz.
Hume'un amacı, bu şekilde, usçu varlıkbilgisini yıkmak ve yerine doğalcı
bir duruşu önermek olarak görülebilir. Bu yüzden kimi Felsefe
tarihçileri, Hume'un felsefesinin Locke ile Berkeley'den devraldığı
deneyci geleneğin bir devamı, İngiliz Deneyciliğinin en uç noktası
olduğunu olurlamakla birlikte, onun düşüncelerinin kuşkucu geleneğin
kıvamını bulmuş modern bir biçimi, daha da önemlisi Epikurs, Lucretius,
Hobbes ve Spinoza nın savunuculuğunu üstlendiği dogal- geleneğin bir
uzantısı olduğunun üstünden atlanmaması gerektiğini dile getirmişlerdir.


Hume'un ahlâk felsefesine gelindiğindeyse, onun bu alanda ürettiği
düşüncelerin bilgi felsefesinde ya da bilgi kuramında ortaya koyduğu
düşüncelerden ayrı tutulamayacağı açıklıkla görülmektedir.

Hume'un felsefesinin genel çizgisini oluşturan usçuluğun önkabullerinin
sorgulanarak yerinden edilmesi tasarısı ahlâk felsefesinde de iş
başındadır. Hume'a göre, us tek başına ne davranışlarımızı
yönlendirebilir, ne de ahlâk bakımından iyi olanla kötü olanı
birbirinden ayırabilir.

Ahlâk alanının konusunu düşünceler değil duygular oluşturur. Ahlak
Yasasının odağında da us değil duygular, tutkular ve arzular
bulunmaktadır.

İnsanı ahlâklı eylemeye iten güç bu duyular, olgular ile tutkulardır;
yoksa herhangi bir ussal güdüleme ya da itelemeyle insanlar ahlâkça
yerli yerinde eyliyor değildir. Hume'a göre, gerek toplum yaşamının
huzuru bulması, gerekse tek tek insanların mutluluğu açısından en önemli
ahlâk ilkesi "duygudaşlık ‘tır,

İnsanın kendi mutluluğuna odaklanıp kalmasından çok, diğer insanların
mutluğunu gözetmesi gerektiğine vurgu yapan duygudaşlık, başkasının
duygularını paylaşmanın, birlikte duygulanıp bir şeyi birlikte yaşamanın
en doğal yoludur.

Hume için duygudaşlık her şeyden önce bir izlenimin bir düşünceye
dönüştürülmesidir. Bir başka insanın mutluluğunun gözlemlenmesi yoluyla o
insanın mutluluğunun düşüncesini de üretmiş oluruz. Hume duygudaşlığı
her insanda bulunan doğal bir eğilim olarak insan doğasının ayrılmaz bir
parçası olarak yorumladığından onu ahlâklı eylemenin vazgeçilmez koşulu
olarak görür. İnsanın belirli bir eylemi ahlâk bakımdan onaylamasını ya
da onaylamamasını sağlayan, onun ilkin kendisiyle, sonra toplumla, en
sonunda da tüm insanlıkla kurduğu duygudaşlık ilişkisidir.

Hume'un ahlâk felsefesine en büyük katkısı olarak genelde "olan"dan
"olması gereken"e ya da betimlemeden değer biçmeye/değerlendirmeye
geçişi olanaklı kılacak herhangi bir mantıksal uslamlamanın olamayacağı
yollu görüşü gösterilir. Ahlâk felsefesinde Shaftesbury'den bu yana
"ahlâk duygusu"nu başlangıç noktası olarak alan hemen her düşünür gibi,
Hume da soyut olandan somut olana dönme çağrısını yinelemektedir.

Tıpkı bir bilgi kuramcının da bilgi felsefecisinin görevinin inancın
ruhbilimsel düzeneklerini ya da işleyişini betimlemek olması gibi, ahlâk
felsefecisinin üzerine düşen görev de onaylama ile onaylamamanın, uygun
görmenin ya da görmemenin ruhbilimsel düzeneklerini ya da işleyişini
betimlemektir.

Aydınlanma dönemi ile felsefesinin en büyük düşünürlerinden biri sayılan
Hume, gerek metafizik düşünceye getirdikleri eleştirilerle, gerek
dinsel boş inançlara vurduğu darbelerle, gerekse usçuluğun temellerini
sarsan düşünceleriyle felsefece düşünmenin tarihinde silinmeyecek izler
bırakmıştır. Kendinden sonra gelen hemen her fılozofu az ya da çok
etkilemekle birlikte, Stuart Mill ve Immanuel Kant üzerine etkileri daha
bir belirgindir. Özellikle, felsefede ondan sonra hiçbir şeyin aynı
kalmadığı düşünülen Kant, Hume ' un kendisini düşünsel bir silkinmeye
yönelttiğini, kendisini dogmatik uykusun- dan uyandırdığını dile
getirmiştir. Gerçekten de, Kant 'ın ortaya koyduğu düşüncelerin çoğu,
Hume'un su yüzüne çıkardığı değme felsefe sorularına birer yanıt
niteliğindedir. Hume'un diğer önemli yapıtları arasında şunlar
sayılabilir:

Edinburgh'daki kütüphane yöneticiliği sırasında tam sekiz yılda
hazırladığı The History of England (İngiltere Tarihi, 6 cilt,
1754-1762); The Natural Histoıy Relegion (Dinin Doğal Tarihi , 1757);

Ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı özyaşamöyküsü The life of David
Hume Writtteıı by Himself (Kendi Kaleminden David Hume'un Yaşamı , 3
cilt, 1777); çok önceleri bitirmesine karşın, Kilise'nin yeni bir
hışmından korkan dostlarının uyarıları üzerine hasır altı ettiği ve
ancak ölümünden sonra yayımlanabilen çalişması

Dialogues Concerning Natural Relegion (Dogal Din Üstüne Söyleşmeler ,
1779).

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
David Hume - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Aristotales - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Herakleitos - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Platon - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Empedokles - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Parmanides - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: