ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Kanunî Sultan Süleyman Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Kanunî Sultan Süleyman Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kanunî Sultan Süleyman

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258170
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Kanunî Sultan Süleyman I231076_gsli

Kanunî Sultan Süleyman Empty
MesajKonu: Kanunî Sultan Süleyman   Kanunî Sultan Süleyman EmptyPaz Haz. 06, 2010 4:01 am

Osmanlı Devleti'nin onuncu sultânı ve İslâm halîfelerinin yetmiş
beşincisi. Babası Yavuz Sultan Selim Han, annesi Âişe Hafsa Sultan olup,
Kânûnî lâkabıyla meşhur oldu. Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem
Süleyman lâkaplarını verdiler.
On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in vazîfelendirdiği
devrin âlimlerinden ders aldı. 6 Ağustos 1509’da dedesi İkinci Bâyezîd
Han (1481-1512) tarafından Kırım Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine
gönderildi. Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı tahtına geçince
Kırım’dan İstanbul’a çağrıldı. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği
verildi. Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 İran ve 1516 Mısır seferlerinde
Rumeli’nin muhâfazasıyla vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu. Yavuz
Sultan Selim Hanın vefâtında, Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman,
Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla İstanbul’a dâvet edilip, 30
Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı ve yetmiş beşinci
İslâm Halîfesi oldu. Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık makâmında
bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna ilk defâ dördüncü bir vezir olarak Kâsım
Paşayı tâyin etti. Memleketin iç işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde
huzur ve sükûn temin ettikten sonra, Avrupa seferlerine başladı.

Avrupa Seferleri

Belgrad Seferi: Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı
Devleti doğu siyâsetini tâkip ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu
sebeple Sultan Süleyman Han, doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa
üzerine yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru
Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması üzerine, Orta
Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defâ kuşatılıp
alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan
hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Ağustosa kadar şehrin
çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521’de Belgrat Kalesi de
teslim alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye
çevrilip, Cumâ namazı kılındı. Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük
yardımlar yapıldı.

Mohaç Seferi: Macar Kralı II. Layoş’un; Şarlken ile akrabâlık kurup,
Osmanlı Devletine karşı İran Safevî Devleti ve Sultan Süleyman Hanın
hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın
Haçlı rûhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir Fransız Kralı için
annesinin, Osmanlı Sultânından yardım istemesi üzerine bu sefer tertip
edildi. 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kânûnî, 29 Ağustos
1526’da Macaristan ve Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muhârebesinde büyük
bir mağlûbiyete uğratarak, zafer kazandı (Bkz. Mohaç Meydan Muhârebesi).
Macaristan Krallığının başşehri Budin (Budapeşte) dâhil Macaristan,
Erdel (Transilvanya) Türklerin hâkimiyetine geçti.

Avusturya Seferi: Mohaç Meydan Muhârebesinden sonra, Macaristan’da
askerî harekât bitti. Fakat siyâsî faaliyetler başladı. Osmanlı
pâdişâhının, Budin muhâfazasına ahâlinin de arzusuyla tâyin ettiği,
Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü Ferdinand, Macar kralı
olmak için harekete geçti. Ferdinand 1527’de Macaristan’a girip
Zapolya’yı mağlûp ederek, Budin’i işgâl etti. Macaristan’daki hudut
hâdiseleri ve Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10
Mayıs 1529’da Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın işgâlindeki Budin 8
Eylül 1529’da teslim alındı. Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sâdık kalmak
şartıyla Kral Yanoş ünvânıyla Macar tahtına geçirildi. Osmanlı Ordusu 22
Eylülde Avusturya’ya girdi ve 25 Eylülde Viyana önlerine geldi.
Viyana’nın teslimini isteyen Sultan Süleyman Han, teklifin kabul
edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri kuşattı. (Bkz. Viyana
Kuşatmaları)

1529 Avusturya Seferinde Türk akıncıları, Osmanlı Târihinin en büyük
akın hareketini yaptılar. Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk
akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini, şâşaasını
gördü. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken korktuğundan, meydan
muhârebesi için ortaya çıkamadı. Mevsim ve şartların elverişsiz olması
üzerine Osmanlı pâdişâhı, ordusuyla 16 Ekim 1529’da Viyana’dan Budin’e
hareket etti. 1530’da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da
sultanla görüştü. İsteklerinde samîmî olmayan Ferdinand, sulh
görüşmeleri yapılırken tekrar Budin’i kuşattırdı. Şehir, Türk kuvvetleri
ve Macarlar tarafından müdâfaa edilerek, kuşatma kaldırtıldı.

Alman Seferi: Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi
Avusturya ve Bohemya Kralı Ferdinand’ın Macaristan’ın içişlerine
karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan Süleyman Handan yardım istedi.
Pâdişah, 25 Nisan 1532’de Alman seferine çıkıp, yüz yirmi bin mevcutlu
ordusuyla Avusturya’yı zaptetti. Şarlken, 250.000 kişiden fazla
Hıristiyan ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesâret edemedi.
Osmanlı Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve
Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla netîcelendi. Sultan Süleyman
Hanın, Alman Seferi münâsebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup,
meydan muhârebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 târihli İstanbul
Antlaşmasıyla Osmanlı Devletinin ve Sultânın üstünlüğünü kabûl etti.
İstanbul Antlaşmasına göre:

1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba ve metbû (kendisine tâbi
olunan, uyulan) bilecek ve ancak “kardeş” diye hitâp ettiği vezîriâzamla
eşit sayılacaktır. 2) Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecâvüz
etmeyecek ve Sultan da Avusturya ülkesiyle ahâlisini kendi tebaası
bilecektir. 3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset
iddialarından vazgeçecek; Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki
arâzisinin hâkimi olacaktır. 4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand
arasında, Osmanlıların uygun göreceği hudut geçerli olacaktır. 5) Eski
Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras kalan
mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir. 6) Bu antlaşma geçici değil,
devamlıdır.

Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının
himâyesini kabul etmesiyle Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” kurma
projesi gerçekleşemedi. Türklerin tâkip ettiği cihânşümûl dünyâ
hâkimiyeti siyâseti gereğince, Kânûnî Sultan Süleyman Han ve Osmanlı
Devleti, Avrupa’da tek başına söz sâhibi oldu.

Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yapan Boğdan
Voyvodalığının bâzı hareketleri üzerine sefere karar verildi. 8 Temmuz
1538’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın, Avrupa içlerine ilerlerken
düşman ülkesinde bile ahâlinin canına, ırzına, malına, mülküne ve hattâ
tarlasındaki ekili mahsûlüne zarar verdirtmeden hareketi güzel bir
adâlet örneği oluyordu. Mîmar Sinan bu seferde, kenarı bataklık bir
arâziye sâhip, Prut Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak
Osmanlı ordusunun yoluna devâm etmesini temin etti. 15 Eylül 1538’de
Boğdan Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi. Ahâli İslâm dîninin
adâletini temsil eden ve Avrupa’ya medeniyet götüren Osmanlıyı
istediğinden, Voyvoda kaçmak mecbûriyetinde kaldı. Boğdan meselesini
halleden Sultan Süleyman Han, büyük ganîmetlerle 27 Kasım’da İstanbul’a
döndü.

Budin Seferi: Osmanlı Devletine tâbi Macaristan Kralı Yanoş ölünce, Kral
Ferdinand fırsattan istifâdeyle Budin’e büyük bir Avusturya-Alman
ordusu sevk etti. Macar Kraliçesi İsabelle, Sultan Süleyman Handan ve
ordusundan yardım istedi. 20 Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eden
pâdişahın yaklaşmakta olduğunu haber alan düşman, Tuna Nehrini geçmeye
çalışırken, Osmanlı ordusunun mâhirâne hareketiyle 21/22 Ağustos gecesi
imhâ edildi. İstabur Zaferiyle Budin ve Macaristan, antlaşmaya sâdık
kalmayan Avusturya-Alman Kralı Ferdinand’ın istilâsından kurtarıldı.
Macaristan Osmanlı Devletine katılarak, 30 Ağustos 1541’de Budin
Beylerbeyliği ve idâre teşkilâtı kuruldu. Kral Yanoş’un ve Kraliçe
İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmund Yanoş, Erdel Banlığına tâyin
edildi. Budin’in en büyük kilisesi câmiye çevrilip, “Fethiye” adı
verildi. Kânûnî bu câmide, Ebüssü’ûd Efendinin imâmetinde 2 Eylül
1541’de ilk Cumâ namazını kıldı. Budin’de adâleti tesis ettirdi.
Defâlarca verdiği sözü tutmayarak, tekrar riyâkârca Macar Krallığına
tâlib olduğunu iddiâ eden Kral Ferdinand’ın isteği Osmanlı Devletince
reddedildi.

Kral Ferdinand, 1542 yazında, yıllık haraç karşılığında Macar
Krallığının kendisine verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif
dikkate alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir Türk eyâleti olmasından
ürkerek, telâşa kapıldı. Avrupa’da Türk-İslâm tehlikesinden bahsederek,
propagandaya başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden
100.000 mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı. Peşte Kalesini
kuşatan müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde
Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada bulundu. 17 kasım 1542’de Osmanlı
ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han, henüz
yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi
kazanıldı. Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ
edildi. Düşmanlardan pek çok esir ve ganîmet alındı. Zafer haberi
pâdişâha ulaşınca Edirne’de kaldı.

Avusturya Seferi: Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti
hâline gelen Budin’in emniyet ve teşkilâtını pekiştirmek için çıkıldı.
Pâdişahın emriyle Budin Kalesine İslâm ahâli iskân edilip, dînî
müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tâyin edilerek Avrupa’ya İslâm
dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23
Nisan 1543’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî yol boyunca alınması
lüzumlu mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde
ve Budin yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak
şehri kuşattı.

Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhâfız askerleri teslim
teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli
silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi dövmeye başladı.
Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gâyet
plânlı ve tedârikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın
maiyetinde, çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzakı
mükemmeldi. Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukâvemet
edebildi. 10 Ağustosta müdâfilerin çekilip, gitmesine müsâade edildi.
Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han,
Cumâ namazını burada kıldı.

Osmanlı fütuhâtı, Avrupa’da devâm ederek eski Macar krallarının taht
merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen
İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye çevrildi. Mevsim ilerlediğinden
Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki fetihler
durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm
ettirdi.

On altıncı yüzyılın ortalarında Avrupa’da Osmanlı askerî kuvvetlerinin
bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de ve Atlas Okyanusunda hepsi
birer deniz kurdu olan Türk leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve
şerefle dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz harekâtlarından Fransa da
faydalanıyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru unvânı taşımak
arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde
esir olan Fransa Kralı I. Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den
yardım talep ediyordu. Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan
Şarlken, Kanûnî’yle antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi. Osmanlı
devlet adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın
elçilik heyetleri ile uzun süren müzâkereler oldu. 13 Haziran 1547
Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin
Duka haraç vermeyi kabul ettiler. İmparator unvânını kullanmamayı kabul
eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’ta imzâlayınca, Osmanlı
pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti.

Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevî Devleti ile
Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak Avusturya
ve Macaristan’da çeşitli hâdiseler çıkartıyorlardı. 1562
Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri
gibi yeni Kral II. Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki
düşman kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu
başlarında Sultan olduğu hâlde 1 Mart 1566’da İstanbul’dan hareket etti.
Sultan Süleyman Han, on üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç
yaşındaydı. Hayâtı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka
kavuşturacak yola dâvetle geçmişti. Bir takım hastalıklarla durumu iyi
olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Pâdişah, zulmün önüne
geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta hâliyle Osmanlı târihinin
en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzen araba, bâzı yerde
tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata
binerek en mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566
Ağustos başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa
etmekteydi. Günlerce süren kuşatmada birçok defâ umûmî hücumlar yapıldı.
Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki
huruc harekâtında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi. Kânûnî 6-7
Eylül gecesi vefât ettiyse de, askerin moralinde bozukluk meydana
gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu sefer ile Zigetvar’dan başka;
Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de fethedildi.

Doğu Seferleri

Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele ederken,
İran’daki Şiî Safevî Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle
Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hududa tecâvüz
ettikleri gibi, Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı. Safevîlerin ajanları
Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar
çıkarmak istiyorlardı. Şâh Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden
Sultan Süleyman Han, harekete geçti. 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul
İbrâhim Paşa'yı İstanbul’dan doğuya gönderen Sultan’ın kendisi de,
baharda sefere çıktı.

Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî
Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî’nin türbesini ziyâret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan
yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. Safevîlerin zulmünden bunalan şehir
halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak
karşıladılar. Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin
hâlâ tesirinde olan Safevîler, devamlı Osmanlılardan kaçıp, meydan
muhârebesi için ortaya çıkamıyorlardı. Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye
gelmesinden memnun olan ahâli, âlimler, kale ve şehir hâkimleri pâdişâha
bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarının
bulunduğu Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı Azam Ebû
Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Vâlisi Zülfikâr Han ve büyük İslâm
âlimi ve büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî’nin memleketi Geylân Hâkimi
Mâlik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler. 24
Kasım 1534’te Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de
İmâm-ı Azam’ın kabrini ziyâret edip, büyük bir türbe yapılmasını
emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Han, 30 Kasımda şehre girdi.
Bağdât’ta ahâlinin, âlimlerin, kumandanların ve devlet adamlarının
bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak,
ihsânlarda bulunuldu.

1534-1535 kışını Bağdât’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet
teşkilâtını tesis ettirdi. Bağdat’ın mübârek beldelerini, Kerbelâ’da
hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret etti. Geylân’da
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imâret,
İmâm-ı A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı. Safevî tehlikesini kesin olarak
bertaraf etmek isteyen Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu
haberi üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı
Sultânı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran içerisine
girildiyse de karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevîlerden
elçi heyetlerini kabul eden, Sultan Süleymân Han, dönüşünde de Mevlânâ
Muhammed Şems-i Tebrizî’nin makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret
ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536’da
İstanbul’a geldi.

Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” mânâsında
Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin netîcesinde, bölgedeki Şiî
Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat dâhil Basra, Osmanlı ülkesine
katıldı.

Tebriz Seferi: Osmanlı Devletinin batı cephesindeki muhârebeler ile
meşgûliyetini fırsat bilen, Irakeyn Seferinde Sultan Süleyman Handan
devamlı kaçan Şah Tahmasb ve Safevî ordusu, Doğu Anadolu’da
tecâvüzkârâne hareket ederek, Anadolu’da Şiîlik propagandası
yaptırıyorlardı. Şah Tahmasb’ın, huduttaki bâzı Osmanlı kale ve
mevkilerini ele geçirmesi, Safevîlere, isyân eden, Şah İsmâil’in oğlu
Şirvan Vâlisi Elkas Mirzâ’nın Sultan Süleyman Handan yardım istemek
gâyesiyle İstanbul’a gelmesi ve Şiî propagandasına karşı âlimler ile
Osmanlı umûm-i efkârının (halkının) tepkisi üzerine sefere çıkıldı.

29 Mart 1548’de İstanbul’dan hareket eden Sultan, Konya-Kayseri-Sivas
yoluyla 28 Temmuz 1548’de Tebriz’e gelinceye kadar, Doğu Anadolu’da
fütûhâta devâm edildi. Osmanlı ordusundan devamlı kaçan Safevîlerden 25
Ağustosta Van teslim alındı. Van ve Diyarbekir’den Halep’e gelen
Pâdişah, 1548-1549 kışını burada geçirdi. Kânûnî Halep’teyken Osmanlı
fütuhâtı devâm edip, Doğu Anadolu’da Safevî propagandasına aldanarak âsi
olanlar yola getirildi. Gürcistan Seferine çıkılarak; Berakân, Gömge,
Penak, Germek, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi. 6
Haziran 1549’da Halep’ten hareket eden Sultan, 21 Aralıkta İstanbul’a
döndü.

Nahcıvan Seferi: Osmanlı ordusunun Macaristan’da, Sultan Süleyman Hanın
Edirne’de bulunmasından istifâde eden Safevîler ve Şâh Tahmasb, Doğu
Anadolu’ya saldırdı. Van civârında Osmanlı ülkesi ve ahâlisine karşı
düşmanca davranıp, zulmettiren Şâh Tahmasb, Adilcevaz, Ahlât kalelerini
Hıristiyanların da teşvikleriyle tahrip ettirip Erciş Kalesini de
kuşattırmıştı. Osmanlıların içişlerine karışarak, devlet adamlarına
türlü iftirâ kampanyası başlatılınca, Sultan Süleyman Han, İran Seferine
karar verdi.

28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket eden Pâdişâh, Konya yoluyla
Halep’e gitti. 8 Kasımda Halep’e gelen Sultan, 1553-1554 kışını burada
geçirdi.

15 Mayıs 1554’te Diyarbekir’de toplanan Harp Dîvânı’nda Osmanlı devlet
adamları ve kumandanları Sultan Süleyman Handan İslâma hizmet
beklediklerini arz edip, emirlerinde Hind’e ve Sind’e dahi
gidebileceklerini ifâde ettiler. 20 Mayıs’ta Diyarbekir’den Nahcivan ve
Revan üzerine sefer niyetiyle hareket edildi. 5 Temmuzda Şah Tahmasb’a,
Kars önlerinde harp dâveti çıkarıldı. Ancak Osmanlının yokluğunda Doğu
Anadolu’yu kana bulayıp, Müslümanlara her türlü insanlık dışı fiilleri
işleyen İran Safevîleri, muhârebe meydanında görünmeyince, İran’a tâbi
Şüregil, Şaraphâne, Nilfirâk alınıp, 18 Temmuzda Revan’a girilip,
Arpaçay, Karabağ’dan sonra pâdişah 30 Temmuz 1554’te Nahcivan’a geldi.
Osmanlı ordusuna büyük ganîmetler düşen bu seferde, Kerkük de
fetholundu. Doğu’da Osmanlı hâkimiyeti kesinleşince, 28 Eylül 1554’te
Erzurum’dan hareket eden Sultan, 1554-1555 kışını geçirmek için 30
Ekimde Amasya’ya geldi. Şâh Tahmasb’ın sulh isteği üzerine 29 Mayıs
1555’te Osmanlı-Safevî Antlaşması imzâlandı.

1555 Antlaşmasına göre: Toprak bakımından Ardahan, Göle, Arpaçay ve
çevresi Osmanlılara verildi; inanç bakımından Şiî İranlıların hazret-i
Ebû Bekr, Ömer, Osman, Âişe dâhil sahâbîlere küfür ve iftira etmemeleri
ile mukaddes makamlara hürmet göstermeleri için ahit alındı.

Kânûnî Sultan Süleyman Hanın doğu seferleri netîcesinde, Safevîlerin
almış oldukları Doğu Anadolu toprakları bugünkü şekliyle Türkiye’ye
dâhil edildi. Batı İran ve Gürcistan ile Irak fethedildi.

Deniz Seferleri

Rodos Seferi: Kânûnî tahta geçtiğinde Karadeniz, Marmara ve Ege
denizleri Türk gölüydü. Böyle olmasına rağmen, Akdeniz bütünüyle Osmanlı
hâkimiyetinde değildi. Batı Anadolu sâhillerine çok yakın Rodos Adası,
coğrafî, stratejik mevkii, korsanlık ve Osmanlı düşmanlarıyla müttefik
olarak hareket etmesi, devletin hâkimiyeti ile Akdeniz’in emniyeti için
tehlike gösterdiğinden sefere karar verildi. Rodos Adası, Haçlı
şövalyelerinin idâresinde olup, korsan yatağıydı. Rodos şövalye idâresi;
Osmanlı Devletine karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan devletler
ve âsilerle devamlı münâsebette bulunup, Osmanlı deniz ticâretiyle,
Müslümanların hacca gitmelerini engelliyorlardı. Ayrıca Anadolu
sâhillerine baskın düzenlemek sûretiyle, ahâliyi tâciz ettikleri gibi,
Kânûnî Sultan Süleyman Hanın tahta geçişinde, küstahça hareketlerde
bulunmuşlardı. Bütün bu sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen
Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir Çoban Mustafa Paşa kumandasında
Rodos’a gönderildi.

16 Haziran 1522 târihinde pâdişâh, İstanbul’dan Kapıkulu ve Tımarlı
sipâhileriyle karadan yola çıktı. 28 Temmuzda Marmaris’ten Rodos’a geçen
Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi. Antlaşma ile Rodos’un
teslimi kabûl edilmeyince 29 Temmuzda muhârebe başladı. Yeniçağın en
sağlam (müstahkem) kalesine sâhip Rodos’un, devrin bütün teknik ve
ateşli silâhlarını elinde bulunduran Osmanlı ordusu karşısında,
Avrupalılar’dan çok yardım almasına rağmen, fazla dayanamayacağı
meydandaydı. Rodos başşövalyesi Viye dö Lil Adam, Fâtih Sultan Mehmed
Han'ın oğlu Cem Sultan meselesi ve oğlunu ileri sürerek yine küstahlık
gösterdiyse de Sultan Süleyman Han, tâviz vermeyerek, kalenin teslimini
istedi. Osmanlı topçu ve lağımcısının çalışmalarıyla Rodos’un bütün
istihkamları, Türklerin eline geçince, başşövalye antlaşma ile adayı
Osmanlılara teslim etti. Aralık 1522 sonunda bütünüyle Türk hâkimiyetine
dâhil edilen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir kurtarıldı.
Korsanlar adayı terk edince, Kânûnî Sultan Süleymân Han Ada’nın imârını
emretti. Papalığın doğudaki son temsilcisi olan Saint-Jean Haçlı Devleti
yıkılarak, Batı Anadolu korsanlığı bertaraf edildi.
İstanbul-Suriye-Mısır deniz ticâreti ve Hac yolu emniyete alındı.

Korfu Seferi: Venedik Cumhûriyetinin Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı
Devletine riyâkârca davranması ve Hıristiyan ittifâka dâhil olması
üzerine harekete geçildi. Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa'nın
emrindeki Osmanlı donanmasındaki kara ordusuna da, İkinci Vezir Lütfi
Paşa kumanda ediyordu.

17 Mayıs 1537’de İstanbul’dan yola çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bu
seferinde hedef Adriyatik ve İtalya’dır. 13 Temmuzda Avlonya’ya gelen
pâdişâh; Adriyatik’teki askerlere yardım edip, Venediklilerin tahriki
ile Delvine ile havâlisinde çıkan isyânları bastırttı. Osmanlı donanması
İtalya sâhillerini abluka altına aldı. Haçlıların büyük amirali ve
Akdeniz kıyısındaki Müslüman ahâli ile denizcileri tâciz eden Andrea
Doria bütün aramalara rağmen Osmanlı kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddîn
Paşanın karşısına çıkamadı. Korfu Adasını fethettiren ve kalesini
kuşattıran Sultan, Avlonya’da bulunuyordu. Kânûnî, mevsim şartları ve
dört Osmanlı askerinin top güllesiyle şehîd olması üzerine, 6 Eylül
1537’de kuşatmayı kaldırttı. 15 Eylülde İstanbul’a hareket eden pâdişah,
kara ve deniz harekâtının devâmını emretti. Kaptan-ı derya Barbaros
Hayreddin Paşa, Venediklilere âit Şira, Patmos, Naksos adalarını
fethetti.

Kânûnî Devrinde Osmanlı Fütûhâtı

Devamlı fetihler netîcesinde devletin hudutları genişledi. Batıda
Almanya içlerine kadar akın yapan akıncı beyleri, doğuda Hazar Denizine
ulaşarak, Türkiye-Orta Asya birleşmesi siyâseti yanında, bütün
Arabistan, Ortadoğu dâhil, Hint Okyanusundan Umman Denizi, Basra
Körfezi, Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’dan Atlas Okyanusuna dayanıldı.
Akdeniz fütuhâtı netîcesinde Atlas Okyanusunda her biri birer deniz
kurdu olan, Osmanlı leventleri ve reisleri dolaşmaktaydı. Afrika
sâhilleri ile Batı Akdeniz’de Oruç ve Hayreddin Hızır Reisler,
Akdeniz’de Turgut Reis, Piyâle Paşa, Sinan Paşa, Sâlih Reis, Hint
Okyanusunda Hadım Süleyman Paşa, Selman Reis, Süveyş’te Seydi Ali Reis,
Murad Reis Osmanlı sancağını dalgalandırıp, fetihler yapıyorlardı.
Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddîn Paşa Preveze’de, Turgut Reis Cerbe’de
Haçlı donanmalarını bozguna uğratarak Türk-İslâm târihinin en muhteşem
zaferlerini kazandılar.

Diğer Devlet ve Beyliklerle Münâsebet

“Türk Asrı” denilen 16. yüzyılda Osmanlı Devletinin sultanı Süleymân
Hanın dünyânın bütün kralları ve beylerine karşı yüksek otoritesi vardı.
Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Portekiz, İspanya, Fransa, Milano,
Napoli, Papalık, Venedik, Ceneviz, Macaristan, Avusturya, Lehistan, Rus
Knezleri, Safevî, Gürganiyye, Özbek; devlet, krallık, dükalık ve
sultanlığı ile münâsebetlerde bulunuldu. Kırım Hanlığı, Mekke-i
mükerreme Emirliği, Eflâk, Boğdan, Erdel voyvodalıkları, Ragusa
cumhûriyetleri Osmanlı Devletine tâbi ve imtiyazlı hükümetlerdir.
Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ülkesinde esâret hayâtında
yaşayan Fransa Kralı I. Fransuva kurtarılarak, dünyâ ticâret ve
hâkimiyet siyâseti gereğince imtiyaz verildi. Mukaddes Roma-Cermen
İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Safevî devletleri ile sulh
antlaşmaları imzâlandı. Gürgâniyye, Özbek devletleri ile dostluk tesis
edildi.

İç Hâdiseler

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın tahta geçtiği esnâda, 1520’de Canberdi
Gazâlî İsyânı çıktı. Bu hareket bastırılarak, âsiler cezâlandırıldı.
1526 Mohaç Seferinde fırsattan istifâde eden Celâli âsileri türemişse
de, hâdiselerin önüne geçildi. İran’dan gelen Şiî Molla Kâbiz,
İstanbul’da fısk ve fücûr ile Müslümanlar arasına fesat tohumları
ektiği, yüce Peygamberimiz hazret-i Muhammed’e Eshâb-ı kirâm ile
âlimlere iftirâ ettiği pâdişâha bildirilince, dîvâne çağrılıp,
iftirâlarının doğruluğunu ispat etmesi istendi. Sultan Süleymân Han'ın
huzûrunda da aynı iftirâları tekrarladı; Müftî Kemâl Paşazâde ve
İstanbul Kâdısı Sâdi Çelebi’nin iknâ edici telkinleri karşısında cevap
veremediği hâlde, bâtıl îtikâdından dönmediği gibi bölücülük de yapınca
îdâm edildi. 1553’te Şehzâde Mustafa, 1559-1562’de Şehzâde Bâyezîd
hâdiseleri, Osmanlı Devleti aleyhinde plânlı şekilde kullanılmak
istenmişse de büyümelerine fırsat verilmemiştir.

Sultan Süleyman Hanın Kânunnâmesi

Sultan Süleyman Hanın asıl adından daha fazla bilinip, şöhretli olan
“Kânûnî” unvânı, önceki Osmanlı Kânunnâmeleri’ni ve devri îcâbı lüzumlu
hükümleri, İslâm Hukûku esaslarında toplattırıp, tanzim ettirmesinden
gelir. Kânunnâme-i Âl-i Osman’ın hazırlanmasında Sultan Süleymân Hana
devrin büyük âlimlerinden olan Ahmed İbn-i Kemâl Paşazâde ve Ebüssuud
Efendiler yardımcı oldular. Kânunnâme; hukûkî, idârî, malî, askerî ve
diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında cezâ, vergi ve
ahâli ile askerlerin kânunlarını ihtivâ ediyordu. Yüzyıllarca tatbik
edilen Kânunnâme’de tımâr ve zeâmet sâhipleri ile ahâlinin hukûkî ve
mâlî durumlarını tespit eden, toprakları, öşri, haracî ve mîrî olarak
birbirinden ayıran hükümlerin tatbik şekilleri açıklanmıştır. Devleti
idâre etme, hilâfet müessesesinin gerekleri ve sosyal adâlet hususları
tatbik edildi. Sultan Süleyman Han, Atlas Okyanusundan Umman Denizine;
Macaristan, Kırım ve Kazan’dan Habeşistan’a kadar geniş yerleri Allahü
teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîm’in emirleri ile adâletle idâre etmeye
muvaffak oldu. Kânunnâme’yi hazırlarken ve tatbik ederken, İslâm
âlimlerine danışmadan bir iş ve kânun yapmadı.

Şahsiyeti

Zigetvar’da on üçüncü seferi esnâsında 6-7 Eylül gecesi 1566 târihinde
vefât eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, iyi bir komutan, teşkilâtçı
devlet adamı, halîfe ve ediptir. Vakur, azim ve irâde sâhibiydi. Adam
seçmesini ve yetiştirmesini gâyet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda
kıymetli şahsiyetleri vazîfelendirdi. Müsâmaha sahibi olmasına rağmen,
din ve devlet aleyhine hareketleri affetmezdi. İleri görüşlü olup,
anlayışı kuvvetliydi. Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden
çok sevilirdi. Hayâtı seferden sefere koşmakla ve muhârebe meydanlarında
geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Osmanlı Devleti çok
zenginleşti. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince İslâmiyeti
yaymaktan başka birşey düşünmedi. Bu düşüncesini halazâdesi, Gâzi Bâli
Beye yazdığı mektup çok güzel ifâde etmektedir.

Kânûnî Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış
olduğu Mohaç Meydan Muhârebesi'nde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu
tamâmen mahveden Semendire Sancak Beyi Gâzi Bâli Bey, Mohaç Harbinden
yıllar sonra, kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alâmeti bulunan
iki tuğun üçe çıkarılmasını ricâ ederek, pâdişâhtan bir tuğ daha
istemişti. Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukâbilinde
olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu cevâbı vermiştir:

“Yâdigarım ve Muhterem Lalam Gâzi Bâli Bey!

Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahî arzu eylemişsin.
Henüz bir tuğ zamânı değildir. Sana hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü
aleyhi ve sellemin fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik olmaz.
Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli
terâzidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir. Bir an adâletle
hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan
çıkarmayasın. Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde,
zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Âhirette bize hitâb
olunursa, senin yakana yapışırım. “Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim”
demiyesin. Memleket, Allahü teâlâ hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine
gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin mal ve erzâkını hep Beytülmâl
için almışsın. Buna rızâ-yi hümâyunum yoktur. Beşte birini alıp, geri
kalanını İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerinin ihtiyarlarını baba,
orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara hürmet
edesin, oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk
çektirmeyesin. Nîmeti bol veresin. Eğer hazînen tükenirse buraya
bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın
fakirlerini, büyük vazîfelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın
ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve
muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın
zaman da, sakın evvelki hâline îtimat etmeyesin. Çok kimseler vardır,
elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline
fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip
göresin. Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde kullanasın.

İmdi, ey Gâzi Bâli Bey! Sana dahî nasîhatim odur ki; atın yürüğünü,
kılıcın keskinini ve beyin bahâdırını saklayasın. Allahü teâlâ
hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffâr-ı hâksâr
üzerine mansur ve muzaffer eyleye...”

Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 Pavye Muhârebesinde Almanlara esir
düşünce, annesi Düşes Dangolem vâsıtasıyla Osmanlılardan yardım istedi.
Bunun üzerine Kânûnî’nin krala gönderdiği mektup, onun Avrupa
devletlerine bakış açısını çok güzel ifâde etmektedir. Ocak 1526 târihli
mektup şöyledir:

“Sen ki Françe vilâyetinin kralı olan Françesko’sun. Hükümdârların
sığındığı kapımın eşiğine uzattığın tezkereden mâlûmum oldu ki,
memleketinin toprakları düşman tarafından zaptolunup, sen dahî şu anda
onlar elinde esir bulunmaktasın ve kurtulmaklığın için bizden yardım
dilemektesin. Bütün dünyânın sığındığı, pâdişahlığıma yakışan ayağımın
toprağına mârûzatın ulaşmakla her türlü hâlini öğrenip, olan bitenden
haberdâr oldum. Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde
tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadiyle her
vakit cihâd için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dahi onların
açtığı çığırda harekete geçip, her günüm zorlu kaleler ve girilmesinde
engeller bulunan şehirler fethetmiş bulunmaktayım. O sebepten gece ve
gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır”.

Kânûnî Sultan Süleymân Han, tâkip ettiği cihanşümûl siyâsetle, Almanya
içinde de aslı değiştirilmiş olan Hıristiyanlıktan yeni bir mezhep kuran
Martin Luther taraftarları olan Protestanları desteklemiştir.

Avrupalılar, Kânûnî’yi “Muhteşem Süleymân”, Müslümanlar da “Şanlı
Süleymân” lakaplarıyla yâd ettiler. Edip olduğundan “Muhibbî” mahlasıyla
şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır.

Sultan Süleyman Han devrinde, Osmanlı Devletinin kara, deniz ordusu
dünyâda birinciydi. Kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasındaydı.
İlk Osmanlı tezkireleri bu sultâna sunuldu. İlim, kültür ve sanat
müesseselerinde Kânûnî’nin himâyesinde, kıymetli şahsiyetler yetişip,
her biri eşsiz eserler verdiler.

Devrinde yetişen tefsir, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde; Ahmed
İbni Kemâl Paşazâde, Ebüssü’ûd Efendi, Zenbilli Ali Cemâli Efendi,
Taşköprülüzâde, Kınalızâde Ali Efendi, Celâlzâde Mustafa Bey, Halebî
İbrâhim Efendi, Coğrafya’da Pîrî Reis ve Seydi Ali Reis ile minyatürde
ve târih yazıcılığında Matrakçı Nasuh, hattatlıkta Şeyh Hamdullah’ın
oğulları ve talebeleri meşhurdu. Mustafa Dede, Şükrullah, Ahmed
Karahisârî, Abdullah Çelebi, Kırımî Abdullah, Küssem, Hasan Çelebi,
Nakkaşlıkta Şahkulu, tezhipte Kara Mehmed, Kıncı Mahmûd, Mısırlı Hasan
ve Üstad İbrâhim, Galatalı Mehmed, Üstad Osman, Ali ve Hasan Kefeli gibi
ustalar yetişti.

Ciltçilik, alçı, çini, ayna, hakkâklık, dokuma ve halı sanatları çok
ileri seviyedeydi. Bu devirde yetişen Mîmar Koca Sinan, Türk-İslâm
sanatının birer şâheseri olan eserler yaptı.

Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, çok eser
yaptırdı. Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Sultan Selim, Şehzâdebaşı,
Cihangir câmilerini; İstanbul’da, Rodos’ta kendi adıyla anılan bir câmi;
yine Anadolu, Rumeli ve Adalar’da muhteşem câmiler; medreseler,
hastaneler, yollar ve köprüler Büyük Sultan’dan günümüze kalan
yâdigârlardır.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Kanunî Sultan Süleyman
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Süleyman Han II
» Kutalmışoğlu Süleyman Şah
» Sultan Sencer
» Sultan Abdülhamid'in Petrol Kuyuları
» Fatih Sultan Mehmed

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Tarih-
Buraya geçin: