ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri I231076_gsli

Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Empty
MesajKonu: Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri   Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 12:02 am

Geliştirdiği “yapısökümcü” okuma yöntemiyle yepyeni bir düşünme
olanağının kapılarını aralayan, post-yapısalcı felsefe çerçevesinin
kuruluşunda çok önemli bir yeri bulunan Cezayir doğumlu Fransız
felsefeci. Derrida’nın hemen bütün metinlerinde kendisini gösteren
egemen düşünce, Batı felsefesi geleneğinin yapısökümcü bakış açısından
sonuna dek sorgulanmasıdır.


Bu anlamda ilk iş olarak Batı felsefesini köküne dek sarmış olduğunu
düşündüğü bulunuş metafiziği varsayımının yapısının sökülmesine yönelen
Derrida, söz konusu varsayım aracılığıyla kendisiyle özdeş dolaysız bir
yaşantı a 1am olarak doğruluk yaşantısının değerinin kesinlendiği, buna
bağlı olarak da konuşmaya geleneksel olarak yazı önünde hep
varlıkbilgisel bir öncelik ve üstünlük tanındığı saptamasında bulunur.
Konuşma ile yazı arasındaki ayrımın ancak öteki’nin şiddet kullanılarak
dışlanması yoluyla yapılabileceğini ileri süren Derrida, öteki’ne şiddet
uygulanmasına olanak tanımayacak yepyeni bir dil anlayışı geliştirme
amacındadır.


Bu yeni dilin en belirgin özelliği, ayrımın özdeşliğe indirgenemiyor
oluşuna bağlı olarak farklı bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını
savunuyor oluşudur. Derrida’nın yazıla rında ele alınan felsefe
sorunlarını tam olarak kavrayabilmek için, öncelikle Kant, Hegel, Marx,
Nietzsche, Husserl, Heidegger, Levinas, Sausssure ve daha birçok
filozofun düşünceleriyle tanışık olmak zorunludur. Böyle bir
tanışıklığın olmayışı, çoğunluk olduğu üzere, Derrida’yı anlamaya
çalışan okurları Derrida’ nın metinlerindeki felsefe devinilerini
izleyemediklerinden ötürü çok güç bir durumda bırakmaktadır.


Derrida’ya göre yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok “bütünüyle
öteki” olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi
ortaya çıkarmanın bir yoludur. Bir bütün olarak Derrida’nın düşünsel
konumu, bu anlamda felsefece düşünmenin metafizik dilinin eleştirisi
yoluyla düzenli olarak yinelenen dogmacı varsayımlardan kurtarılmasının
amaçlandığı Hegel sonrası son derece üretken açılımlara konu felsefe
çerçevesine yerleştirilebilir.


Kuşkusuz metafiziksel dogmacılıktan kaçınma arayışı, izleri Kant’ın
eleştirel felsefesi ile İngiliz Deneyciliği’ne, hatta belli bakımlardan
Descartes’a dek sürülebilir olması nedeniyle yeni bir şey değildir.
Ancak metafiziksel dogmacılığı eleştirmek ile metafızik dilini
eleştirmek bir ve aynı şey değildir. Hegel sonrası felsefe dönemiyle
birlikte dili sorgulamak Batı filozofları için sürekli üzerinde durulan
bir izlek konumuna gelmiştir. Sorun bu biçimde konduğunda, Derrida ilk
bakışta pragmacı ve mantıkçı olgucu düşünce hareketleriyle yakın bir
yere yerleştirilebilir gibi görünse de Derrida’nın felsefece ilgilerinin
geliştiği çerçevenin Kıta yönelimli olması böyle bir girişime pek
olanak tanımayacaktır.


İlk yazılarında Derrida, kendi içinde tutarlı bir anlamlandırma çabası
olan Husserlci görüngübilim izlencesine derinden bağlıdır. Buna karşı,
Husserl’in teksesli dil ülküsünü yeniden canlandırdığını gerekçe
göstererek, görüngübilim yönteminin son çözümlemede doğruluğun bulunuş
olarak değerlendirilmesi sayıltısından, yani bildik geleneksel
metafizikten kurtulamadığı eleştirisinde bulunur. Belli ölçülerde, aşağı
yukarı aynı temeller üzerinde Heidegger de Husserl’i eleştirmiştir.
Derrida, Husserl’e yönelttiği eleştirileri, buna bağlı olarak da ortaya
attığı savları pek çok bakımdan olurlamakla birlikte Heidegger’in
vardığı kimi sonuçlara katılmamaktadır. Nitekim yazılarında sık sık
yeniden döndüğü, Heidegger’in felsefenin sonuna gelinen bir dönemde
düşünmenin ödevini tanımlama ekseni doğrultusundaki girişimine karşı can
alıcı önemi bulunan bir takım sorular ortaya atar.


Sonraki dönemine karşılık gelen yazılarında Heidegger, dilin insana ait
bir şey olmadığını, tersine insanın dile ait bir şey olduğunu öne sürer;
bu anlamda insan dili değil dil insanı konuşuyordur. Bir başka açıdan
söylenecek olursa, Heidegger’e göre geleneksel olarak savunulanın tam
tersine düşüncenin dili belirlemesinden çok dilin düşünceyi belirlemesi
söz konusudur.


Heidegger’in bu saptamalarının ışığı altında Derrida, yapısökümün
ödevini aydınlığa kavuşturabileceği bir zemin bul muş gibidir. Nitekim
Derrida’nın kullandığı “yapısöküm” terimi (diconstruction) doğrudan
doğruya Heidegger’in Varlık ile Zaman’da (1927) kullandığı Almanca
destruktion teriminin Fransızca’ya çevirisidir. Heidegger’in temel
savına göre, “Varlığın Utku” olarak zamanı doğru bir biçimde düşünme
ödevi, metafizik kavramların tarihinin, özellikle de Aristoteles,
Descartes ve Kant’taki zaman tasarımlarının destrüktion’u ile
olanaklıdır ancak. Buna karşı Heidegger destrüktion’u asla “geriye tek
bir iz kalmayacak biçim de ortadan kaldırmak” olarak anlamaz.


Nitekim metafizik tarihi, bir yapının yerinden oynatılamayacak denli
sağlam bir biçimde yerleşmesinden (daha sonra ,gestell, ya da “çatı”,
diye adlandırır Heidegger bunu) meydana gelmektedir. Bu anlamda
destruktion Heideggerci anlamıyla düşünceye yerleşen her türden yapının
gevşetilip zayıflatılmasıdır daha çok.


Derrida, Heidegger’in terimi bu özel anlam da kullanışını geliştirdiği
yöntemin adı yapacak denli önemli görmesine karşın, yine de Heidegger’in
destrüktion anlayışının da son çözümlemede bulunuş metafıziğinin
izlerini taşıdığının açıkça görüldüğünü belrtmektedir. Özellikle
Heidegger’in varlıkların Varlığı’nın sözünü dile getireceğini öngördüğü
sahici şiir dilinin metafizik tarihinin bütünüyle destrüktion’una yol
açacağı umudunu dile getirdiği yerler, Derrida’nın kuşkuyla yaklaşılması
gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm alanlarıdır. Nitekim Derrida için
Heidegger’in umduğunun ya da varsaydığının tersine, düşüncenin
başlayabileceği ya da yeniden oraya geri dönebileceği bir başlangıç
noktası ya da konumu yoktur. Böyle bır başlangıca duyulan yersiz
“nostalji” ya da yitirilmiş geçmişe duyulan özlem değme bir bulunuş
metafıziği örneğidir.


Derrida için Batı metafiziği tarihi eninde sonunda doğruluğun gerçek
paradigması olarak kendiliğin bulunuşunu olurlayan bir dizi girişimden
oluşmaktadır. Bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bulunuşunu kendisine
ancak dil yoluyla gösterebilen bir varlık olarak “insan” tanımı yer
almaktadır. Varlıklar arasında insana tanınan bu özel yere inanç,
Derrida’ya göre asla temellendirilebilecek bir şey değildir. (Hiçbir
düşünce, “Düşünüyorum” düşüncesi bile, kendisini kendisine dolaysız bir
biçimde sunamaz. Derrida’nın bu temel çıkışı, neden dil izleğini bırakıp
yazı izleğiyle düşünmeye yöneldiğini de açıklamaktadır. Kendiliğin
bulunuşunun değerini tam olarak kesinlemek için, Batı filozofları
geleneksel olarak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı olduğu sorusunu göz
ardı etmişlerdir. Ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla hasır altı
edilebilecek gibi değildir Derrida’ya göre; Platon’dan Rousseau’ya,
oradan da Hegel’e gelinene değin hemen bütün filozoflar, düşüncenin
kendiliğinden kendisine açık seçik olduğu bir ideal dil ile bu teksesli
ve özgün “düşünce dili”nin kendisine çevrilebileceği bir ikincil dil
arasında bir ayrıma gitmişlerdir.


Buna göre, konuşma dilindeki sözcükler hiçbir aracıya konu olmaksızın
doğrudan düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü onlar yalnızca
konuşulduklarında vardırlar, dahası söylendiklerinde konuşanın içinde
duyulabilmektedirler. Buna karşı yazı dilindeki sözcükler, onları dile
getiren konuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi işlevlerini yerine
getirebildiklerinden, düşünceye dışsaldırlar. Konuşma bu anlam da
doğrudan doğruya düşüncenin gövdelenmesiyken, yazı yalnızca konuşmanın
ikincil bir göstergesidir.


Derrida’nın gözünde filozofların bu temel yaklaşımı, kendiliğin
bulunuşunu sağlama almak adına anlamlandırmanın maddiliğini unutmak gibi
çok önemli bir yanlış doğurmuştur. Bu hiç de dayanıklı olmayan
uslamlama çatısı altında, Batı filozofları kendi “sesçil” yazılarının
abecesinin sesçil olmayan Avrupa dışı dillere göre felsefı bakımdan daha
üstünlüklü bir konumda bulunduğunu varsayar olmuşlardır. Ne var ki
sesçil yazıyı sesçil kılanın ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil
yazıdan neyin ayırdığı öyle hiç de kolayca yanıtlanabilir bir soru
değildir. Daha da önemlisi, Derrida’nın Söylediği gibi, salt düşüncenin
anlatımı ya da dışa vurumu olacak ideal saltıklıkta bir dil tasarlamak
olanaksızdır. Bir başka deyişle, Derrida’ya göre “konuşma” ile “yazı”
arasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi keskin bir ayrıma gitmenin sağlam
bir temeli yoktur.


Bu saptamadan harekede Derrida, bulunuş metafiziginin “söz-egemen” ya da
“ses-egemen” temellerinin yapısökümüne yönelmektedir. Konuşmanın yazı
üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü kendisini Batı metafıziğinin üstüne
kurulduğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda göstermektedir. Derrida’nın
bu karşıt ikiliklere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi
yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlıkta yer alan terimlerin
yerlerini değiştirerek aralarında kurulu bulunan öncelik/ sonralık ya da
üstünlük/alçaklık değerlemelerini tersyüz etmek değildir yalnızca.
Burada amaçlanan Batı düşüncesinin üstüne kurulduğu bu temel
karşıtlıkların mantığının yapısını bütünüyle sökerek bir daha
kullanılamaz hale getirmektir.


Demek ki Derrida’nın açıklamasına göre, konuşma/yazı ayrımının
savunulamaz oluşu yazı kavramını da en az konuşma kadar kendisine
kuşkuyla yaklaşılması gereken bir kavram kılmaktadır. Öte yandan, yazı
yine de ötekiliği simgeleyen temel beti olarak işlevini yerine getirmeyi
sürdürmektedir. Derrida’ya göre bu nedenle, Heidegger’in ileri sürdüğü
gibi, düşünmenin ödevinin “dili dil olarak dile taşımak ya da dile
getirmek” olması oldukça anlaşılır bir şeydir. Nitekim bu bağlamda
Heideggerci bir düşünce çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi de
“yarıyı yazı olarak yazıya taşımak ya da getirmektir”.


Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bulunuş metafiziğinin yapısını
sökmek için öncelikle düşüncenin kendisini yazı olarak açığa vurmasının
gereğidir. O nedenle yapısökümcü söz dağarında “yazı” kavramı kesinlikle
salt arı düşüncelerin kayda alınması demek değildir. Nitekim Derrida bu
noktanın ne denli önemli olduğunu vurgulamak için “arke_yazı” kavramı
diye yeni bir yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir. Buna göre,
arkhe’siz (yanı “kökensiz”Wink.gif" border="0" alt=""/> bir
düşüncenin özniteliğini différence (“ayıram”Wink.gif" border="0" alt=""/>
oluşturmaktadır. Diffrence en genel anlamda, her şeye “ilk” olan ya da
her şeyin “merkez”inde duran düşünülebilecek her türden terimi
adlandırmanın olanaksızlığını adlandırmaktadır.


Metafızik olmayan, metafizikten başka bir düşünce olanağının önünü açmak
için, yazının, kendinde bulunan bır “anlam” ya da “doğru dile getirme
amacı güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin bütün metafizik
içerimlerinden tümüyle kurtarılması zorunludur. Bu sonuca ulaşmak için
Derrida, bir dizi değişik yazma stratejisi geliştirmiştir. Bu
stratejilerden biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir kitap olarak
okunmaya izin vermeyecek biçimde aynı metinde sonsuz sayıda metin
üretmektir.


Nitekim Derrida Glas (Matem Çanı, 1974) adlı yapıtını, bu biçimde
parçalara ayırarak, bir anlamda parçalayarak yazmıştır. Kitabın ana
yapısı, ilk sütunda Hegel’in (giz, örtü) anlayışıyla ilişkili çeşitli
konuların incelendiği, ilk sütunun tam yanına yerleştirilen
ikincisindeyse Genet’nin yazılarında düzenli olarak karşılaşılan bir giz
türü olarak Jean Genet’nin imzasının çok yönlü bir incelemesinin
yapıldığı iki ayrı sütundan oluşmaktadır.


Glas üzerine söylenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, bunlardan ula
ki en önemlisi, kitabın Sartre’ın Aziz Genet adlı incelemesinde yarı
Hegelci bir gözle Genet’nın yazılarını özetlemış olmasından duyulan
rahatsızlıkla Genet’nin yazılarını kurtarmak adına uygulanmış bır
yapısöküm örneği olarak okunabileceğidir.


Derrida’ nın sıkça başvurduğu bır başka yapısöküm stratejisi de
geleneksel gösterge kavramını özellikle sorunsallaştırmak amacıyla
tasarlanmış différance gibi birtakım metinsel imler üretmektir. Bu imler
yalnızca birer yeni sözdük geliştirme arayışına karşılık gelmezler,
Çünkü bunlar ne sözlüktürler ne de gösterge (örneğin Fransızca’da
“ayrım” anlamına gelen différence sözcüğünden bozmadır); bunlar daha çok
anlaşılırlığa karşı kendi dirençlerine ya da korunaklarına dikkat
çeken, an tam anlamıyla belirlenemeyen yapısökümcü ifadelerdir.



Différance “Varlık” türünden her hangi bir şey üzerine enson sözün
söylenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi yapısöküm yorumcularınca
“olumsuzlamacı tanrı bilim” biçiminde yorumlanması sonucunu doğurmuştur.
Derrida aralarında görünen yakınlığın kaçınılmaz olduğunu, ama bu
ikisini, yani yapısöküm ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin
bulunuş metafiziğinin kendinden geçirici yaşantısını yeniden kesinlemek
anlamına geleceğini bildirmektedir. Bunun yerine Derrida, bütün
deneyimlerin gelecekte neler olacağını bilen bir peygamberlik konumuna
indirgemeksizin “şimdi ile burada bulunma”yı kesintiye uğratan, yapısı
sökülemez mesihvari bir söz verme ile yapılandırıldığını ileri
sürmüştür. Belki de bu noktada, Herakleitos’un oluşu kesinleyişi dc
Derrida’nın söz verme yaşantısına değgin açıklaması aynı düzlemde
düşünülürse, Herakleitos’un “oluş” anlayışı Derrida’nın différance’ la
demek istediğine en yakın düşünsel konum olarak değerlendirilebilir.


Bu tür bir Herakleitos okuması, Derrida’nın açıkça yapısökümcü yönlerini
Heidegger’in göz ardı ettiğini düşündüğü Nietzsche’nin yazılarında da
bulunabilir. Heıdegger’e göre, Nitzsche’nin metinleri tek bir anda tek
bir düşünürün tekil düşüncelerini yansıtmaktadır. Derrida, Heidegger’in
bu savına Nietzsche’nin yazma biçeminin değişik yönlerine dikkat çekerek
karşı çıkar. Buna göre, Nietzsche belli bir anlamı ya da doğruyu dile
getirmek yerine, yazılarında daha çok alışıldık geleneksel yorumlama
kaynaklarını baştan boşa çıkaran metinsel sorunsalları gündeme
getirmiştir.


Derrida bu düşüncesini Mahmuzlar Netzsche’nin Biçemleri adlı
çalışmasında, Nictzsche’nin metinlerinde yer yer geçen “Şemsiyemi
unutmuşum” tümcesinin yorumlama bakımından üzerine “karar verilemez”
oluşuna parmak basarak tanıılamaktadır. Burada gösterilmeye çalışılan,
bırakın metnin tek bır anlamı olmasını, metinde karşılaşılan herhangi
bir “şey”in dahi bir özdeşliği olmadığıdır. Bu düşünce uyarınca Derrida,
Nıetzsche’nin metinleri demek yerine “Nietzsche’nin imzaları” demeyi
daha uygun bulmaktadır.


Bunun yanında Derrida, Nietzsche’nin biçemlerini çoğaltmanın doğruluğunu
savunmakla birlikte, Nietzsche’ nin birtakım anlam hareketlerine
ilişkin belli çekinceler koymaktan da geri kalmaz. Sözgelimi Derrida’ya
göre “kadın” sözcüğü Nietzsche’de “doğru olmayan” ın eğretilemesi olarak
geçmektedır hep. Bu yüzden, Nietzsehe’nın metinlerınde “kadın”
sözcüğünün geçtiği yerler Derrida için yapısöküme alınması gereken özel
yerlerdir.


Ayrıca Nietzsche’de karşılaşılan anlam hareketlerinin yol açtığı şiddete
de dikkat çeken Derrida, aşırılığın mantığını şeyleştirmeden aşırı uç
konumların taşıdığı yıkıcı gizilgücü patlatacak bir stratejinin arayışı
içindedir.


Bu açıdan bakıldığında yapısöküm sıyasal olan üzerine düşünmenin bir
yolu olarak da değerlendirilebilir. Nitekim daha ilk yazılarından
başlayarak Derrida’nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle ilglendiği
üstünden atlanamayacak bir olgudur.


Derrida’nın başlıca yapıtları zaman dizinsel olarak şunlardır:
L’écriture et la Différance (Yazı ve Ayrım, 1967); La Voix de la
Phénomene (Ses ve Görüngü, 1967); De la Grammatalogie ( Yazıbilime Dair,
1967); Marges de la Phlisohie(Felsefenin Kıyıları, 1972); La
Disémination (Yayılım/Saçılma, 1972); Positions (Konumlar, 1972); Glas
(Matem Çanı, 1974)L’archéologie du frivol(Sıradan Şevlerin Kazıbilimi,
1976); Le Vérité en peinture (Resimde Doğruluk, 1978); La Carte postale
de Socrate a Freud et de la(Sokrates’ten Freud ıle Ötesine
Kartpostallar, 1980):Spurs, Nietzsche’s Style (Mahmuzlar: Nıetzsche’nin
Biçemleri, 1981, ikidilli basım); Psyché (Psykhe, 1987): De l!Esprit
(Tin Üzerine, 1989); Limited Inc. (Limitet A.Ş., 1990) ve L’Autre Cap
(Otekinin Kulağı, 1991).

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Jacques Derrida - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sokrates - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Farabi - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Aristotales - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Herakleitos - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Platon - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: