ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri I231076_gsli

Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri Empty
MesajKonu: Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri   Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 12:07 am



SARTRE, Jean Paul: SARTRE, Jean Paul: Varoluşçuluğun kurucusu olan
çagdas Fransız filozofu. 1905-1980 yılları arasında yaşamış olan
Sartre'ın temel eserleri: L'Etre et le Neant (Varlık ve Hiçlik), La
Transcendence de l'Ego (Benin Aşkınlığı), La Nausee (Bulantı), Les
Chemins de la Liberte (Özgürlügün Yolları), L'Existentialisme est un
humanisme (Varoluşçuluk), Critique de la Raison Dialectique (Diyalektik
Aklın Eleştirisi)'dir. O, akademik bir kurumda profesyonel bir filozof
olarak çalismak yerine, zaman zaman popüler birtakım eserlerle geniş
halk kitlelerine ulaşmayı denemiş olan ünlü bir düşünürdür.

Temeller: İnsanın kendi yazgısını belirlemedeki aktif rolünü vurgulayan
ve Marks, Husserl ve Heidegger gibi düşünürlerden etkilenmiş olan
Sartre'ın temel çikis noktası, insan varlığı ile öteki nesnelerin
varlığı arasındaki farklılığın incelenmesinden oluşur. Başka bir
deyişle, Descartes'ın yaptığı gibi, özneden yola çikan Sartre, Kant'ın
problemini, yani şeylerin ya da nesnelerin nedensel olarak belirlenmiş
dünyasında, insanın özgürlük ve sorumluluğunun nasıl açıklanabileceği
problemini ortaya koyup, bu probleme bir çözüm getirmeye çalismistir.
Metafiziği: Ona göre, insanın doğası, insan tarafından üretilmis olan
bir ürünü tanımladığımız tarzda açıklanamaz. Sartre'ın bu tezine göre,
herhangi bir alet, nesne yapacak olsak, önce bu nesnenin nasıl olacağını
tasarlarız. Örnegin, bir masayı ele alalım. Masa, kafasında bir masa
fikrine sahip olan, masanın ne için kullanılacağını ve nasıl
üretilecegini bilen bir insan tarafından imal edilmiştir. Buna göre,
masa, meydana getirilmezden önce, belirli bir amacı olup, bir sürecin
ürünü olan bir şey olarak tasarlanmıştır. Masanın özüyle, masanın
meydana getiriliş sürecini ve onun yapılma amacını anlarsak eğer,
masanın özü, onun varoluşundan önce gelir. Sartre'a göre, insanda durum
böyle değildir.

İlk bakışta insanın da bir yaratıcının, Tanrı'nın eseri olduğunu
düşünürüz. Tanrı'yı, masayı imal eden marangoz benzeri doğaüstü bir
sanatkar olarak görür ve böylelikle, Tanrı'nın insanı yarattığı zaman,
neyi yaratmış olduğunu bildiğine işaret ederiz. Oysa, Sartre Tanrı'nın
varoluşunu inkar etmiş olan tanrıtanımaz bir düşünürdür. Tanrı var
değilse, Sartre'a göre, insanın Tanrı tarafından önceden belirlenmiş bir
özü de olamaz. İnsan, yalnızca vardır, kendinden önceki bir modele, bir
taslağa, bir öze göre ve belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır.
İnsan öncelikle varolur ve kendisini daha sonra tanımlar. İnsan yalnızca
vardır ve Sartre'a göre, kendisini nasıl yaparsa, öyle olur.

İnsanın önceden belirlenmiş bir özü olmasa da, o, Sartre'a göre, bir taş
ya da sopa gibi, basit ve bilinçsiz bir varlık değildir. O, bir taş
parçasının her ne ise o olduğunu söyler; taşin varlığı, kendi içine
kapanık, kendisinden başka bir şey olamayan varlıktır. Söz konusu taş
parçasının şöyle ya da böyle olmak imkanı yoktur; o, ne ise daima odur.
Bu, Sartre'a göre, kendinde varlıktır. Buna karşin, insan, kendinde
varlık (yani, taş parçasının var olduğu tarzda var) olmak dışında,
kendisi için varlığa (yani, onu taş parçasından farklılaştıran varlık
tarzına) sahiptir. Yani, insan bilinçli öznedir; insan, varolduğunun
bilincindedir. İnsanın varlığı bilincinde, kendine dönmekte, kendini
bilmektedir. Bundan dolayı, insana önceden verilmiş ve değişmeyen bir öz
yüklemek söz konusu olamaz. Bilinçli bir varlık olan insan, 'ne değilse
odur, ne ise o değildir.' Yani, bilinçli bir varlık olan insanda,
sonsuzca değişme kapasitesi vardır. Onu şimdi olduğu şeyle
tanımlayamazsınız, çünkü tanımladığınız anda, o başka bir şey, başka bir
birey olma yoluna girmiştir. Bilinci insanı her zaman başka bir şeye ,
bir öteye götürür. Bilinçli bir özne, sürekli olarak bir gelecek önünde
duran varlıktır. Ve bilinç, özgürlük ve bir geleceğe doğru yöneliştir.

Başka bir deyişle, insan doğası, başka herhangi bir gerçeklik türünden,
bir bakıma hiç farklı değildir. İnsan başka herhangi bir şey gibi
vardır, yalın bir biçimde oradadır. Bununla birlikte, insan diğer
şeylerden ya da gerçekliklerden farklı olarak, bir bilince sahiptir. Bu
nedenle, insan şeylerin dünyası ve başka insanlarla farklı ilişkiler
içinde olur. Buna göre, bilinç her zaman bir şeyin bilincidir ki, bu,
bilincin kendisini aşan bir nesnenin varoluşunu tasdik etmek suretiyle
varolduğu anlamına gelir. Bilincin nesnesi, yalnızca 'orada olan' bir
şey olarak dünya olabilir.

Tek bir katı kütle olarak dünya dışında, Sartre'a göre, sandalye, dağ
benzeri belirli nesnelerden söz ederiz. Masa dediğimiz nesne, bilincin
faaliyetiyle, dünyanın bütününden koparılarak şekillendirilir. Dış dünya
yalnızca bilince, ayrı fakat karşilıklı ilişkiler içinde bulunan
şeylerden meydana gelen anlaşilır bir sistem olarak görünür. Bilinç
olmadan, dünya yalnızca vardır; o, kendinde varlıktır ve bu haliyle
anlamdan yoksundur. Bilinçtir ki, dünyadaki şeylere, varlık vermese
bile, anlam verir. Buna göre, bilinç herşeyden önce, dünyadaki şeyleri
tanımlar ve onlara anlam yükler. İkinci olarak, bilinç kendisini aşar,
yani kendisiyle nesneler arasına bir mesafe koyar ve bu şekilde nesneler
karşisında bir bağımsızlık elde eder. Bilinçli ben, dünyadaki şeyler
karşisında bu tür bir bağımsızlığa sahip olduğu için, şeylere farklı ya
da alternatif anlamlar yüklemek, bilincin gücü içindedir. İnsan,
Sartre'a göre, mühendis ya da işçi olmayı seçebilir, şu ya da bu proje
veya tasarıya bağlanır; dünyadaki varlıklar da, insanın bu tercihlerine
bağlı olarak anlam kazanırlar.

Ahlak Görüşü: Buna göre, insan öncelikle vardır, insanın varoluşu, onun
ne olacağından önce gelir. İnsanın ne olacağı, bilincin belli bir
mesafeden gördüğü dünya karşisında nasıl bir tavır alacağına bağlı
olacaktır. İnsan, bu uzaklıktan, şeyler ve kişiler karşisındaki bu
bağımsızlık hali içinde, bu şeylere ve kişilere nasıl bağlanacağıyla
ilgili olarak bir tercihte bulunur. İnsan dünya karşisında bu tür bir
özgürlüge sahip bulunduğu için, dünya insanın bilincini ve tercihlerini
etkileyemez. Dünyayı aştığı, dünyaya yukardan ve uzaktan bakabildiği ve
sürekli olarak tercihlerde bulunmak durumunda olduğu olgusunu
değiştirmek, insan için asla söz konusu olamaz. Kısacası, Sartre'a göre,
insan özgürlüge mahkumdur. İnsan özgür seçimleriyle kendisini tanımlar
ve yaratır. Buna göre, insan, kendisini yoktan varetmez, fakat bir dizi
seçim ve karar aracılığıyla, varoluşunu belli bir öze dönüştürür, yani
kendi özünü oluşturur.

Başka bir deyişle, kendi kendisini sürekli olarak yeniden yaratmak
durumunda olan insan, bir varoluş olarak, kendisini ilk anda terkedilmiş
biri olarak bulur ve
umutsuzluğa düşer. İnsan bu durumda geçmişine dönemez, şimdinin kendisi
için boş bir imkan olduğu insan, geleceğe de güvenemez. İşte insan
bundan dolayı, kendisini saçma bir dünya içinde hisseder. Doğmak,
yaşamak, ölmek ve eylemek ona hep saçma gelir. İşte insan böyle bir anda
başkalarını hisseder, ve kendisini bir merkez olmaktan çikarir. Bu ise
onun varoluşunu özsel olarak yaşamasını önleyip, onu başkalarıyla
birlikte olmaya, toplum içinde yaşadığı gerçeğine götürür. Böyle olunca
da insan başkalarının sorumluluğunu duymaya başlar. Bu nedenle,
Sartre'ın gözünde özgürlük ancak sorumluluk yüklenmekle mümkün hale
gelir. Tüm eylemlerinin sorumluluğunu üzerine alabilmiş olan insan özgür
olup, sadece böyle biri gerçek varoluşa sahip olabilir. Bu nedenle tek
mutlak değer özgürlük olsa bile, sorumluluğa bağlanan bu özgürlük, katı
bir ahlakı gerektirir. Onun gözünde doğru eylem, sorumluluğu özgürce
yüklenilmiş olan eylemdir. Bununla birlikte, genel geçer ve mutlak bir
doğruluğun da olmadığı unutulmamalıdır. Her çag kendi doğrusunu
yaratırken, ahlaklılık da her çagda kendi doğrusunu kuran insanın özgür
eyleminde ortaya çikar.
: Varoluşçuluğun kurucusu olan çagdas Fransız filozofu. 1905-1980
yılları arasında yaşamış olan Sartre'ın temel eserleri: L'Etre et le
Neant (Varlık ve Hiçlik), La Transcendence de l'Ego (Benin Aşkınlığı),
La Nausee (Bulantı), Les Chemins de la Liberte (Özgürlügün Yolları),
L'Existentialisme est un humanisme (Varoluşçuluk), Critique de la Raison
Dialectique (Diyalektik Aklın Eleştirisi)'dir. O, akademik bir kurumda
profesyonel bir filozof olarak çalismak yerine, zaman zaman popüler
birtakım eserlerle geniş halk kitlelerine ulaşmayı denemiş olan ünlü bir
düşünürdür.

Temeller: İnsanın kendi yazgısını belirlemedeki aktif rolünü vurgulayan
ve Marks, Husserl ve Heidegger gibi düşünürlerden etkilenmiş olan
Sartre'ın temel çikis noktası, insan varlığı ile öteki nesnelerin
varlığı arasındaki farklılığın incelenmesinden oluşur. Başka bir
deyişle, Descartes'ın yaptığı gibi, özneden yola çikan Sartre, Kant'ın
problemini, yani şeylerin ya da nesnelerin nedensel olarak belirlenmiş
dünyasında, insanın özgürlük ve sorumluluğunun nasıl açıklanabileceği
problemini ortaya koyup, bu probleme bir çözüm getirmeye çalismistir.
Metafiziği: Ona göre, insanın doğası, insan tarafından üretilmis olan
bir ürünü tanımladığımız tarzda açıklanamaz. Sartre'ın bu tezine göre,
herhangi bir alet, nesne yapacak olsak, önce bu nesnenin nasıl olacağını
tasarlarız. Örnegin, bir masayı ele alalım. Masa, kafasında bir masa
fikrine sahip olan, masanın ne için kullanılacağını ve nasıl
üretilecegini bilen bir insan tarafından imal edilmiştir. Buna göre,
masa, meydana getirilmezden önce, belirli bir amacı olup, bir sürecin
ürünü olan bir şey olarak tasarlanmıştır. Masanın özüyle, masanın
meydana getiriliş sürecini ve onun yapılma amacını anlarsak eğer,
masanın özü, onun varoluşundan önce gelir. Sartre'a göre, insanda durum
böyle değildir.

İlk bakışta insanın da bir yaratıcının, Tanrı'nın eseri olduğunu
düşünürüz. Tanrı'yı, masayı imal eden marangoz benzeri doğaüstü bir
sanatkar olarak görür ve böylelikle, Tanrı'nın insanı yarattığı zaman,
neyi yaratmış olduğunu bildiğine işaret ederiz. Oysa, Sartre Tanrı'nın
varoluşunu inkar etmiş olan tanrıtanımaz bir düşünürdür. Tanrı var
değilse, Sartre'a göre, insanın Tanrı tarafından önceden belirlenmiş bir
özü de olamaz. İnsan, yalnızca vardır, kendinden önceki bir modele, bir
taslağa, bir öze göre ve belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır.
İnsan öncelikle varolur ve kendisini daha sonra tanımlar. İnsan yalnızca
vardır ve Sartre'a göre, kendisini nasıl yaparsa, öyle olur.

İnsanın önceden belirlenmiş bir özü olmasa da, o, Sartre'a göre, bir taş
ya da sopa gibi, basit ve bilinçsiz bir varlık değildir. O, bir taş
parçasının her ne ise o olduğunu söyler; taşin varlığı, kendi içine
kapanık, kendisinden başka bir şey olamayan varlıktır. Söz konusu taş
parçasının şöyle ya da böyle olmak imkanı yoktur; o, ne ise daima odur.
Bu, Sartre'a göre, kendinde varlıktır. Buna karşin, insan, kendinde
varlık (yani, taş parçasının var olduğu tarzda var) olmak dışında,
kendisi için varlığa (yani, onu taş parçasından farklılaştıran varlık
tarzına) sahiptir. Yani, insan bilinçli öznedir; insan, varolduğunun
bilincindedir. İnsanın varlığı bilincinde, kendine dönmekte, kendini
bilmektedir. Bundan dolayı, insana önceden verilmiş ve değişmeyen bir öz
yüklemek söz konusu olamaz. Bilinçli bir varlık olan insan, 'ne değilse
odur, ne ise o değildir.' Yani, bilinçli bir varlık olan insanda,
sonsuzca değişme kapasitesi vardır. Onu şimdi olduğu şeyle
tanımlayamazsınız, çünkü tanımladığınız anda, o başka bir şey, başka bir
birey olma yoluna girmiştir. Bilinci insanı her zaman başka bir şeye ,
bir öteye götürür. Bilinçli bir özne, sürekli olarak bir gelecek önünde
duran varlıktır. Ve bilinç, özgürlük ve bir geleceğe doğru yöneliştir.

Başka bir deyişle, insan doğası, başka herhangi bir gerçeklik türünden,
bir bakıma hiç farklı değildir. İnsan başka herhangi bir şey gibi
vardır, yalın bir biçimde oradadır. Bununla birlikte, insan diğer
şeylerden ya da gerçekliklerden farklı olarak, bir bilince sahiptir. Bu
nedenle, insan şeylerin dünyası ve başka insanlarla farklı ilişkiler
içinde olur. Buna göre, bilinç her zaman bir şeyin bilincidir ki, bu,
bilincin kendisini aşan bir nesnenin varoluşunu tasdik etmek suretiyle
varolduğu anlamına gelir. Bilincin nesnesi, yalnızca 'orada olan' bir
şey olarak dünya olabilir.

Tek bir katı kütle olarak dünya dışında, Sartre'a göre, sandalye, dağ
benzeri belirli nesnelerden söz ederiz. Masa dediğimiz nesne, bilincin
faaliyetiyle, dünyanın bütününden koparılarak şekillendirilir. Dış dünya
yalnızca bilince, ayrı fakat karşilıklı ilişkiler içinde bulunan
şeylerden meydana gelen anlaşilır bir sistem olarak görünür. Bilinç
olmadan, dünya yalnızca vardır; o, kendinde varlıktır ve bu haliyle
anlamdan yoksundur. Bilinçtir ki, dünyadaki şeylere, varlık vermese
bile, anlam verir. Buna göre, bilinç herşeyden önce, dünyadaki şeyleri
tanımlar ve onlara anlam yükler. İkinci olarak, bilinç kendisini aşar,
yani kendisiyle nesneler arasına bir mesafe koyar ve bu şekilde nesneler
karşisında bir bağımsızlık elde eder. Bilinçli ben, dünyadaki şeyler
karşisında bu tür bir bağımsızlığa sahip olduğu için, şeylere farklı ya
da alternatif anlamlar yüklemek, bilincin gücü içindedir. İnsan,
Sartre'a göre, mühendis ya da işçi olmayı seçebilir, şu ya da bu proje
veya tasarıya bağlanır; dünyadaki varlıklar da, insanın bu tercihlerine
bağlı olarak anlam kazanırlar.

Ahlak Görüşü: Buna göre, insan öncelikle vardır, insanın varoluşu, onun
ne olacağından önce gelir. İnsanın ne olacağı, bilincin belli bir
mesafeden gördüğü dünya karşisında nasıl bir tavır alacağına bağlı
olacaktır. İnsan, bu uzaklıktan, şeyler ve kişiler karşisındaki bu
bağımsızlık hali içinde, bu şeylere ve kişilere nasıl bağlanacağıyla
ilgili olarak bir tercihte bulunur. İnsan dünya karşisında bu tür bir
özgürlüge sahip bulunduğu için, dünya insanın bilincini ve tercihlerini
etkileyemez. Dünyayı aştığı, dünyaya yukardan ve uzaktan bakabildiği ve
sürekli olarak tercihlerde bulunmak durumunda olduğu olgusunu
değiştirmek, insan için asla söz konusu olamaz. Kısacası, Sartre'a göre,
insan özgürlüge mahkumdur. İnsan özgür seçimleriyle kendisini tanımlar
ve yaratır. Buna göre, insan, kendisini yoktan varetmez, fakat bir dizi
seçim ve karar aracılığıyla, varoluşunu belli bir öze dönüştürür, yani
kendi özünü oluşturur.

Başka bir deyişle, kendi kendisini sürekli olarak yeniden yaratmak
durumunda olan insan, bir varoluş olarak, kendisini ilk anda terkedilmiş
biri olarak bulur ve umutsuzluğa düşer. İnsan bu durumda geçmişine
dönemez, şimdinin kendisi için boş bir imkan olduğu insan, geleceğe de
güvenemez. İşte insan bundan dolayı, kendisini saçma bir dünya içinde
hisseder. Doğmak, yaşamak, ölmek ve eylemek ona hep saçma gelir. İşte
insan böyle bir anda başkalarını hisseder, ve kendisini bir merkez
olmaktan çikarir. Bu ise onun varoluşunu özsel olarak yaşamasını
önleyip, onu başkalarıyla birlikte olmaya, toplum içinde yaşadığı
gerçeğine götürür. Böyle olunca da insan başkalarının sorumluluğunu
duymaya başlar. Bu nedenle, Sartre'ın gözünde özgürlük ancak sorumluluk
yüklenmekle mümkün hale gelir. Tüm eylemlerinin sorumluluğunu üzerine
alabilmiş olan insan özgür olup, sadece böyle biri gerçek varoluşa sahip
olabilir. Bu nedenle tek mutlak değer özgürlük olsa bile, sorumluluğa
bağlanan bu özgürlük, katı bir ahlakı gerektirir. Onun gözünde doğru
eylem, sorumluluğu özgürce yüklenilmiş olan eylemdir. Bununla birlikte,
genel geçer ve mutlak bir doğruluğun da olmadığı unutulmamalıdır. Her
çag kendi doğrusunu yaratırken, ahlaklılık da her çagda kendi doğrusunu
kuran insanın özgür eyleminde ortaya çikar.





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Jean Paul Sartre - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kierkegaard - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Epiküros - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Sokrates - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Farabi - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri
» Aristotales - Yaşamı Ve Savunduğu Düşünceleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Felsefe - İnsan İlişkileri-
Buraya geçin: