ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Peygamberimizin Tevazuu Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Peygamberimizin Tevazuu Uyeol

Sitemizi REKLAMSIZ şekilde gezebilmek için, bütün bölümlere erişebilmek için ve tam anlamıyla faydalanabilmek için lütfen ÜYE OLUNUZ, eğer üye iseniz lütfen GİRİŞ YAPINIZ
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Peygamberimizin Tevazuu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Rebellious
No-Post !
Rebellious


Favori Oyuncu : Metin Oktay
Mesaj Sayısı : 14623
Puan : 258171
Rep : 2564
Yer : Ali Samiyen
Cinsiyet : Erkek
Kayıt tarihi : 19/08/09
Peygamberimizin Tevazuu I231076_gsli

Peygamberimizin Tevazuu Empty
MesajKonu: Peygamberimizin Tevazuu   Peygamberimizin Tevazuu EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 3:13 am

Engin gönüllü olmak, hakka boyun eğip kabul etmek gibi manalara gelen
tevazuun en makbul olanı, yaltaklanmadan ve zillete düşmeden, ölçülü ve
itidalli bir şekilde bulunmaktır.

Kibir ve gururun zıddı olan tevazu ancak bu iki kötü huyun yenilmesi
sayesinde kazanılır. Herkesi kendi nefsinden üstün görmek, dış
görünüşüne bakarak kimseyi küçümsememek, fazla lükse ve gösterişe
varmadan kolay ve basit bir yaşayış benimseyip devam ettirmek, yaptığı
çalışmadan, gördüğü hizmetten dolayı insanların iltifatını beklememek,
tevazuun belli başlı kaidelerinden birkaçıdır.

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her çeşidini ve en idealini
hayâtında göstermiştir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı
bir şekilde, tevazu ve alçakgönüllülüğün en makbulünü yaşamıştır.
Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduğu, Kur'ân-ı
Kerimde Rabbi tarafından çeşitli defalar övüldüğü halde, hiçbir şekilde
insanlar arasında Peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini
onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır.

Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiği gibi,
Sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da
belli etmekten asla çekinmemiştir. Böylece pekçok insanın hidayetine
vesile olmuştur.

Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber
olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih
edip kabul etmiştir.

Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, "Şüphesiz, Allah,
tevazu gösterdiğin için o hasleti de sana vermiştir. Kıyamet gününde
insanların efendisisin. Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk şefaat
edecek olan da sensin" demiştir.

Bundan sonra Peygamberimiz uzanarak yemek yemedi. Ve "Bir köle nasıl
yemek yerse ben de öyle yemek yerim. Köle nasıl oturuyorsa ben de o
biçimde otururum" diyordu.

Bir defasında asasına dayanarak Sahabîlerin yanına geldi. Resulullahın
geldiğini gören Sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip
etmeyen Peygamber Efendimiz onları ikaz etti:

"Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa
kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun
yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum."

Peygamberimiz çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı
derecede hürmette bulunanları da hoş karşılamazdı.

Bir alış verişi esnasında Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû
Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre, Peygamberimiz mal sahibine aldığı
elbisenin değerinden fazla bir fiyat öder. Daha sonra satıcı hemen
Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister. Peygamberimiz elini çekerek
şu ihtarda bulunur:

"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben
sadece içinizden biriyim,"

Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak
istedim. Fakat bana şöyle hitapta bulundu: 'Kişi, kendi eşyasını
taşımaya daha lâyıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım
eder."

Peygamberimiz kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet
etmelerini istemezdi.

Âmir bin Rebia anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda
Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak
istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu:

"Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet
gördürmeyi sevmem."

Peygamberimizin bu konudaki bir başka örnek davranışını Abdullah bin
Abbas anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir
fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat
hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi
elleriyle verirlerdi."

Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz Ashabıyla
birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı. Hava çok sıcak olduğundan,
Ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak
gölgelemek istedi. Bunu gören Peygamberimiz, "Bundan vazgeç. Ben ancak
bir insanım" buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.

Peygamberimiz kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip
titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik
heybetinden titremeye başladı. Bu Sahabîsinin halini gören
Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş
kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum" buyurdu.

Gerçekten de Peygamberimizi ilk defa gören, heyecanlanırdı. Fakat daha
sonra ondaki şefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüşüp
konuşunca içindeki korku sevgiye dönüşürdü.

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir
kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun,
Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve
hizmetçi oluşundan dolayı kimseyi aşağı görmezdi. Onların da diğerleri
gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı.

Peygamberimizdeki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin
Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şöyle anlatmaktadır:

"Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının
bulunduğunu gördüğüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran
hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.

"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir
kadına rastladı. Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu. Kadın
onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.

"Bizim senden bir isteğimiz var' dediler. Resulullah onların
ihtiyaçlarını uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini
gördükten sonra geldi.

"İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar değildir' dedim. Sonra
beni evine götürdü. İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana
uzattı ve:

"Buyur, buna otur' dedi.

"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.

"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere
oturdu."

Peygamber Efendimiz herkesle ilgilenirdi. Hiç kimseye üstten bakmazdı.
Öyle ki çoğu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediği kişilerin dahi
isteklerini yerine getirirdi. Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara
faydalı yolları göstermekti.

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar
söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin
yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et
yiyordu.

Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek
yiyişi gibi yemek yiyor" dedi.

Peygamber Efendimiz:

"Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi. Kadın: "Kendisi yiyor da
bana vermiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye" buyurdu.
Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem" dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın
bu sefer:

"Ağzındaki lokmayı çıkarıp bana vermezsen yemem" diyerek diretti.

Peygamber Efendimiz de'ağzındaki lokmayı çıkarıp kadına uzattı. Kadın da
hemen alıp ağzına attı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve
utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine'nin en namuslu ve
iyi kadınlarından birisi oldu.

Adiy bin Hatim, cömertlikle meşhur Hatim-i Tai'nin oğludur. Yakınlarının
bir kısmı İslâm ordusu tarafından esir edilmiş, kendisi de mağlup bir
şekilde Peygamberimizin huzuruna gelmişti. Peygamberimiz onu mindere
oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu. Ayrıca mağlup da olsa bir düşman
kumandanıyla bulunduğu bir zamanda zavallı bir kadının isteğini ihmal
etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu.

Hak namına, seviyece en basit insanlarla görüştüğü gibi, dostlarıyla,
düşmanlarıyla ve herkesle, gösteriş ve merasime ihtiyaç duymadan
görüşüyor, konuşuyordu. Böylece insanların ileriden beri görüp
alışageldikleri âdet ve görenekleri fiilen değiştiriyor, yerlerine
doğrusunu ve uygun olanını koyuyordu.

Arapların, insandan saymayıp hor gördükleri bir grup da kölelerdi.
Onlarla oturmaz, birlikte yürümez, beraber yemek yemezlerdi. Bu kötü
alışkanlığı da Peygamberimiz bizzat yıktı.

Sahabîlerin anlattığına göre, köleler arpa ekmeğine bile davet etseler,
Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların
köle olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum
değildi.

Peygamberimiz, Sahabîleriyle birlikte bulunduğu zamanlarda kendisini
onlardan ayırt etmez, farklı görmezdi. Onlarla beraber hareket eder,
kendisi için ayrı yer seçmez, aralarına oturur, yapacakları işe iştirak
eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu.

Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Sahabîleri arasında sıkışık bir
vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini
rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek
şöyle demişti:

"Ya Resulallah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım."

Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, "Allah'ın ruhumu
teslim alacağı vakte kadar ben Sahabîlerimin ökçeme basmalarına da,
hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım" buyurarak reddetti.

Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabîlerinden bir koyun kesip
pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı:

"Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsun" dedi.

Bir başkası ileri atıldı:

"Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun"

Başka bir sahabî hizmete talip oldu:

"Onu yüzmesi de benim üzerime olsun" diyerek kendi aralarında vazife
taksimi yaptılar.

Peygamberimiz de, "Odun toplamak da benim üzerime olsun" diyerek
katılmak istedi.

Sahabîler buna razı olmak istemediler:

"Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin
çalışmanıza ihtiyaç yoktur" dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu:

"Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat
ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü
Allah, kulunu Sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten
hoşlanmaz."

Hendek savaşından önce Medine'nin etrafına hendek kazılırken bütün
Sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek
bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş
bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı.

En büyük örnek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı görmeden
eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu.


Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da
Peygamberimiz bir işçi gibi çalışmış, Sahabîlerle birlikte sırtında
kerpiç taşımıştı.

Peygamberimiz İslâmın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve
zafer gibi pekçok nimete de mazhar olmuştu. Fakat bu fetihlerden sonra
fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük
bir tevazu içinde yol alıyordu. Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade
bir şekilde şehre giriyordu.

Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleşim bölgesi olan Hayber'i
fethettiğinde Peygamberimiz, yuları ipten olan bir merkebin üzerinde
olduğu halde şehre girmişti.

Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiş,
hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu.

Yine Peygamberimiz Mekke'nin fethi üzerine şehre girerken, muzaffer bir
komutan olduğu halde, yine hiçbir şekilde gurura kapılmamıştı.

Devesinin üzerinde Yüce Allah'a karşı başını önüne o kadar eğmişti ki,
tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine değmekte idi.
Bu halde iken söyle dua ediyordu:

"Allah'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır."

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife
parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte
bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua
ediyordu:

"Allah'ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl."

Halbuki o fakir de değildi. Koskoca orduları yenmiş, birçok yerler
fethetmiş, çok miktarda ganimetler elde etmişti. Hatta bu haccında yüz
deve kurban etmişti.

Peygamberimiz kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı
idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde
hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları
yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev
süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alış verişi kendisi
yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup
yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

Hz. Âişe validemiz, Hz. Hasan ve Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin aile
hayâtını böyle anlatıyorlardı.

"Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına çekilir, ne perdeler arkasına
dikilir, ne de önüne tabaklarla yemek taşınırdı. Toprak üzerine oturur,
yemeğini de yerde yerdi." O tevazu gösterdikçe yükseliyordu,
yüceliyordu.

"Allah için tevazu gösteren kimseyi Allah yüceltir" buyuruyor, hem de
bizzat en mükemmel şekilde yaşıyordu.

Hazret-i Hüseyin, babası Hazret-i Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda
nasıl davrandığını öğrenmek ister. Hazret-i Ali de Efendimizi şöyle
anlatır:

"Peygamber Efendimiz önemli bir iş olmadıkça konuşmazdı. Çevresiyle hep
güzel ilişkiler kurar, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı.

"Her toplumun ileri gelenine özel ilgi gösterir ve onları başkan olarak
göreve getirirdi. İnsanları gözü gibi sakınır, hiçbirinden güleryüzünü
ve tatlı dilini esirgemez, onların üstüne titrerdi.

"Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi.
Karşılaştığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye çevrede olup bitenleri
sorardı. Güzel olan herşeyi beğendiğini ifade eder, onu desteklerdi.
Kötü olan şeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır
takınırdı.

"Peygamberimizin bütün hareketleri uyumlu idi. Tutarsız hiçbir davranışı
yoktu. Sahabîlerin kendi özel işlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık
duymaları endişesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu.

"O her durum karşısında tedarikli idi. Her problemin çaresini bulurdu.
Onun yanında insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en yaygın
olanlardı; mertebesi en yüksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi
şekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi."

Hazret-i Hüseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini,
sohbet şeklini sorar, Hazret-i Ali onu da şöyle anlatır:

"Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir üzere idi. Allah'ın
adını dilinden düşürmezdi. Toplantı halinde olan bir topluluğa varsa,
baş köşeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, çevresinin
de böyle yapmasını isterdi.

"Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şöyleydi: 'Herhangi biriniz bir
toplantı yerine vardığında bir baksın, şayet oturacak yer gösterirlerse
oraya otursun, değilse gördüğü en uygun yere ilişiversin.'

"Peygamberimiz birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre herbirinin
halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine
candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın
yanında en değerli kimsenin kendisi olduğu kanaatine varırdı.

"Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereğinden fazla oturursa veya bir
ihtiyacını iletmek düşüncesiyle huzura gelse, o kişi kendiliğinden
kalkıp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bulunan
kimseyi, ya istediğini yerine getirir veya tatlı bir dille gönderir,
fakat hiç boş çevirmezdi.

"Onun cömertliliği, tatlı dili, güzel ahlâkı insanlar arasında öyle
yayılmıştı ki, âdeta halkın babası gibi olmuştu.

"Onun yanında bütün insanlar da, hiçbiri arasında hak ayırımı yapılmayan
aynı düzeydeki evlatlar gibiydi.

"Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi
ahlâkî değerlerin öğretildiği bir meclisti. Huzurunda kimse sesini
yükseltmez, hiç kimsenin gizli ve özel halleri konuşulmaz, orada meydana
gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı.

"Onun meclisinde herkes eşit durumdaydı. Ancak bir diğerine karşı takva
ile üstünlük kazanabilirdi. Herkes tevazu üzereydi. Orada yaşça büyük
olanlara saygı gösterirler, küçüklere de sevgiyle davranırlardı.

"Toplantıda ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip
olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi."

Peygamberimizin tevazu öğütleri:

Peygambembirimizin mütevazı olmamız konusunda birçok öğütleri vardır.
Bunlardan bazıları şöyle:

Ebû Said el-Hudri rivayet ediyor. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Allah için bir derece mütevazı olan kimseyi Allah bir derece yüseltir.
Sonunda onu Firdevs Cennetinin en yüksek yerine çıkarır. Allah'a karşı
bir derece kibir gösteren kimseyi Allah alçaltır. Sonunda onu Cehennemin
en alçak tabakasına indirir."

• • •

Hz. Ömer minberde şöyle hitap ediyordu: "Ey insanlar! Mütevazı olunuz.
Çünkü ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Allah için
mütevazı olanı Allah yükseltir."

• • •

Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Müslüman kardeşine karşı mütevazı olan kimseyi Allah yüceltir. Müslüman
kardeşine karşı üstünlük taslayan kimseyi de Allah alçaltır."

Abdullah bin Mes'ud'un rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Kim büyüklenir, övünürse Allah onu alçaltır. Kim de Allah korkusundan
dolayı mütevazı olursa Allah da onu yüceltir."

• • •

Rekbu'l-Mısrî'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Vakarını, ağırbaşlılığını koruyarak tevazu eden, şerefini düşürmeden
alçakgönüllü olan, günaha girmeden kazancını doğru yolda harcayan,
düşkünlere ve yoksullara merhamet eden, ilim ve hikmet sahipleri ile
kaynaşan kimseye ne mutlu!

"Kazancı temiz olan, içi dışı pak olan, insanlara şerrini bulaştırmayan,
bildiklerini yaşayan, malının fazlasını Allah yolunda sarfeden, verdiği
sözü tutan kimseye ne mutlu!"

• • •

Abdullah bin Abbas'ın rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Her insanın başında bir tarafı meleğin elinde bulunan bir halka vardır.
İnsan tevazu gösterince meleğe, 'Halkayı kaldır' denir. Büyüklük
tasladığında ise 'Halkasını bırak' denir."

• • •

Hz. Huzeyfe anlatıyor:

Peygamberimizle birlikte bir cenazede bulunduk. Buyurdular ki:

"Size Allah'ın kullarının en şerli olanını bildireyim mi? Kaba ve
kibirli olan...

"Size Allah'ın kullarının en hayırlı olanını bildireyim mi? Zayıf ve
alçakgönüllü, eski iki gömleği olan, kendisine önem verilmeyen kimsedir.
Eğer herhangi bir şey için Allah'a yemin etse, Allah onu kendisine
ihsan eder."

Iyaz bin Himar'ın rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Allah bana mütevazı olmanızı bildirdi. Sakın kimse kimseye karşı
övünmesin, kimse kimseye zulmetmesin."

Harise bin Vehb'in rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Size Cennetlik olanları haber vereyim mi? Zayıf ve mütevazı kimsedir. O
Allah'a yemin ederse Allah ona ihsan eder. Size Cehennemlik olanları da
haber vereyim mi? İnsanlara eziyet eden, kaba davranan ve kibirli olan
kimsedir."

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.arenafutbol.org
 
Peygamberimizin Tevazuu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Peygamberimizin Gençliği
» Peygamberimizin Hayası
» Peygamberimizin Nezaketi
» Peygamberimizin Yetimlere Şefkati
» Peygamberimizin Kölelere Şefkati

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ArenaFutbol | Futbol'a Dair Her Şey :: AF Cafe :: Eğlence :: Hazır Ödev ve Tezler :: Din Kültürü-
Buraya geçin: